Hicri 8

Peygamberimiz Aleyhisselam'ın 
Kızı Hz. Zeyneb'in Vefatı

H.8   Muharrem

Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz. Zeyneb, Hicretin 8. yılının başında vefat etti.
Yüce Allah, ondan razı olsun!
Hz. Zeyneb'in vefatının sebebi; deve üzerinde hevdeç içinde Mekke'den Medine'ye hicreti sırasın­da, Kureyş müşriklerinden Hebbar b. Esved'le Fihrî bir arkadaşının Zî Tuvâ'da mızrakla vurup devesin­den kaya üzerine düşürmesiyle karnındaki çocuğunun düşerek kendisinin hastalanmış olması idi.
Hz. Zeyneb akan kan yüzünden hastalandı ve vefatına kadar da bu hastalıktan kurtulamadı 

Kedid Seferi
Galib b. Abdullah'ın Benî Mülevvahlara Gönderilişi

H.8     Safer  

Kedid; Mekke ile Medine arasında, bir vadi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, büyük küçük, Arap olan olmayan İslâm düşmanlarını, önem dere­celerine göre, te'dib hareketlerine başlamış bulunuyor; Benî Mülevvahlara da bir darbe indirip, İslâmiyete karşı direnişlerini kırmak gerekiyordu.
Resûlullah Aleyhisselam, Benî Kelb b. Avflardan biri olan Galib b. Abdullah el-Leysîyi, bir askerî birliğin başında Benî Mülevvahlara gönderdi.
Benî Mülevvahlar üzerine gönderilen birliğin mevcudu 19 kişi kadardı.
Süvarilerimizi dağıtıp her taraftan onlara birden baskın yaptık.
Benî Mülevvahlardan, çarpışanları öldürdük.
Medine'ye doğru inip gidiyorduk.
Benî Mülevvahların 'İmdad!' diye bağırıcısı onlara doğru koşarak gitti.
Benî Mülevvahlardan büyük bir topluluk, bize doğru gelmeye başladı.
Haris b. Bersâ el-Leysî'ye (Müslüman olmak yola çıkan yolda rastlanan ) ve arkadaşlarına uğrayıp onu ve arkadaşlarımızı yanımıza aldık.
Benî Mülevvahlar bize yetiştiler, çok yaklaştılar.
Onlarla aramızda, ancak Kudeyd vadisi vardı.
Bize doğru baktılar ve yöneldiler.
Yüce Allah, Kudeyd vadisinde Müslümanların imdadına yetişti.
Vadinin iki yanı, sel suyu ile doldu!
Sel onlarla bizim aramıza gerildi, engel oldu.
Onları geride bırakıp Medine'ye geldik

Beni Mürre Seferi
Galib b. Abdullah'ın Fedek Çevresindeki Benî Mürrelere Gönderilişi

  H.8  Safer

Benî Mürrelerin yurdu, Fedek yakınında idi.
Hicretin 5. yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamı ve İslâmiyeti yok etmek için Kureyş müşrik­lerinden Ebu Süfyan b. Harb'in kumandası altında gelip Medine'yi kuşatan 10.000 kişilik ordular birliğinin 400 kişisi, Haris b. Avf'ın kumandası altındaki Mürre oğulları idiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretin 7. yılında, Şaban ayında, 30 kişilik askerî bir birliği Beşir b. Sa'd'ın kumandası altında Mürre oğullarına göndermişti.
O sırada, Mürre oğulları, susuzluk yüzünden kışlık vadilerine çekilmiş bulunuyorlardı.
Beşir b. Sa'd, Mürre oğullarının orada bulabildikleri davar, deve ve sığırlarını iğtinam ederek onlara bir darbe indirmek istemiş, Medine'ye doğru yol almaya başlamıştı.
Bunu haber alan Mürre oğulları, Medine'ye yönelen İslâm birliğinin arkasından çok sayıda adamlar koşturmuşlar, geceleyin İslâm birliğine baskın yapmışlar, sabaha kadar çarpışıp Beşir b. Sa'd'ın arkadaşlarını şehit etmişler, içlerinden yalnız Ulbe ile şehitler arasında baygın bir halde bulunan Beşir b. Sa'd kurtulabilmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Mürreleri te'dib için, 200 kişilik askerî bir birlik hazırlayıp ,bağladığı bayrağı Galip b. Abdullah'a verdi.
Onu, birliğin başında, Benî Mürrelere yolladı.
İslâm mücahidleri, Fedek'te Beşir b. Sa'd'ın ve arkadaşlarının vurulup şehid oldukları yere kadar vardılar.
Galib b. Abdullah, Benî Mürrelerin konak yerlerini keşfetmek üzere, Ulbe b. Zeyd'i, on kişilik bir gözcü birliğinin başında öncü olarak ileri gönderdi.
Benî Mürreler davarlarını sağdılar, develerini suvarıp su başına ıhdırdılar.
Kendileri de istirahata geçtiler.
Galib b. Abdullah, mücahidleri: "Ey filan! Sen, filanla.
Ey filan! Sen, filanla... arkadaş ve kardeşsin!
Herkes, arkadaşından ayrılmayacaktır!
Sizden biriniz yanıma dönünce, ona: 'Arkadaşın filan kişi, nerededir?' diye soracağım.
Sakın, bana: 'Ben onun nerede olduğunu bilmiyorum!' diye cevap vermeyesiniz!" diyerek birbirlerine kardeş ve arkadaş yaptı.
Mücahidler, Benî Mürrelere baskın yapmak üzere hazırlandılar.
Galib b. Abdullah, mücahidlere: "Ben tekbir aldığım zaman, siz de tekbir alınız!" dedi ve hemen tekbir aldı.
Mücahidler de tekbir aldılar, kılıçlarını sıyırdılar, sabahleyin erkenden baskın yaptılar.
Benî Mürrelerin erkekleri, mücahidleri karşıladılar.
Mücahidler onları kılıçtan geçirdiler.
Orada bulunan Benî Mürrelerin birçokları öldürüldü

Siyy Seferi
Şüca b. Vehb'in Benî Âmirlere Gönderilişi

H.8     Rebiülevvel

Benî Âmirler, burada otururlardı. Hicretin 4.yılında, kırk kişilik İslâm irşad birliğini, kuşatarak şehit eden kabileler arasında bulunuyordu.
Onları te'dib etmek sırası gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Şüca b. Vehb el-Esedîyi 24 kişilik bir birliğin başında, Siyy'de bulu­nan Hevâzinlerden Benî Âmirlere baskın yapmak, bir darbe indirmek üzere gönderdi.
Mücahidler varacakları yere vardılar.
Benî Âmirlere, sabahleyin, konak yerlerinde gafil bulundukları bir sırada, her taraftan, birden baskın yaptılar.
Benî Âmirlerin pek çok deve ve davarlarını ele geçirdiler.
Bu askerî harekatın gidiş ve dönüşü 15 gece sürdü.
Esir edilip Medine'ye getirilen, kadınlar Müslüman oldular ve adamlarına iade edildiler.
Yalnız, Şüca' b. Vehb'in kendisi için ayırmış olduğu kızı, Benî Âmir heyeti, Şüca b. Vehb'in yanın­da kalıp kalmamakta serbest bıraktılar.
Kız da kalmayı tercih etti

 MUTE GAZASI

Hicret 'in 8. yılı Cemaziyelevvel /
Milâdî 629

Efendimiz (sav) 3000 kisilik bir kuvvet hazırlayıp başın Zeyd b. Hârise (ra)'yi geçirdi.
Orduyu uğurlarken, düsmanın önce İslam'a da'vet edilmesini ve kabul etmedikleri takdirde harb edilmesini emredip şunları buyurdu:
«Sayet Zeyd b. Hârise sehid olursa yerine Ca'fer bin Ebu Tâlib ve o da sehid olursa yerine Abdullah bin Revaha kumandan olsun, o da Şehid olursa ehl-i İslam içlerinden birini seçsin»

Ayrıntı

Zâtü's-Selâsil Seferi

H.8   Cemaziyelahir

(Milâdî 629.)
Bazı Arap kabileleri Mu’te Harbinin neticesini Müslümanlar için zahirî bir mağlubiyet ve gerileme olarak değerlendirmiş olacaklar ki, Medine’ye saldırmak maksadıyla bir araya gelmişlerdi
Bunlar, Kudaa, Beliy, Cüzzâm, Lahm ve Âmile adındaki kabilelerdi.
Durumu haber alan Peygamber Efendimiz, derhal Amr bin Âs Hazretlerini yanına çağırdı ve “Ey Amr, silâhını kuşan, yolculuk elbiselerini giy ve hemen yanıma gel! buyurdular.
Amr hemen gidip silahını kuşandı ve sefer elbiselerini de giyerek Efendimizin yanına vardı.
Resûl-i Ekrem, “Ey Amr,” dedi, “seni selâmete ve zenginliğe erdirsin diye askerî bir birliğin başında bir yere göndermek istiyor, en iyi dileğimle senin için zenginlik diliyorum.
” Hz. Amr, “Yâ Resûlallah, ben zengin olayım diye Müslüman olmadım.
Hiç bir karşılık beklemeden ve cihadlara katılıp, zâtınızın yanında bulunmayı arzuladığım için Müslüman oldum” diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, “Ey Amr! Zenginliğin faydalısı, insanların hayırlı ve faydalısına ne güzel yaraşır” buyurdu.
Resûl-i Ekrem Efendimizin Amr’ı (r.a.) tercih edişinin bir sebebi vardı: O da, Hz. Amr’ın Beliy Kabilesiyle akraba oluşuydu.
Baba annesi Beliy Kabilesindendi Amr’ı göndermekle onları akrabalık noktasından bir derece yumuşatmak ve İslâmiyete ısındırmak istiyordu.
Ayrıca Efendimiz, üzerine yürüyeceği kabileleri İslâma dâvet etmesi için de Amr'e emir verdi.
Bütün bunlardan sonra Hz. Amr, emrindeki Muhacir ve Ensardan müteşekkil 300 mücahidle Medine’den yola çıktı.
Müşrik kabilelerinin toplandığı bölgeye yaklaştığında, fazlaca kalabalık olduklarını gördü.
Bunun üzerine Ashabdan Rafi’ bin Mekîs’i Peygamber Efendimize göndererek acele yardım istedi.
Medine’ye gelen bu Sahabî durumu Peygamber Efendimize haber verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu istek üzerine Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah kumandasında 200 kişilik bir takviye kuvveti gönderdi.
Bunlar arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ensar ve Muhacirin ileri gelenlerinden bir çok kimse vardı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz Amr bin As’la buluşup hep birlikte hareket etmelerini ve aralarında anlaşmazlığa düşmemelerini de Hz. Ebû Ubeyde’ye sıkı sıkıya tenbih etti.
Takviye birliği sür’atle yol alarak Hz. Amr’ın yardımına yetişti.
Amr (r.a.), Ebû Ubeyde Hazretlerine, “Sizin de kumandanınız benim!
Çünkü, Resûlullaha haber gönderip bana yardım etmenizi kendisinden ben istedim” dedi.
Fakat, Ebû Ubeyde Hazretleri kendi birliğine kumandanlık etmek istedi, “Ben, emrim altındaki birliğin kumandanıyım.
Sen ise, emrin altındaki birliğin kumandanısın!”karşılığını verdi.
Hz. Amr ise, aynı şekilde, onların da kumandanı olduğunu, imamlığa yetkili olanın da kendisi bulunduğunu ifade etti.
Bu küçük münakaşaya Muhacir Müslümanlar da Ebû Ubeyde Hazretlerinin tarafını tutarak katıldılar.
Ebû Ubeyde, Hz. Resûlullahın tenbihini hatırlayınca,münakaşanın uzamasına meydan vermedi ve şöyle dedi: “Ey Amr! Resûlullah Aleyhisselâmın, Medine’den ayrılırken en son sözü,‘Arkadaşının yanına varınca, birbirinize itaat ediniz, sakın aranızda ihtilafa düşmeyiniz’ emir ve tavsiyesi olmuştur.
Eğer sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat ederim.”
Böylece başkumandanlık, münakaşa uzamadan Amr bin Âs Hazretlerinde kaldı.
Namazı da mücahidlere o kıldırmaya başladı.
Varılan yerde hava oldukça soğuk ve sertti.
Mücahidler ateş yakmak için etraftan odun toplayarak ısınmak istedilerse de kumandan Hz. Amr, buna katiyetle müsaade etmedi.
Bu durum, Ashabın itirazına sebep oldu.
Hz. Ebû Bekir, meseleyi kendisiyle konuşmak isteyince Hz. Amr bin Âs, “Sen beni dinlemek ve bana itaat etmekle emrolundun, değil mi?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, “Evet” dedi.
Bunun üzerine Hz. Amr, “O halde, neye emrolunduysan onu yap” dedi.
Hz. Ömer bu sözlere tahammül edemedi ve gidip Hz. Amr’a çatmak istediyse de, Hz. Ebû Bekir buna mani oldu ve şöyle dedi: “Bırak onu, istediğini yapsın.
Resûlullah Aleyhisselâm, onu ancak harpteki mahareti dolayısıyla başımıza kumandan tayin etti.
Mademki o, şu anda kumandandır, onun işine karışmak doğru olmaz.”
Bunun üzerine Hz. Ömer, hiddetini yenip sustu.
Aslında Hz. Amr, güzel bir taktik ve tedbir icabı mücahidlerin ateş yakmalarına müsaade etmiyordu.
O da şuydu: Düşman çok, mücahidler ise onlara nazaran sayıca az idiler.
Ateş yakıldığı takdirde sayıları ortaya çıkacak ve düşman hiç bir endişe ve korkuya kapılmadan üzerlerine hücum edecekti.
Fakat, yakılmadığı takdirde düşman mücahidlerin sayısını tam bilmeyecek ve ihtiyatlı hareket etmek durumunda kalacaktı.
Nitekim de aynı durum cereyan etti.
Müslümanların oldukça kalabalık oldukları zannına kapılan düşman kuvvetleri, çarpışmayı bile göze alamadan her biri bir tarafa dağıldı.
Az sayıda bir birlik karşı koymaya direndi.
Ancak onlar da bir müddet sonra mücahidlerin toptan hücumu karşısında dayanamayarak kaçmaya mecbur kaldılar
Harp sanatını iyi bilen komutan Amr (r.a.) kaçanları, mücahidlere bir pusu kurulmuş olabilir ihtimâlini göz önüne alarak takibden vazgeçti.
İslâm ordusu gayesine ulaşmış olmanın huzuru içinde Medine’ye döndü.

Amr bin Âs’ın Peygamberimize suali

Mücahidlerle Medine’ye dönen kumandan Amr bin Âs (r.a.), iç âleminde bir duyguya kapılmıştı.
Bu duygusunu bizzat kendisi şöyle anlatır: “Resûlullah (a.s.m.), beni askerî birliğin başında Zâtü’s-Selâsil’e göndermişti.
“Askeri birliğin içinde Ebû Bekir ve Ömer de bulunuyordu.
Resûlullahın yanında benim yerim daha üstün olmazsa, herhalde beni, Ebû Bekir ve Ömer’in başına kumandan tayin ederek göndermezdi’ diye içime doğdu.
“Hemen Resûlullahın yanına gidip ‘Yâ Resûlallah! Halkın sana en sevgilisi kimdir? ’ diye sordum.
“‘Âişe’dir,’ buyurdu.
“‘Erkeklerden kimdir?’ diye sordum.
“‘Âişe’nin babasıdır’ buyurdu.
“‘Ondan sonra kimdir?’ diye sordum.
“‘Ondan sonra Ömer’dir,’ buyurdu.
“Bir takım daha erkeklerin isimlerini saydı.
“Kendi kendime, ‘Artık bu sorumu tekrarlamayayım’ dedim.
Ve beni en sonraya bırakmasından korkarak sustum.
” Hakikat-i halde, Amr bin Âs Hazretleri, Ashâb-ı Kirâmın büyüklerindendi.
Fakat, o vakit Sahabîler arasında ona nisbetle Allah indinde ve Hz. Resûlullah katında daha sevgili ve daha efdal pek çok zatlar ve onun tabakasının üst tarafında hayli tabakalar vardı.
İşte bunu anlayan Hz. Amr, sözü daha fazla uzatmayıp kısa kesmiştir


Sifü’l-Bahr Seferi

H.8  Recep

Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı Muhacir ve Ensardan müteşekkil üç yüz kişilik bir birliğin başına kumandan tayin ederek Cüheynelerden bir kabilenin üzerine gönderdi.
Maksat, bu İslâm düşmanı kabileyi te’dip edip gereken dersi vermekti.
Mücahidler arasında Hz. Ömer de bulunuyordu.
Yolda son derece açlık sıkıntısı çeken, hattâ ağaç yapraklarını bile ısıtıp yemeğe kalkan mücahidler nihâyet Sifü’l-Bahr’e (Deniz Sahili) vardılar.
Açlıkla kıvranıp durdukları bu sırada Rezzak-ı Zülcelâl, denizden dalgalarla kocaman bir balığı çıkarıp onlara ikram etti.
Orada kaldıkları müddetçe bu balıktan yediler.
Hiç kimseyle karşılaşmayan mücahidler Medine’ye döndüler.
Mücahidler, Peygamber Efendimize (a.s.m.), deniz sahilinde yedikleri balıktan bahsedip, bundan dolayı herhangi bir şey yapmaları gerekip gerekmediğini sordular.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.), “O, Allah’ın sizin için denizden çıkardığı bir rızıktır” buyurdu ve ilâve etti: “Yanınızda, o balığın etinden başka bir şey varsa, bize de yedirseniz!”
Mücahidlerin bir kısmı yolda azık olsun diye beraberinde o balıktan getirmişti.
Peygamber Efendimize de (a.s.m.) bir parça verdiler.
Peygamber Efendimiz de ondan yedi.


Ebu Katâde'nin Hadıra'ya Gönderilişi Hadıra seferi 

H.8   Şaban

Hadıra; Necd'de Muhariblerin yurtlarındandır.
Medine'ye uzaklığı yirmi mildir.
Benî Gatafanlar, Necd'de Muhariblerin yurdu olan Hadıra'da oturmakta idiler. Hicretin 7. yılında, Benî Fezârelerle Cinab'da toplanıp Medine'ye baskın yapmak istedikleri haber alınınca, Beşirb. Sa'd 30 kişilik bir birlikle üzerlerine gönderilmişse de, onların etrafa dağıldıkları görülmüştü. Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Katâdeyi de, 15 kişilik bir birliğin başında, Hadıraya gönder­di. Abdullah b. Ebi Hadrad'ın bildirdiğine göre, gönderirken de: "Geceleri yürüyünüz, gündüzleri gizleniniz! Dağınık düzenle dört taraftan kuşatarak Gatafanlara bir­den baskın yapınız. Kadınları ve çocukları öldürmeyiniz!" buyurdu. Gatafanların nahiyesine varınca, Ebu Katâde, Allah'ın buyruklarını yerine getirmelerini, yasakladık­larından sakınmalarını mücahidlere tavsiye etti. Herkesi, ikişer ikişer arkadaş yaptı . Kumandanın verdiği direktife göre, ölmedikçe, hiç kimse arkadaşından ayrılmayacak, dönünce, arkadaşı hakkında kumandanına bilgi verecek, "Onun hakkında bir bilgim yok!" diyemeyecekti. Kumandan tekbir getirdiği zaman bütün mücahidler tekbir getirecekler, kumandan hücuma geçtiği zaman da, bütün mücahidler hücuma geçeceklerdi. Kaçan düşmanları yakalamak için arkalarına düşülüp birlikten uzaklaşmayacaktı. Gatafanların yurduna geceleyin varıldı. Birliğin kumandanı Ebu Katâde, mücahidleri ikişer ikişer keşfe gönderdi. Gönderirken: "Birbirinizden hiç ayrılmayacaksınız! Herhangi birinizin yanında arkadaşını göremediğim zaman, ona, arkadaşının ne olduğunu sora­cağım! Sakın, kaçanı yakalamak için ardına düşüp birbirinizden uzaklaşmayınız!" dedi. Mücahidler, Gatafanların konak yerini öğrendiler. Yatsı vakti olunca, kumandanı Ebu Katâde kılıcını sıyırdı. Mücahidler de kılıçlarını sıyırdılar. Kumandan tekbir getirdi. Mücahidler de tekbir getirdiler. Kumandan hücuma geçti. Mücahidler de hücuma geçtiler. Benî Gatafanların konak yerindeki büyük bir topluluğa saldırdılar. Gatafanların savaş erleri mücahidlerle çarpışmaya başladılar. Gatafanların en şerefli kişileri öldürüldüler. Benî Gatafanlardan, uzun boylu bir adam, kılıcını sıyırıp parlatarak geri geri gidiyor ve: "Ey Müslüman! Cennete gel! Cennete!" diyordu. Abdullah b. Ebi Hadrad, onun ardına düştü. Abdullah'a, arkadaşı: "Kumandanımız, kaçanı yakalamak için arkasından gitmeyeceğimiz hakkında bize tenbihatta bulunmuştu. Geri dön!" dedi. Arkadaşı, Abdullah'ın düşmanın arkasını bırakmadığını görünce de: "Vallahi, ya geri döneceksin, ya da seni kumandana haber vereceğim!" dedi. Abdullah, arkadaşının tavsiyesine yanaşmadı ve: "Vallahi, ben onu takip edeceğim!" dedi ve takip etmeye devam etti. Adam, yine: "Cennete gel, Cennete!" diyor, mücahidlere hakaret ediyordu. Arkadaşı, Abdullah'a: "Uzaklaşma! Kumandanımız, kaçanı kovalamaktan bizi men etti!? Yâhû! Nereye gidiyorsun?! Vallahi, Ebu Katâde'nin yanına gittiğim ve seni benden sorduğu zaman, bu yaptığını ona haber vereceğim!" diyerek seslenmekte idi. Abdullah, adama yaklaştı, yetişti ve bir ok atıp onu kafasından vurdu. Adam, yine: "Ey Müslüman! Cennete yaklaş!" dedi. Abdullah ona yaklaşmadı. Bir ok daha attı, adamı ölü olarak yere düşürdü. Adamın kılıcını aldı. Başını gövdesinden ayırdı. Pek çok deve ve davar iğtinam edildi. Abdullah b. Ebi Hadrad, Ebu Katâde'nin yanına varmadan önce, arkadaşıyla buluşup, ona: "Kumandanım beni senden sordu mu?" diye sordu. Arkadaşı: "Evet! Bana ve sana çok kızdı!" dedi ve ganimetlerin biraraya toplandığını, Benî Gatafanların ileri gelenlerinin öldürüldüğünü haber verdi. Ebu Katâde, Abdullah'ı çok kınadı. Abdullah; bir adamın ardına nasıl ve niçin düşüp gittiğini, onun söylediklerini, kendisini nasıl öldürdüğünü Ebu Katâdeye birer birer haber verdi. Esir alınan kadınları hayvanlara bindirdiler. Kınlarına sokulu kılıçları devenin semerine astılar. Medine'ye yöneldiler. İğtinam edilen deve ve davarlar sürülüp Medineye getirildi. Mücahidler arasında bölüştürüldü. İğtinam edilen mallar, 200 deve ile 1.000 veya 2.000 davardı. Ganimetin beşte biri ayrıldıktan sonra, kalan beşte dördü mücahidler arasında bölüştürüldü. Her hisseye ya 12'şerdeve veya bir devenin karşılığı olarak 10 davar hesabıyla tutarları olan davar­lar düşmüştü . Benî Gatafanlardan, ayrıca esirler de alınmıştı. Esirler arasında dört de kadın vardı. Bunlar, Benî Gatafanların eşraf ve ileri gelenlerinin kadın­ları idiler. Esirler mücahidler arasında bölüştürüldüğü zaman, Ebu Katâde'nin hissesine bir kadın düşmüştü. Mahmiyye b. Cez, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek: "Ebu Katâde'nin hissesine bir kadın düşmüş... Allah'ın nasip edeceği ilk ganimetten bana birkadın vermeyi vaad buyurmuştun!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Katâde'ye haber gönderip: "Senin hissene bir kadın mı düştü?" diye sordu. Ebu Katâde de: "Esir kadınlardan bir kadını, ganimetin beşte biri çıkarıldıktan sonra, kendim için almıştım!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu bana bağışla!" buyurdu. Ebu Katâde de: "Olur yâ Rasûlallah!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam, o kadını Ebu Katâde'den alıp Mahmiyye b. Cez'e verdi.


Abdullah b. Ebi Hadrad'ın
Gâbe'ye Gönderilişi Gâbe seferi

H.8   Şaban

Gâbe; Şam yolu üzerinde, Medine yakınında, bir yerdir.
Abdullah b. Ebi Hadrad der ki: "Benî Cüşem kabilesinden büyük bir oymağa mensup bulunan Rifaâ b. Kays (veya Kays b. Rifâa) adındaki kişi, kavmi ve kendi adamlarıyla birlikte gelip Gâbe'ye konmuştu.
Kaysları Resûlullah Aleyhisselamla savaştırmak istiyordu.
Kendisi, Cüşem kabilesi içinde ad ve şan sahibi idi.
Resûlullah Aleyhisselam beni çağırdı. Yanıma da, Müslümanlardan iki kişi kattı ve:'Şu adamın yanına kadar gidiniz! Ya onu, ya da ondan bana bir haber ve bilgi getiriniz! buyurdu.
Bize yaşlı ve arık bir deve verip, birimizi onun üzerine bindirdi.
Vallahi, adamlar arkasından elleriyle itmedikçe, deve ayağa kalkamadı, ayağa da güçlükle kalkabil­di.
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselam: 'Bunun üzerine nöbetleşe bininiz ve o (adam)a erişiniz!' buyurdu.
Hemen yola çıktık.
Yay, ok ve kılıç gibi silahlarımız da yanımızda idi.
Güneş batarken, Benî Cüşemlerin konak yerlerinin yakınında hayvan otlattıkları bir yere vardık.
Ben orada bir köşeye sindim.
İki arkadaşıma da, Benî Cüşemlerin konak yerine yakın bir köşeye sinmelerini emrettim ve: "Benim konak yerine hücuma geçip tekbir getirdiğimi işittiğiniz zaman, ikiniz de tekbir getiriniz ve benimle birlikte hücum ediniz! dedim.
Vallahi, biz böylece Benî Cüşemlerin uykuya dalma veya onlardan bazılarını ele geçirme fırsatını, gece karanlığı bizi bürüyüp açılıncaya kadar bekledik durduk.
Benî Cüşemlerin bu bölgede hayvanlarını otlatan bir çobanları vardı.
Çobanları yanlarına dönmekte gecikince, onun hakkında endişelenmeye başladılar.
Benî Cüşemlerin başkanı olan Rifâa b. Kays kalktı, kılıcını alıp boynuna astıktan sonra: 'Vallahi, ben bu çobanımızın izini izleyeceğim!
Muhakkak, onun başına bir felâket gelmiştir!' dedi.
Yanında bulunan kimselerden bazıları: 'Vallahi, onu izlemeye sen gitme!
Senin yerine bizim gitmemiz yeter!' dediler.
Rifâa b. Kays: 'Vallahi, onu izlemeye benden başkası gitmeyecektir!' dedi.
'Öyleyse, seninle birlikte biz de gelelim!' dediler.
Rifâa b. Kays: 'Vallahi, sizden hiç kimse de benim izimden gelmesin!' dedi ve benim bulunduğum yerden kendi­sine atacağım okumu yetiştirebileceğim bir yere kadar geldi.
Geçeceği sırada, oku atıp kalbine sapladım.
Vallahi, hiç konuşturmadan üzerine atıldım ve başını kestim.
Konak yerine saldırdım ve tekbir getirdim.
İki arkadaşım da saldırdılar ve tekbir getirdiler.
Vallahi, konak yeri halkı ancak kadınları ve çocuklarıyla yanlarındaki mallarından binecek veya taşınabilecek hafiflikte olanlarını alarak kaçıp kurtulabildiler.
Kendilerinin pek çok deve ve davarlarını sürüp Resûlullah Aleyhisselamın yanına getirdik.
Resûlullah Aleyhisselam, bu develerin onüçünü bana verdi.


Uyeyne b. Hısn ile Hâris b. Avf'ın Müslüman Olmak Üzere Yola Çıkışları

Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf; Müslüman olmaya karar vererek, Medine'ye gitmek üzere hazır­lanıp yola çıkmışlardı.
Yolda Ferve b. Hübeyretü'l-Kuşeyrîye rastladılar. Ferve, umre yapmak üzere Mekke'ye gitmekte idi.
Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf, Ferve ile konuştular.
Üzerinde durdukları işi, yapmak istedikleri şeyi ona haber verdiler.
Ferve: "Bence, şu Hudeybiye musalahası içinde, kavminin ona (Muhammed Aleyhisselama) ne yapacağını görünceye ve Kureyşîlerden edineceğim haberi size getirinceye kadar, acele etmeseniz, ağırdan alsanız iyi olur" deyince, Medine'ye gitmeyi geri bıraktılar.
Ferve b. Hübeyre; Kureyş müşrikleriyle görüşüp konuştuktan sonra, Mekke'den dönüşünde, Uyeyne b. Hısn ve Haris b. Avf la buluştu.
Onlara Kureyş müşriklerinin durum ve tutumunu bildirdi: "Gördüm ki; Muhammed'in kavmi, onun muzaffer olacağına kesin olarak kanaat getirmişler! Onun üzerine yürümeye yeltenir gibi oluyorlar.
Fakat, işin sonucunu düşünüp geri duruyorlar!
Ayaklarının birini ileriye atarlarsa, diğerini geriye atıyorlar!" dedi.
Uyeyne b. Hısn, Ferve ile konuştuktan sonra, Hicretin 8. yılında, Mekke'nin fethinden biraz önce, Medine'ye gelip Müslüman oldu.

 

Benî Süleymlerden Medine'ye Gelip Müslüman Olanlar

Benî Süleymlerden Kays b. Nuseybe, Medine'ye gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın konuşmasını dinledi.
Peygamberimiz Aleyhisselama bazı şeyler sordu.
Aldığı cevaplan ezberledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından İslâmiyete davet edilince de, Müslüman oldu.
Kays b. Nuseybe, kavmi olan Benî Süleymlerin yanına döndüğü zaman: "Ben, Rumların tercemelerini, Farsların fısıltı ve mırıltılarını Arapların şiirlerini, kâhinlerin kehânet­lerini, Himyer dilbazlarının sözlerini dinlemişimdir.
Onların sözlerinden, Muhammed'in söylediklerine hiçbir uyanı, benzeyeni yoktur!
Siz beni dinleyiniz de, ondan nasibinizi, payınızı alınız!" diyerek onları İslâmiyete davet ve teşvik etti.
Râşid b. Abdi Rabbih de, Süleymlerin putlarının bakıcısı idi.
Bir gün, iki tilkinin gelip putun üzerine işediğini görünce: "Üzerine tilkilerin işeyerek horlamış olduğu birşey nasıl Tanrı olabilir?" dedi ve onu kırıp attıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona: "İsmin nedir?" diye sordu.
"Gavîb. Abduluzzâ'dır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Senin ismin Râşid b. Abdi Rabbih'tir" buyurdu.
Râşid, Müslüman oldu.
Müslümanlığını İslâm amelleriyle güzeli eştirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun hakkında: "Râşid, Benî Süleymlerin hayırlısıdır!" buyurdu ve onu Benî Süleymlerin sancaktarı yaptı.
Süleymlerin Şerid oğullarından Kıdr b. Ammar da, Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanı­na gelip Müslüman oldu.
Kavminden 1.000 atlı getirmek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselama söz verdi.
Kavminin yanına dönünce, durumu onlara anlattı.
Kavminden yüz kişi geri kaldı. Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gitmek maksadıyla 900 kişiyi yanına alarak yola çıktı
Yolda ölüm döşeğine düştü.
Kavminden üç kişiye vasiyette bulundu: Abbas b. Mirdas'ı 300 kişinin başına geçirdi.
Cebbar b. Hakem'i 300 kişinin başına geçirdi.
Ahnes b. Yezid'i 300 kişinin başına geçirdi ve: "Boynumdaki va'di yerine getirmek üzere, şu zâtın (Muhammed Aleyhisselamın) yanına gidiniz!" dedikten sonra öldü.
Yüce Allah ondan razı olsun. Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke'nin fethine gittiği ve Kudeyd'de bulunduğu sırada, Süleym oğulları, aralarında Abbas b. Mirdas, Enes b. lyaz ve Raşid b. Abdi Rabbih de olduğu halde, 900 kişilik bir kafile halinde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler ve Müslüman oldular. Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara: "Güzel yüzlü, tatlı dilli, doğru yeminli, imanlı zât nerede?" diye sordu.
Benî Süleymler: "Yâ Rasûlallah! Allah onu katına davet, o da Allah'ın davetine icabet etti" dediler ve onun hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama bilgi verdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Bini tamamlayacak olan ve haklarında bana söz verilmiş bulunan o kişiler nerede?" diye sordu.
"Kabileden yüz kişi Kinanelerle aramızda çıkacak savaştan korkarak geri kaldılar!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "'Bu yılınızda size Kinanelerden hoşlanmayacağınız hiçbir şey, hiçbir zarar gelmeyecektir! diye onlara haber salınız!" buyurdu.
Münakka b. Malik'in kumandası altında, yüz kişi olarak, onlar da Hedde'ye geldiler.
Atların kişnemelerini işitince, Süleym oğulları: "Yâ Rasûlallah! Bize mi geldiler?!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Hayır! Gelenler lehinizedir, aleyhinize değil! Süleym b. Mansur geldi!" buyurdu.
Süleym oğulları, Abbas b. Mirdas'ın kumandası altında, Mekke'nin fethinde ve Huneyn savaşında bulundular.
Yüce Allah hepsinden razı olsun!

 



Taif'in Kuşatılması

Taif; rakımı yüksekçe, akarsuları, ekinlikleri,hurma bahçeleri, üzüm bağları bulunan,muz ve sair meyveler yetişen,Mekke'nin doğusunda, Mekke'ye iki-üç merhalelik büyük bir şehirdir.
Evtas'ta tutunamayarak bozguna uğrayan Sakîfler, Taife sığınıp şehrin kapılarını üzerlerine kil­itlemişler, savaşmaya hazırlanmışlardı.
Sakîfler, daha önce, kalelerini de onarmış,bir yıl kuşatılacak olsalar ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar gıda, erzak maddelerini de kale içinde depolamış bulunuyorlardı.
Taif kalesi, şehrin üzerinde olup, iki kapılı idi.
Sakîfler, debbabe, mancınık ve kalkan yapma sanatını öğrenmek üzere Urve b. Mes'ud ile Gaylan b. Seleme'yi, daha önce Cüreş'e göndermişlerdi.
Bunun için, bunlar, ne Huneyn savaşında,ne de Taif in kuşatılmasında bulunmamışlardır.
Bunlar, bu sanatları öğrenince,Taif kalesinde görevlendirileceklerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Huneyn'den boşalınca, Taifte üslenen düşmanlar üzerine yürümeye hazırlandı.
Halid b. Velid'i 1.000 kişilik bir kuvvetle öncü birliği olarak önden yola çıkardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam önce Evtas karargâhına uğradı.
Oradan Nahletü'l-Yemâniye üzerine doğru gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam Liyye'de bir mescid yaptı ve mescidin içinde namaz kıldı.
Mescidin duvar taşlarını ashab taşımış, duvarlarını Peygamberimiz Aleyhisselam örmüştür.
Peygamberimiz Aleyhisselam, öğle namazını Liyye'de kıldığı zaman orada gördüğü bir köşkün kime ait olduğunu, Liyyelilerden sordu.
Liyyeliler: "Bu, Malik b. Avfın köşküdür" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Malik b. Avf nerededir?"diye sordu.
"Onun şimdi Sakîflerin kalesinde olduğunu göreceksin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Köşkün içinde kim var?" diye sordu.
Liyyeliler: "Hiç kimse yok!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam,mücahidlere: "Yakınız onu!" buyurdu.
Köşk öğle vaktinden güneş batıncaya kadar yakıldı.
Müslümanlar Evtas'a yürüdükleri zaman Malik b. Avf Taife gitmişti.
Taiflilerin muhasara edileceklerini düşünerek hazırlandıklarını, kalelerini onarmış ve kalenin içine de yeteri kadar yiyecek toplamış olduklarını gören Mâlik b. Avf, bunun üzerine, Taifte oturmuştu.
Beliyye'de, Ebu Uhayha Saîd b.Âs'ın mülkü ve bu mülkün yüksekçe bir tarafında da kabri bulunuy­ordu.
Ebu Uhayha, müşrik olarak ölmüştü
Peygamberimiz Aleyhisselam kabre doğru bakınca,Hz. Ebu Bekir: "Allah bu kabrin sahibine lanet etsin!
Çünkü o, Allah'a ve Allah'ın Resûlüne meydan okuyanlardandı!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ölüler hakkında-isterse onlar müşrik olsunlar kötü söz söylemek onlara erişmez, fakat dirileri inci­tir!" buyurunca, Ebu Bekir sustu.
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam Liyye'den ayrıldı.
Liyye'den ayrılınca Dayka yolunu tuttu.
Öncü birliği kumandanı Halid b. Velid, Taif kalesine yaklaşıp, onlara yüksek sesle: "Ya sizden birisi yanınıza dönünceye kadar emanda olmak üzere yanıma insin, kendisiyle konuşayım; ya da, aynı şekilde, ben sizin yanınıza varıp sizinle konuşayım " diyerek seslendi.
Taifliler: "Ey Halid! Ne bizden senin yanına bir adam inecektir, ne de sen bizim yanımıza geleceksin!
Muhakkak ki, senin sahibin, bizden başka,çarpışmayı iyi bilen bir kavimle karşılaşmamıştır!" dedil­er.
Halid b. Velid: "Benim sözümü dinleyiniz!
Yesrib'de, Hayber'de, kaleler ve kuvvetlere sahip olanlar, Resûlullah Aleyhisselama teslim oldular, boyun eğdiler!
Fedek'e bir tek elçi gönderdi.
Onlarda, onun hükmüne boyun eğdiler.
Ben size Kurayza Yahudilerinin günlerce kuşatıldıktan sonra Resûlullah Aleyhisselama nasıl boyun eğmek zorunda kaldıklarını ve savaş erlerinin öldürülüp çoluk çocuklarının esir edildiklerini hatırlatır ve sizi uyarırım!
Resûlullah Aleyhisselam Mekke'yi fethetmiş, Hevâzinleri de mağlup ve esir etmiş bulunmaktadır.
Siz yeryüzünde ancak şu kalenizin içinde sıkışmış kalmış bulunuyorsunuz.
Çevrenizde bulunanlar da, Müslüman olmuşlar, bırakılmışlardır..." dedi
Taifliler: "Biz dinimizden kat'iyyen ayrılmayız!" dediler.
Ardından İslâm Mücahidlerine Ok Yağdırdı ve Karargâh Başka Bir Yere Değiştirilmek Zorunda Kalındı
Hatta, Müslümanlardan bazıları yaralanarak şehit oldular.
İslâm ordugâhı, Taif surlarına çok yakındı.
Taifliler çıkıp Müslümanları oka tutuyor ve hemen geri dönüp kapılarını kapatıyorlardı.
Müslümanlar ise, onların surundan içeriye girmeye güç yetiremiyorlardı.
Hubab b. Münzir, karyenin dışında, Taif Mescidinin bulunduğu yere kadar gidip geldi ve orasının karargâh edinilmeye elverişli olduğunu bildirdi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam ordugâhı oraya, yani halen Taif Mescidinin bulun­duğu yerin yanına kaldırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan iki zevcesinden birisi Hz. Ümmü Seleme, diğeri de Hz. Zeyneb idi.
Onlar için de iki çadır kuruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam namazlarını bu iki çadır arasında kılar ve orada otururdu.
Sakîfler Müslüman olduktan sonra, Amr b. Ümeyye b. Vehb b. Muattib b. Malik Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kıldığı yere bir mescid yaptı.
İşte, Sariye diye anılan mescid budur.

Taif'in Kuşatılışı ve Sakîfleri Boyun Eğdirmek İçin Bazı Tedbirlere Başvuruluşu

Peygamberimiz Aleyhisselam Taif'i yirmi geceden fazla müd­det kuşattı.
Taif halkı olan Sakîflerle, günlerce, en şiddetli bir şekilde ok savaşı yapıldı.
Yezid b. Zem'a b. Esved, atının üzerinde ilerleyip konuşmak üzere Sakiflerden eman vermelerini istedi.
Sakîfler eman verdiler.
Fakat, yanlarına varırken, onu okla vurup şehit ettiler.
Yezid b. Zem'a'nın kardeşi Yakub b. Zem'a ise, onu yakalamak için, saklanıp fırsat kolluyordu.
Kaleden çıkınca, Hüzeyl'i yakaladı, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi ve: "Yâ Rasûlallah! Bu, kardeşimi (eman verildiği halde) öldüren adamdır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun boynunu vurdurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam; mancınık kurulup Taiflilerin taşa tutulması hususunu ashabıyla konuştu.
Selmânü'l-Fârisî: "Ben de Sakîflerin kalelerine karşı mancınık kurulmasını uygun görüyorum.
Çünkü, biz Fars ülkesinde düşman kalelerine karşı mancınıklar diktiğimiz gibi, düşmanlarımız tarafından da bize karşı mancınıklar dikilirdi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, mancınık yapılmasını emretti.
Selmanül-Fârisî, bir mancınık yapıp,Taife karşı dikti.
Tufeyl b. Amr'ın da, Zülkeffeyn putunu yıkıp Taife debbâbe getirdiği rivayet edilir.
Peygamberimiz Aleyhisselam kale dışında ordugâh çevresindeki yerlere hasek=hurma ağacından yapılmış, ayaklara batan çatal çengeller döşetti.
Müslümanlardan bazıları, sığır derisinden yapılmış debbâbenin altına girdiler.
Kalenin duvarını kazıp delmek için sürünerek kale duvarına yaklaştılar.
Sakîfler, onların üzerlerine ateşte kızdırılmış sapan demirleri ve şişler bırakarak debbâbeyi yardılar, yaktılar.
Müslümanları debbâbenin altından çıkmak zorunda bıraktılar.
Kızgın şişlerden yanıp şehit olanlar şehit oldu, sağ kalanlardan bir kısmını da oklarla şehit ettiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif üzüm bağlarındaki asmaların kesilmesini veya yakıl­masını, herkesin meyvesi yenmeyen ağaçlardan beşer tane kesmesini emretti.
Bu, onları bezdirip boyun eğdirmek içindi.
Nitekim, Sakîfler: "Malları bozup dağıtıp mahvetmeyiniz!
Onlar ya bize kalır, ya da sizin olur!" diyerek seslendiler.
Uyeyne b. Hısn, Ya'lâ b. Mürretü's-Sakafî'ye: "Bunu kesmekte bana ecir mi var sanki?!" dedi.
Ya'lâ, Uyeyne'nin yanına gelip: "Evet!" dedi.
Uyeyne:"Sana ancak Cehennem var!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunu işitince: "Uyeyne Cehenneme Ya'lâ'dan daha lâyık ve müstahaktır!" buyurdu.
Müslümanlar, üzüm asmalarını kesmeye koyuldular.
Hz. Ömer, Süfyan b. Abdullah es-Sakafîye: "Vallahi, çoluk çocuğunun geçim babasını (üzüm asmalarını) keseceğiz!" diyerek seslendi.
Süfyan: "Su ile toprağı da gideremezsiniz ya!" dedi.
Fakat, üzüm asmalarının kesilmeye başladığını görünce, dayanamadı ve: "Yâ Muhammedi Mallarımızı ne için kesiyorsun?!
Bizi yenersen, ya onu sen alırsın, ya da dediğin gibi Allah'ın rızasını ve akrabalık hakkını gözetir, bize bırakırsın!" diyerek seslendi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ben, üzüm bağınızı, Allah'ın rızasını ve akrabalık hakkını gözeterek bırakıyorum!" buyurdu ve üzüm asmalarını daha fazla kestirmekten vazgeçti.
Peygamberimiz Aleyhisselam Esved oğullarının üzüm bağlarını bıraktırdı, onlara dokundur­madı.

Ebu Süfyan'ın Kaleden Atılan Bir Okla Bir Gözünü Kaybedişi

Ebu Süfyan b. Harb, Taif savaşında, kaleden atılan bir okla gözünün birini kaybetti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vararak: "Ya Rasûlallah! Bu gözüm, Allah yolunda kayboldu!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "İstersen dua edeyim,Allah gözünü eski haline çevirsin, istersen bunu Cennette yapsın?" buyurdu.
Ebu Süfyan b. Harb, bunun Cennette olmasını tercih etti.

Halid b. Velid'in Sakîflere Meydan Okuyuşu

Halid b.Velid, Sakîflere: "Kaleden dışarı çıkıp çarpışacak kim var?" diyerek seslendi: Fakat, hiç kimse kaleden dışarı çıkmadı.
Halid b. Velid, tekrar onlara meydan okudu.
Yine, kaleden dışarı çıkan olmadı.
İbnYalil: "Bizden hiçbiri, seninle çarpışmak için kaleden inmeyecektir! Biz kalemizde oturacağız!
Çünkü, bizim yıllarca yetecek yiyeceklerimiz var!
Eğer bu yiyecekler tükenir, sen de o zamana kadar beklersen, hepimiz kılıçlarımızı sıyırır, senin karşına çıkarız!
Son erimiz ölünceye kadar seninle çarpışırız!" diyerek seslendi.

Kaleden İnecek Kölelerin Hür Sayılacaklarının İlan Ettirilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ne zaman bir köle kaleden iner ve yanımıza gelirse, o hürdür!" diyerek ilan ettirdi.
Bunun üzerine, kaleden bazı köleler inip Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam onları azad etti, hürriyetlerine kavuşturdu.
Kaleden inen köleler,ondokuz kadardı.
Köleler Müslüman oldukları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, onları, yedirip içirtmeleri için, hali vakti yerinde olan bazı Müslümanların yanlarına verdi ve kendilerine Kur'an okutmalarını ve sünnetleri öğretmelerini de emretti.
Sakîfler Müslüman oldukları zaman, içlerinde Haris b. Kelede'nin de bulunduğu Sakîf eşrafı, gelip bu köleler hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştular, onların kendilerine geri verilmelerini istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onlar, Allah'ın azadlamış olduklarıdır!
Kendilerini geri çevirmeye yol yoktur!" buyurdu.
Taifliler bunu işitince son derecede üzüldüler, bunaldılar, kölelerine kızdılar.

Uyeyne b. Hısn'ın Taiflilerle Konuşmak Üzere Taif'e Gidişi

Uyeyne b. Hısn: "Yâ Rasûlallah! Bana izin ver de, Taif kalesine gidip onlarla konuşayım!" Belki Allah onlara hidayet nasip eder" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Sakîflerle konuşmak ve onları İslâmiyete davet etmek üzere ona izin verdi.
Bunun üzerine, Uyeyne b. Hısn, Taiflilere: "Bana eman verir misiniz, yanınıza geleyim?"diye sordu.
Taifliler: "Evet!" dediler.
Ebu Mıhcan, onu görünce, tanıdı ve: "Yaklaş!" dedi.
Uyeyne yaklaşınca: "İçeri gir!" dedi.
Uyeyne b. Hısn, yanlarına girdi ve onlara: "Babam, anam sizlere feda olsun!
Vallahi, Muhammed hiçbirzaman sizin gibisiyle karşılaşmadı!
Kalenizde direnin!
Sizin kaleniz sarp ve içinde korunmaya elverişlidir!
Silahınız çoktur!
Bol akarsularınız vardır.
Kat'iyyen korkmayın!
Vallahi, biz köleden daha zayıfız!
Siz sakın ellerinizi verip teslim olmayın!
Şu ağaçların kesilmesi de size ağır gelmesin!" dedi.
Uyeyne kaleden dışarı çıkınca, Sakîfler, Ebu Mıhcan'a: "Biz onun içeri girmesinden hoşlanmadık!
O bizde ve kalemizde gördüğü bozuklukları Muhammed'e haber verir diye korkuyoruz!" dediler.
Ebu Mıhcan: "Ben onu çok iyi tanırım: Bizim içimizde, Muhammed'e Uyeyne'den ve onunla birlikte bulunanlardan daha katı düşman olan bir kimse yoktur!" dedi.
Uyeyne b. Hısn Taif'ten dönüp gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam ona: "Ey Uyeyne! Onlara ne söyledin?" diye sordu.
Uyeyne b. Hısn: "Onlara İslâmiyeti emr ve kendilerini Müslümanlığa davet ettim.
Cehennemle korkuttum,Cennete kılavuzladım!
İslâmiyete giriniz!
Vallahi, Muhammed yurdunuzun ortasında sizi teslim almadıkça geri durmaya­caktır!
Kendiniz için, ondan eman alınız!
Sizden önce, Kaynuka, Nadir, Kurayza ve Hayber Yahudileri gibi kaleliler, silahlar sahipleri mey­danlarda ona teslim oldular! dedim.
Gücümün yettiği kadar, onları horlaştırdım, yardımsızlaştrdım ve çaresizleştirdim!" dedi.
Uyeyne b. Hısn konuşurken, Peygamberimiz Aleyhisselam, susup duruyordu.
Uyeyne b. Hısn sözlerini bitirince, ona: "Yalan söylüyorsun!
Sen onlara şöyle şöyle söyledin!" diyerek, onun söylemiş olduğu sözleri birer birer nakletti.
Uyeyne b. Hısn: "Doğru söyledin yâ Rasûlallah!
Ben, bu sözlerimden dolayı Allahtan mağfiret dilerim!
Allah'a ve sana tevbe ederim" dedi.
Hz. Ömer: "Yâ Rasûlallah! Bırak beni de, götürüp şunun boynunu vurayım?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Hayır! Ashabımı öldürüyorum diye, insanlar benim aleyhimde laf ederler!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir de, Uyeyne b. Hısn'a ağır sözler söyledi ve: "Yazıklar olsun sana ey Uyeyne!
Demek, sen temelli bâtıl üzerinde direnip duracaksın hâ?!
Sen kaç kenedir; Benî Nadîr, Benî Kurayza ve Hayber günlerinde karşımıza çıktın!
Üzerimize asker yığdın!
Kılıç çekip bizimle çarpıştın!
Sonra da, güya Müslüman oldun! (Müslüman olduğun halde) düşmanımızı bize kışkırtmaktan geri durmuyorsun!?" dedi.
Uyeyne b. Hısn: "Ey Ebu Bekir! Allahtan yarlıganmamı diliyor, O'na tevbe ediyorum!
Ben bir daha bu kötülüklere dönmeyeceğim!" dedi.

Taif Muhasarasının Kaldırılışı

Müslümanlar, Taif kalesine hep birden hücuma kalkmak için Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu fethedeceğimizi sanmıyorum!
Onun fethi hakkında bize şimdilik izin verilmemiştir!" buyurdu.
Ebu Mıhcan, Taif kalesinin üzerinde dikilerek, Müslümanlara: "Ey Muhammed'in köleleri! Siz vallahi şimdiye kadar bizden başka iyi çarpışan kimselerle karşılaş­madınız ve en kötü bir yerde de tutulup kalmadınız!
Sizler, umduğunuz şeylere eremeden dönüp gideceksiniz!
Bizler çok katıyız ve katı kalbliyiz!
Bizim babalarımız da, katı ve katı kalbli idiler!
Vallahi, bizim size teslim olacak, boyun eğecek kabilemiz yok!
Taif'i sağlam ve sarp bir kale yapmışızdır!" diyerek bağırdı.
Hz. Ömer: "Ey İbn Habib! Sen bu deliğinden çıkıncaya kadar, geçimliklerini kesmeye devam edeceğiz!
Sen ancak er geç deliğinden çıkacak bir tilki gibisindir!" dedi.
Ebu Mıhcan: "Ey İbn Hattab! Siz üzüm asmalarını keserseniz, su ve toprak ile onlar tekrar meydana gelmez mi?" dedi.
Hz. Ömer: "Sen suyun ve toprağın yanına gitmeye güç yetiremeyeceksin ki!
Sen içeride ölünceye kadar, biz senin deliğinin kapısından ayrılmayacağız" dedi.
Hz. Ömer böyle söyleyince, Hz. Ebu Bekir: "Ey Ömer! Böyle söyleme!
Çünkü, Resûlullah Aleyhisselama Taif i fethe daha izin verilmedi" dedi.
Hz. Ömer: "Bunu sana Resûlullah Aleyhisselam mı söyledi?" diye sordu.
Hz. Ebu Bekir: "Evet!" dedi.
Hz. Ömer: "Demek, onlar üzerine galebe çalmaya izin verilmedi?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Evet! İzin verilmedi" buyurdu.
Hz. Ömer: "Öyleyse, göç etmeye hazırlanmaları halka haber verilecek mi?" diye sordu:
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Evet!"buyurdu.
Dönüş için ilan yapılınca, Müslümanlar konuşmaya ve birbirlerine gidip gelmeye başladılar ve: "Taif'i fethetmeden nasıl dönüp gideriz?!
Allah bize buranın fethini nasip edinceye kadar buradan ayrılmayız!
Vallahi, bunlar, şimdiye kadar karşılaştıklarımızdan daha önemsiz ve daha azdırlar!
Mekkelilerin ve Hevâzinlerin topluluklarıyla karşılaştık.
Allah, o toplulukları dağıttı.
Bunlar ise, deliğine sinmiş tilkiden ibarettirler!
Eğer bunları kuşatmaya devam edecek olursak, şu kulübelerinde ölür giderler" dediler.
Aralarında konuşmalar, anlaşmazlıklar çoğaldı.
Hz. Ebu Bekir'e gidip onunla konuştular.
Hz. Ebu Bekir, onlara: "Bu işi Allah ve Allah'ın Resûlü daha iyi bilir.
Emir Resûlullah Aleyhisselama gökten gelir!" dedi.
Hz. Ömer'e gittiler.
Hz. Ömer bu işe karışmaktan kaçındı ve: "Biz, Hudeybiye hadisesini gördük!
Hudeybiye'de içime Allah'tan başkasının bilmediği şüphe girdi.
O gün, Resûlullah Aleyhisselama hiç yapmadığım sözlerle başvurdum.
Az kalsın ev halkım ve malım mahvolup gidecekti!
Onun Allah tarafından yaptığı işte bizim için hayır vardı.
Halk için, Hudeybiye barışından daha hayırlı bir fetih olmamıştır!
Resûlullah Aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiği günden Hudeybiye'de barış yazısının yazıldığı güne kadar Müslüman olanlardan daha çok kimseler, kılıç kullanılmadan Müslüman oldular.
Resûlullah Aleyhisselamın yaptığında hayır vardır.
Ben, o işten sonra, hiçbir zaman, hiçbir iş hakkında ona dönüp itiraz edemem.
Bu iş, Allah'ın işidir.
O, Peygamberine, dilediğini vahyeder!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif'i fethe izin vermeyince: "İnşaallah, yarın döneceğiz!" buyurdu.
Bu, Müslümanlara çok ağır geldi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam: "Öyleyse, yarın sabah, çarpışmaya hazırlanınız!" buyurdu
Sabahleyin, savaştılar ve yaralandılar!
Peygamberimiz Aleyhisselam: "İnşaallah, yarın döneceğiz!" buyurdu.
Bu, Müslümanların hoşuna gitti.
Hemen yol hazırlığına giriştiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam,onlara bakıp gülümsedi.
Müslümanların, böyle, Peygamberimiz Aleyhisselamın dönüş emri hakkındaki yararlılığı görerek kendi görüşlerini değiştirmeleri de, Peygamberimiz Aleyhisselamın hoşuna gitti.
Sakîfler, Müslümanların Taif muhasarasını kaldırarak ayrılmaya başladıklarını görünce, Saîd b. Ubeyd es-Sakafî: "Biliniz ki; Sakif kabilesi yerinde duruyor!" diyerek seslendi.
Uyeyne b. Hısn da: "Evet! Öyledir!
Vallahi, onlar şerefli ve kıymetli olarak yerlerinde duruyordur ve duracaklardır!" diye karşılık verdi, Saîd'in sözünü benimsedi.
Müslümanlardan birisi, ona: "Allah seni kahretsin!
Resûlullah Aleyhisselam a karşı koyan müşrik bir kavmi mi övüyorsun!?
Güya, sen Resûlullah Aleyhisselama yanında gelmiştin?!" diyerek çıkıştı.
Uyeyne b. Hısn: "Vallahi, ben sizin yanınızda Sakiflerle çarpışayım diye gelmedim.
Fakat, Muhammed'in Taif'i fethetmesini, kendim için Sakîflerden bir kız ele geçirip onunla evleney­im de, o bana belki bir erkek çocuk doğurur diye arzu ettim.
Çünkü, Sakîfler çok zeki ve cin fikirli bir kav­imdir!" dedi.
Hz. Ömer Uyeyne b. Hısn'ın bu sözlerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Taif'ten Ayrılacakları Sırada Müslümanlara Tavsiyesi ve Taifliler Hakkındaki Duası

Peygamberimiz Aleyhisselam, Taif'ten ayrılacakları sırada, Müslümanlara: "'Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur.
O, Birdir.
Va'dini yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş, biraraya toplanmış kabileleri tek başına bozguna uğratmıştır.
Bizler, inşaallah, tevbe edicileriz,
Rabbimize ibadet ve hamd edicileriz deyiniz!" buyurdu.
Müslümanlar "Yâ Rasûlallah! Sakîfler aleyhinde Allah'a dua etsen!
Onların okçuları canımızı yaktı!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Allah'ım! Sakîflere doğru yolu göster.
Onları bize getir!" diyerek dua etti.

Taif Savaşında Şehit Olan Sahabiler

1. Saîd b. Saîd b. Âs b. Ümeyye,
2. Urfuta b. Cennab
3. Abdullah b. Ebu Bekir,
4. Abdullah b. Ebu Ümeyye b. Muğîre,
5. Yezid b. Zem'a b. Esved
6. Abdullah b. Âmir b. Rebiatü'l-Anezî,
7. Sâib b. Haris b. Kays,
8. Cüleyha b. Abdullah b. Muharibü'l-Leysî,
9. Abdullah b. Haris b. Kays,
10. Sabit b. Ceza ,
11. Haris b. Sehl b. Ebi Sa'saa.
12. Münzirb. Abdullah,
13. Rekîb b. Sabit b. Salebe b. Sevban b. Muaviye.
Yüce Allah hepsinden razı olsun!

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidlerle Birlikte Ci'râne'ye Gidişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Taiften ayrılarak Dahnâyı tuttu.
Dahnâ; Taif şehrinin sancak­larından olup, rivayete göre, toprağından Adem Aleyhisselamın yaratılmış olduğu yerdir.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Dahnâ'dan sonra vardığı yer Kam-ı Menâzil idi.
Kam-ı Menâzil, Necdlilerin ihrama girme yeridir.
Aleyhisselam, Kam-ı Menâzil'den sonra, Nahle'ye geldi.
Nahle'den sonra, Ci'râne'ye doğru yol almaya başladı.

Sürâka b. Cu'şum'un Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşması ve Müslüman Olması

Sürâka b. Cu'şum der ki: "Taif'ten Ci'râne'ye doğru indiği sırada Resûlullah Aleyhisselamla buluştum. Müslümanlar, Resûlullahın önünde, aralıklı, birbirlerinin ardısıra, takım takım gidiyorlardı.
Ensardan 40 kişilik bir süvari birliğinin arasına girdim.
Süvariler, saplamak için mızraklarını bana çevirdiler ve: 'Sen nereye gidiyor ve ne yapmak istiyorsun?! dediler.
Beni tanımadılar.
Resûlullah Aleyhisselamı görünce, tanıdım.
Sesimi işitecek kadar yanına yaklaştım.
Hicret sırasında Ebu Bekir'in benim için yazmış olduğu yazıyı, iki parmağımın arasında tutarak kaldırdım.
'Yâ Rasûlallah! Bu, benim için yazdığın (yazdırdığın) yazıdır!
Ben, Sürâka b. Cu'şum'um!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam: 'Bugün, verilen sözü yerine getirme ve iyilik yapma günüdür!
Onu yanıma yaklaştırınız! buyurdu.
Yanına yaklaştırıldım,Müslüman oldum.
'Yâ Rasûlallah! Kendi develerim için doldurduğum havuzlarımın başını, yitirilmiş develer sararlar.
Havuzdan onları suvarırsam, bana ecir ve sevap var mıdır?' diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam: 'Evet! Her ciğeri olanı suvarmakta ecir ve sevap vardır!' buyurdu.
Kendisine, bundan başka birşey sormadım.
Sonra, mallarımın yanına döndüm.
Mallarımın zekatını ayırıp Resûlullah Aleyhisselama gön­derdim ."
Allah ondan razı olsun!

Peygamberimiz Aleyhisselamın Ci'râne'ye Gelişi ve Orada Konaklayışı

Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlarla birlikte Ci'râneye geldi ve orada konakladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ci'râne'ye Zilkade ayında geldi ve Ci'râne'de onüç gece kaldı.
Ci'râne; Mekke ile Taif arasında bir sudur.
Mekke'ye Taif'ten daha yakındır.
Orada umre için ihrama girmişlerdir.

Ci'râne'de Toplanan Harp Esirleri ve Ganimet Malları

Hevâzinlerden alınan harp esirleriyle ganimet malları Ci'râne'de bulunduruluyordu.
Hevâzinlerden alınan esir kadın ve çocukların sayısı 6.000 idi.
Ganimet malları ise: 24.000 deve, 40.000'den fazla davar, 4.000 ukiyye gümüş idi.

Esirlere Elbise Giydirilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke'ye giderek elbise satın alıp esirlere giydirmesini, esir kadın­ların elbisesiz dışarı çıkmamalarını Büsr b. Süfyanü'l-Huzâi'ye emretti.
Büsr, kalkıp Mekke'ye gitti.
Bütün esirler için elbise satın alıp geldi ve onlara giydirdi.

Bedevî Müslümanlar Ganimet Mallarını Bölüştürmesi İçin Peygamberimiz Aleyhisselamı Sıkıştırdı ve Çekiştirdi

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ganimet mallarından, elinizde, iğneden ipliğe varıncaya kadar, büyük ve küçük ne varsa getirip geri veriniz!
Ganimet mallarına hıyanet etmeyiniz!
İyi biliniz ki; ganimet malına hıyanet etmek, edenler için, Kıyamet gününde ayıpların en kötüsü ve Cehennem ateşi olacaktır!" buyurdu.
Akîl b. Ebu Talib, zevcesi Fâtıma binti Şeybe b. Rebia'nın yanına varmıştı.
Akil'in kılıcında kan bulaşığı vardı.
Zevcesi, ona: "Senin müşriklerle savaştığını biliyorum!
Müşriklerin ganimetlerinden ne elde ettin bakayım?" dedi.
Akil: "Al şu iğneyi!
Onunla elbiseni dikersin! dedi ve o iğneyi ona verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın münadisinin: "Ganimet mallarından kim birşey almışsa, getirip onu geri versin!" diyerek seslendiğini işitince, Akîl zevcesinin yanına döndü ve: "Vallahi, sanıyorum ki, o iğnende elden gidecektir!" dedi.
İğneyi ondan alıp ganimet mallan arasın­da attı.
Ensardan bir zât da, kıldan eğirilmiş bir yumak ip getirdi ve: "Yâ Rasûlallah! Bu yumağı devemin sırtına çul yapayım diye almıştım.
Bunu bana bıraksanız olmaz mı?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Eğer bu şey benim hisseme veya Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşecek olursa, senin olsun!" buyurdu.
Ensarî: "Mademki iş buraya vardı
Artık bu yumak bana gerekmez!" dedi ve yumağı elinden, ganimet mal­larının içine bıraktı.
Abdullah b.Zeydü'l-Mâzinîde, müşriklere ok atmak için almış olduğu yayı getirip ganimet mallarının içine attı.
Başka bir adam da, gelip: "Yâ Rasûlallah! Bu ipi düşmanlar bozguna uğradığı zaman bulmuştum.
Devemin üzerindeki semeri onunla sıkılıyordum
Bu bende kalsa olmaz mı?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Eğer o benim hisseme düşerse, senin olsun!
Fakat Müslümanların hisselerine düşerse, ne yaparsın?" buyurdu.

Ganimet Mallarının Sayılıp Hesaplanarak Mücahidler Arasında Bölüştürülüşü

Peygamberimiz Aleyhisselam; Müslümanları ve ganimet mallarını saymasını ve herkesin hissesini hesaplamasını Zeyd b. Sâbit'e emretti.
Ganimetleri bölüştürmeye ve dağıtmaya da Ebu Cehm Huzeyfietü'l-Adevî'yi memur etti.
Herkese hisselerini dağıttırdı: Piyadelerden her birine; ya dörder deve, ya da bunların karşılığı olarak kırkar koyun; Süvarilere ise; ya on ikişer deve, ya da bunların karşılığı olarak yüzyirmişer koyun düştü.
Yanlarında bir attan fazla at bulunduranlara, birden fazla at için hisse verilmedi.

Kalbleri İslâmiyete Isındırılacak, Alıştırılacak Olanlara Yapılan İhsanlar

Peygamberimiz Aleyhisselam; ganimet mallarının Kur'ân-ı Kerîm'e göre (Enfâl: 41) kendisine tes­lim edilmiş olan beşte birinden Müellefe-i Kulûba (kalbleri İslâmiyete ısındırılacak, alıştırılacak olanlara) dağıtım yaptı ki, bunlar halkın eşrafından olup, hem kendilerinin, hem kavimlerinin İslâmiyete ısındırılıp, kazandırılmaları gerekiyordu.
Zaten, bunlar, zekat ve sadaka verilecekler arasında bulunuyorlardı.
Müellefe-i Kulûb: 1. Ebu Süfyan b. Harb, 2. Safvan b. Ümeyye, 3. Akra b. Habis, 4. Uyeyne b. Hısn, 5. Abbas b. Mirdas, 6. Malik b.Avf, 7. Hakîm b. Hizam... gibi, Kureyşîlerin başkanlarından, Arapların ileri gelenlerinden olup kavimleri arasında nüfuzlu, güçlü ve birçok tabileri bulunan kişilerden idiler.
Müellefe-i Kulûb'dan bazıları gerçekten Müslüman olmuştu.
Bazıları, görünüşte Müslüman, fakat kalben münafık idiler.
Bazıları ise, Müsâlimîn'den (Müslümanlarla barış yapmış müşriklerden) idiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam bütün bunlara sadaka ve ganimetlerden vermek, güzel muamele etmekle, bazılarından gelebilecek kötülükleri önleyip Müslümanların gönüllerini rahatı aştırmayı, içlerinden Müslüman olanların İslâmiyette sebatlarını ve teb'alarının onlara uyarak Müslüman olmalarını sağlamayı, Müslümanlıkları henüz gelişmemiş, güzelleşmemiş olanların da Müslümanlıklarını geliştirip güzelleştirmeyi gerçekleştirmek istemiştir
Buna göre, Müellefe-i Kulûb üç gruptu:
*Kalbleri İslâmiyete ısındırılmak, alıştırılmak için kullanılanlardı. Safvan b. Ümeyye ve benzerleri gibi.
*Henüz Müslüman olup İslâmiyette sebatları sağlanmak üzere kullanılanlardı. Ebu Süfyan Sahr b. Harb ve benzerleri gibi.
*Dıştan Müslüman, içten münafık olup; şerlerinden selamette kalınmak için kullanılanlardı Uyeyne b. Hısn, Abbas b. Mirdas, Akra b. Habis ve benzerleri gibi.
Müellefe-i Kulûbdan sayılanların, Uyeyne b. Hısn'dan başka hemen hepsi, sonradan Müslümanlıklarını sağlamlaştırmış, güzelleştirmiş, ilim ve faziletleriyle tanınmışlardır.
Yüce Allah onlardan razı olsun!
Müellefe-i Kulûba Yapılan Dağıtım İçinde 4.000 ukiyye gümüş de bulunan Huneyn ganimeti dağıtılmak üzere Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne konulduğu sırada, Ebu Süfyan Sahr b. Harb gelip: "Yâ Rasûlallah! Sen Kureyşîler içinde servetçe en zengini olarak sabahladın!
Bugün Kureyşîlerin en zengini sensin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi.
Ebu Süfyan: "Yâ Rasûlallah! Bu mallardan bana da versen olmaz mı?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey Bilal! Ebu Süfyan için kırk ukiyye gümüş tart!
Kendisine, develerden de, yüz deve veriniz!" buyurdu.
Ebu Süfyan: "Bundan oğlum Yezid'e de versen?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bilal-i Habeşî'ye: "Ona da kırk ukiyye gümüş tartınız, yüz de deve veriniz!" buyurunca, Ebu Süfyan: "Yâ Rasûlallah! Oğlum Muaviye için de versen?" dedi
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey Bilal! Ona (Muaviye b. Ebu Süfyan'a da) kırk ukiyye gümüş tart! Yüz de deve veriniz!" buyurdu.
Ebu Süfyan; üçyüz deve ile yüzyirmi ukiyye gümüşü alınca. Peygamberimiz Aleyhisselama: "Babam, anam sana feda olsun! Sen ne kadar kerem ve iyilik sahibisin!
Seninle savaştığım zamanlarda, sen ne güzel savaşçı idin!
Seninle barış yaptığım zamanda da, sen ne güzel barışçı idin!
Senin bu yaptığın; keremin, iyiliğin son derecesidir!
Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!" dedi.
* Hakîm b. Hizam der ki: "Resûlullah Aleyhisselamdan yüz deve istedim. Yüz deve verdi.
Tekrar istedim. Yüz deve daha verdi. Tekrar istedim. Yüz deve daha verdi.
Sonra da: 'Ey Hakîm b. Hizam! Bu mal çoktur ve güzeldir!
O, gönül cömertliği ile tutan kişi için, uğurlu ve bereketli olur!
Gönül pintiliği ile tutan kişi için de, uğursuz olur.
Onu yer, bitirir de, yine karnı doymaz! veren el, alan elden hayırlıdır! buyurdu."
Rivayete göre; Hakîm b. Hizam, Peygamberimiz Aleyhisselam a: "Seni hak ve gerçek dinle peygamber gönderen Allah'a andolsun ki; senden sonra hiçbir kimseden hiçbir şey almayacağım!" dedi
Peygamberimiz Aleyhisselamın verdiği ilk yüz deveyi alıp, sonrakileri bıraktı.
Hakîm b. Hizam, Hz. Ebu Bekir'in halifeliği sırasında da, Hz. Ömer'in halifeliği sırasında da, kendi­sine verilmek istenilen hiçbir şeyi almaya yanaşmamış;
Hz. Ömer "Ey Müslümanlar cemaati! Ey insanlar! Hakîm b. Hizam'ı hakkını almaya davet ettiğime, kendisinin ise bunu almaya yanaşmadığına, sizi şahit tutuyorum!
Ona şu ganimetten Allah'ın nasip ettiği hakkı arzettiğim halde, o bunu almaktan kaçınıyor!" diyerek şikâyetlenmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Huneyn ganimet mallarından kendisine ayrılmış bulunan beşte bir hisseden Müellefe-i Kulûba dağıtmaya devamla: Nudayr b. Haris b. Kelede'ye yüz deve, Süheyl b. Amr'a yüz deve, Huvaytıb b. Abduluzzâ'ya yüz deve, Alâ' b. Câriyetü's-Sakafîye yüz deve Uyeyne b. Hısn'a yüz deve, Akra' b. Hâbis'e yüz deve, Malik b. Avfu'n-Nasrî'ye yüz deve, Safvan b. Ümeyye'ye yüz deve verdi.
Zayi olanların bedelleri ödenmek şartıyla Safvan b. Ümeyye'den emaneten yüz adet zırh gömlek ve gerekli silahlar alınmış ve bunların bazıları Huneyn ve Taif savaşlarında zayi olmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam onların bedellerini de ödemek istediği zaman, Safvan b. Ümeyye: "Yâ Rasûlallah! Ben bugün Müslüman olmak istiyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın ganimet malları arasında dolaştığı ve onlara göz gezdirdiği sırada, Safvan b. Ümeyye Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunuyor; develer, davarlar ve güdücülerle dolu vadiye doğru bakıp duruyor; Peygamberimiz Aleyhisselam da onun halini gözucuyla süzüyordu.
Safvan b. Ümeyye vadinin içindeki mallara bakışını uzatınca, Peygamberimiz Aleyhisselam ona: "Ebu Vehb! O vadi pek mi hoşuna gidiyor?" diye sordu.
Safvan b. Ümeyye: "Evet!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "O vadi de, içindekiler de senin olsun!" buyurdu.
Bunun üzerine, Salvan kendisini tutamadı: "Peygamber kalbinden başka hiçbir kimsenin kalbi, bu derece (mâsivadan) pâk ve üstün olamaz!
Şehadet ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed, Allah'ın kulu ve resûlüdür!" dedi ve hemen orada Müslüman oldu.
Safvan b. Ümeyye der ki: "Resûlullah bana bu ihsanda bulununcaya kadar, kendisi insanlar içinde en çok nefret ettiğim, en çok kin beslediğim bir kimse iken, nihayet, bana, insanların en sevgilisi oluvermişti!"
Safvan b. Ümeyye, Müslümanlığını İslâm amelleriyle geliştiren, güzelleştiren Kureyşîlerden di.
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Süfyan, Uyeyne b. Hısn, Akra b. Habis ve Süheyl b. Amr gibi bazı nüfuzlu kişilere kendisine ait beşte bir hisseden bolca ihsanlarda bulunup Ensara bu beşte birden birşey vermemesi, onların gönüllerinde bir üzüntü, bir kırgınlık meydana getirdi ve bazılarına yer­siz ve ağır laflar ettirdi: "Artık vallahi Resûlullah Aleyhisselam kavmine kavuştu, başkalarını ne yapsın!
Savaşmayanlara veriyor da, savaşanlara vermiyor!
Vallahi, doğrusu bu şaşılacak şeydir!
Onların kanları kılıçlarımızdan damlıyor!
Ganimetlerimiz ise onlara veriliyor!?
Resûlullah Aleyhisselam bizim ganimetlerimizi öyle bir cemaate veriyor ki, bizim kanlarımız onların kılıçlarından, onların kanları da bizim kılıçlarımızdan damlıyor!
Allah Resûlünü yarlıgasın!
O Kureyşilere veriyor da, bizleri bırakıyor!
Savaş zamanı geldi mi, onun ashabı biz oluyoruz!
Fakat, ganimet bölüşümü zamanı gelince, onun kavmi ve kabilesi önde tutuluyor!?
Sıkışıldığı zaman biz çağırılıyoruz!
Ganimet ise bizden başkalarına dağıtılıyor!?" diyecek kadar ileri gittiler.
Bu sözleri, Ensarın söz ve görüş sahibi olanları değil, yaşları küçük gençleri söylemişlerdi.
Abdullah b. Mes'ud der ki: "Resûlullah Aleyhisselamın Huneyn ganimetini bölüştürdüğü sırada, Ensar münafıklarından bir adam, Muattib b. Kuşeyr de: 'Bu dağıtımda Allah'ın rızası gözetilmiyor! dedi.
Ona: 'Vallahi, bu söylediğini, Resûlullah Aleyhisselama ulaştıracağım!' dedim ve Resûlullah Aleyhisselama gidip haber verdim.
Resûlullah Aleyhisselamın yüzünün rengi değişti.
Kendisini üzen bu haberi getirdiğime pişman oldum.
Resûlullah Aleyhisselam: 'Allah Musa'ya rahmet etsin!
Kendisine bundan daha çok ezâ edildiği halde, o bunlara sabredip kat­lanmıştı.
Bir peygamber de kavmine Allah'ın emirlerini getirip tebliğ ettiği zaman, kavmi onu yalanladılar ve onun başını da yardılar!
O Peygamber ise, eliyle hem yüzünün kanını siliyor, hem de: 'Allah'ım! Kavmimi yarlığa!
Çünkü, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar! diyerek dua ediyordu' buyurdu."
Ensarın ileri gelenlerinden Sa'd b. Ubâde de, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girerek: "Yâ Rasûlallah! Şu Ensar kabilesi, aldığın ganimeti bölüştürürken senin kavmine ve sair Arap kabilelerine bol bol dağıtıp Ensara ise ondan birşey vermemek suretiyle yaptığın uygulamadan, sana karşı kainlerinde kırgınlık ve üzüntü duymaktadırlar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Öyleyse, haydi, benim için kavmini şu çevrede, çitin içinde topla!" buyurdu.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Ensarla Konuşması

Sa'd b. Ubâde, gidip Ensarı topladı.
Ensarın ileri gelenleri, deriden bir çadır içinde toplandılar
Oraya Muhacirlerden bazıları da gelip girdiler.
Başka gelenleri, geri çevirdiler.
Ensar toplanınca, Sa'd b. Ubâde, gelip Peygamberimiz Aleyhisselama: "İşte, Ensar kabilesi, senin için toplanmış bulunuyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların yanına vardı ve: "Ey Ensar cemaati! Sizin tarafınızdan söylenmiş olup bana haber verilen yersiz ve ağır sözlerin sebebi nedir?
Bana karşı, kalblerinizde ne için kırgınlık ve üzüntü duyuyorsunuz?
Sizler şöyle şöyle mi söylediniz?" diye sordu
Ensar: 'Evet!" dediler.
Ensarın anlayışlı olanları ise: "Yâ Rasûlallah! Bizim söz ve görüş sahibi olanlarımız, başkanlarımız, birşey söylemediler.
Amma, yaşları küçük bazı gençlerimiz: 'Allah Resûlünü yarlıgasın!
O bizi bırakıyor da, Kureyşîlere ihsanda bulunuyor!
O Kureyşîlere ki, daha kılıçlarımızdan onların kanları damlamakta!' demişler" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey Ensar cemaati! Ben sizi dalâlete düşmüş kimseler olarak bulmadım mı? Sizler yollarını şaşırmış kimseler iken, ben sizin yanınıza gelmedim mi? Allah'ın hidayeti, size benim yüzümden erişmedi mi? Sizler yoksul iken Allah benim yüzümden sizleri zengin kılmadı mı? Sizler birbirinize düşmanlar iken, Allah kalblerinizi benim yüzümden birleştirip ısındırmadı mı? Sizler parçalanmış, darmadağın olmuş bir durumda iken, Allah sizleri benim yüzümden derleyip toparlamadı mı?" diye sordu.
Ensar: "Yâ Rasûlallah! Sen bizi karanlıklar içinde buldun!
Allah bizi senin sayende nura, aydınlığa çıkardı!
Sen bizi bir ateş çukurunun başında buldun!
Allah bizi senin sayende ondan kurtardı!
Sen bizi dalâlet ve şaşkınlık içinde buldun!
Allah bizi senin sayende doğru yola kavuşturdu.
Biz Allah'ı Rab, İslâmiyeti din, Muhammed'i de peygamber olarak kabul etmiş bulunuyoruz!
Yâ Rasûlallah! Sen ne istersen yap! Allah ve Resûlünün üzerimizdeki minnet ve nimetleri üstündür!
Allah'a ve Resûlüne minnettarız!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey Ensar cemaati! Siz benim sorularıma neden benim istediğim gibi cevap vermiyorsunuz?" diye sordu
Ensar: "Sana başka ne cevap verelim yâ Rasûlallah?
Kavuşmuş olduğumuz bütün nimet ve ihsanlar Allah'tandır ve Allah'ın Resûlü yüzündendir!" dedil­er.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Vallahi, siz, isteseydiniz: 'Sen bize yalanlanmış olarak gelmiştin!
Biz seni doğruladık!
Sen terkedilmiş olarak bize gelmiştin!
Biz sana yardımcı olduk!
Sen yurdundan sürülmüş olarak gelmiştin!
Biz seni barındırdık!
Sen bize yoksul olarak gelmiştin!
Biz sana kendimiz gibi verdik, baktık!' deseydiniz, muhakkak ki, doğru söylemiş ve benim tarafımdan da doğrulanmış olurdunuz!
Ey Ensar cemaati! Ben sizleri sımsıkı bağlı bulunduğunuz Müslümanlığınıza ve sizin için ahirette hazırlanmış bulunan üstün mükâfatlara havale edip, küfür çağına çok yakın olan yeni Müslüman olmuş veya olmak üzere bulunan birtakım adamların kalblerini İslâmiyete ısındırmak, alıştırmak maksadıyla kendilerine dünyalık verdiğimden dolayı ne diye kalblerinizde kırgınlık ve üzüntü duyuyorsunuz?!
Ey Ensar cemaati!
Birtakım insanlar aldıkları dünyalıklar, davarlar ve develerle çıkıp giderlerken, sizler Resûlullah ile birlikte yurdunuza dönüp gitmeye razı değil misiniz?
Vallahi, sizin Resûlullahla birlikte dönüp gitmeniz, onların dünyalıklarla dönüp gitmelerinden daha hayırlıdır!" buyurdu.
Ensar: "Evet yâ Rasûlallah! Biz buna razıyız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Sizler hassınız (seçkin ve olgun kişilersiniz)!
Sair insanlar ise, avam (halk) takımıdırlar.
Muhakkak ki, sizler, benden sonra, yakın bir gelecekte, başkalarının sizlere üstün tutulacağını da göreceksiniz!
Allah'a ve Resûlüne kavuşuncaya kadar, sizler buna da sabredip katlanınız!" buyurdu.
Ensar: "Sabredip katlanacağız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Kıyamet günü, ben Havuz başında bulunacağım!
Sizinle buluşma yerimiz Havuz başı olsun!
Benden sonra Bahreyn hasılatının herkesten ayrı olarak size tahsisi için Bahreyn'e yazacağım!
O zaman, o, sizin için fetihten daha üstündür!" buyurdu.
Ensar: "Yâ Rasûlallah! Senden sonra, bize dünya gerekmez!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Muhammed'in varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; eğer hicret fazileti olmasay­dı, Yüce Allah bana Muhacirlerden biri olmak ismini vermeseydi, Ensardan bir fert olmayı ister. Ensardan bir fert olurdum !
Eğer bütün halk bir yol tutup gitse, Ensar da bir yola yönelse, hiç şüphesiz, Ensarın yöneldiği yolu tutardım !
Ey Allah'ım! Ensarın oğullarına, onların oğullarının oğullarına rahmet et!" diyerek dua etti
Ensar, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar!
Onların gözlerinden akan yaşlar sakallarını ıslattı!
Peygamberimiz Aleyhisselam da onlarla birlikte ağladı.
Ensar: "Biz, ganimet hissesi olarak Resûlullaha razıyız!" dediler.
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam konak yerine döndü.
Ensar da dağıldılar.
Yüce Allah onlardan razı olsun!

Kur'ân-ı Kerîm'in Huneyn Ganimetiyle İlgili Açıklaması

Huneyn ganimeti dağıtımına yapılan itirazlar üzerine, Yüce Allah tarafından indirilen âyetlerde şöyle buyuruldu:
"Onlardan, sadakaların taksimi hususunda seni ayıplayacaklar da vardır.
Çünkü, onlardan kendilerine diledikleri verilirse hoşlanırlar, diledikleri verilmezse kızarlar.
Onlar, Allah ve Resûlü kendilerine ne verdiyse, ona razı olsalardı da: 'Bize Allah yeter! Yakında bize lutf u kereminden Allah da verir, Resûlü de verir.
Biz ancak Allah'a rağbet edicileriz! deselerdi ne olurdu!
Sadakalar; Allahtan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, sadaka tahsildarlarına, kalbleri Müslümanlığa alıştırılmak, ısındırılmak istenilenlere, esirlere, borçlulara, Allah yolunda harcamalara, yolda belde kalmış olanlara mahsustur.
Allah herşeyi hakkıyla bilendir. Her yaptığını yerli yerince yapandır."

Müellefe-i Kulûb Yahudiler ve Hıristiyanlardan da olsalar, zengin de olsalar, kendilerine sadaka verilebilir. Peygamberimiz Aleyhisselam; beşte bir ganimet hissesinden artan malların Merru'z-zahran'daki Mecenne nahiyesinde tutulmasını emretti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları, belki, Mekke-Medine arasında oturan çöl Araplarından rast­ladıklarına-İslâmiyete ısındırmak ve alıştırmak için dağıtacaktı.

Nudayr b. Hâris'in Müslüman Oluşu

Nudayr b. Haris der ki: "Ben, Fetih yılına kadar, heryerde Kureyşîlerin yanında bulunmuştum.
Muhammed Aleyhisselam Huneyn gazasına çıktığı zaman, biz de birlikte gitmiştik.
Muhammed Aleyhisselam bozguna uğrayacak olursa, biz de ona baskın yapmak istiyorduk.
Fakat, bu bizim için mümkün olmadı.
Dönülüp Ci'râne'ye gelindiği sırada da vallahi aynı düşüncede iken, Resûlullah Aleyhisselam anlamış olmalı ki, gülerek beni karşıladı ve: 'Nudayr! Sen misin? dedi. 'Buyur!' dedim. Bana: 'Ben seni Huneyn günü yapmak istediğin, fakat Allah'ın yapmak istediğin şeyle senin arana gerilip sana yaptırmadığı şeyden daha hayırlısına kılavuzlasam olur mu?' diye sordu.
Yanına varınca, bana: 'İçinde bulunduğu şeyin boşluğunu göreceğin zaman daha gelmedi mi?' diye sordu.
İyice anladım ki; Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı, herhalde onların bana bir yararı dokunurdu. 'Şehadet ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur! O, Birdir. O'nun eşi, ortağı yoktur!' dedim. Resûlullah Aleyhisselam: 'Allah'ım! Onun sebatını arttır!' diyerek dua etti. Resûlullah ı hak ve gerçek dinle peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; kalbim dinde sebat­ta bir kaya gibi sapasağlam durur ve beni destekler oldu. Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam: 'Hamd olsun Allah'a ki, ona doğru yolu gösterdi!' buyurdu." Dil oğullarından bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın Nudayr b. Hâris'e yüz deve vereceğini müjdeleyince, Nudayr b. Haris Müslümanlığı rüşvetle kabul etmiş olmamak için önce bunu almaktan kaçınmış, sonra kendisinin bu hususta hiçbir talebi olmadığını ve bunun bir ihsan olabileceğini düşünerek kabul etmiş, on devesini de müjdeleyiciye bağışlamıştır. Nudayr b. Haris; kendisine Müslümanlığı nasip edip, atalarının üzerinde ölüp gittikleri, kardeşiyle amca oğullarının öldürüldükleri şey üzerinde öldürmediği için, Yüce Allah'a çok çok şükrederdi. Yüce Allah ondan razı olsun! Ebu Mahzûre'nin Müslüman ve Mekke Müezzini Oluşu Ebu Mahzûre der ki: "On genç arasında, Peygamber Aleyhisselamla birlikte Huneyn'e gitmiştik. O zaman, kendisi bize insanların en nefret edileni, istenilmeyeni ve hoşlanılmayanı idi. Huneyn'den dönüşünde, yolda Resûlullah Aleyhisselama rastladık. Ci'râne'de Resûlullah Aleyhisselamın müezzini namaz için kalkıp ezan okudu. Müezzinin sesini işitince, bizler, gizlenmiş olarak, onlarla alay etmiş olmak için, ezanı yüksek sesle tekrarladık. Resûlullah Aleyhisselam: 'Getiriniz bana şu gençleri! buyurdu. Getirildik, önünde durduk. Bize: 'Haydi, ezan okuyunuz!' buyurdu. Okuduk Okuyanların birisi, sonuncusu ben idim. Resûlullah Aleyhisselam: 'Sesini en çok yükselttiğini işittiğim, içinizden hanginizdir?' diye sordu. Arkadaşlarımın hepsi birden bana işaret ettiler ve beni doğruladılar. Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam onları saldı, beni orada tuttu, alıkoydu. 'Bunun, işitmiş olduğum sesi, ne güzeldir! Kalk, namaz için ezan oku!' buyurdu. O zaman, bana, Resûlullah Aleyhisselamdan da, onun emrettiği şeyden de daha sevimsiz gelen birşey yoktu! Resûlullahın önünde ayağa kalktım. Ezan okumayı bana kendisi öğretti ve ezberletti: "Allâhu Ekber! Allâhu Ekber! Allâhu Ekber! Allâhu Ekber! Eşhedü en lâ ilahe illallah! Eşhedü en lâ ilahe illallah! Eşhedü enne Muhammederresûlullâh! Eşhedü enne Muhammederresûlullâh! Hayye alessalâh! Hayye alessalâh! Hayye alelfelâh! Hayye alelfelâh! Allâhu Ekber! Allâhu Ekber! Lâ ilahe illallah!' de!' dedi. 'Sabahın ilk ezanını okuduğun zaman da: 'Hayye alelfelah'tan sonra: 'Essalâtu hayrun minennevm! Essalâtu hayrun minennevm!' İkamet getireceğin zaman da: 'Kad kâmetissalâh! Kad kâmetissalâh!' de! Duydun mu? 'Allâhu Ekber!' ve 'Eşhedü en lâ ilahe illallah!' derken sesini yükselt! 'Eşhedü enne Muhammederresûlullâh!' derken sesini kıs!' buyurdu. Sonra, beni çağırdı. Ezanı okuttuğu zaman, bana bir kese gümüş para verdi. Elini alnıma koydu. Yüzümü, gözümü, sırtımı sığadı ve: 'Allah senin hakkında hayırlı ve mübarek kılsın!' buyurdu. 'Yâ Rasûlallah! Mekke'de benim müezzinlik yapmamı emretsen?' dedim. 'Senin Mekke'de müezzinlik yapman için emir veriyorum! Git! Mekkelilerin ezanını oku! Attâb b. Esîd'e, 'Mekkelilerin ezanını okumamı, bana Resûlullah emretti' de!' buyurdu. Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselama karşı, içimdeki bütün sevgisizlikler gidip, yerine sevgi doldu! Mekke valisi Attâb b. Esîd'in yanına vardım. Resûlullah Aleyhisselamın emriyle, namaz ezanlarını okumaya başladım." Ebu Mahzûne, Huneyn'den dönüşte, Ci'râne'de Müslüman oldu. Yüce Allah ondan razı olsun! Ebu Mahzûre, önceleri, ezanı Bilal-i Habeşî ile birlikte okurdu. Kendisi, ezan okuyanların en gür ve güzel seslisi idi. Mekke Mescid-i Haram müezzinliği, Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Mahzûre'yi tayin edişin­den başlayarak, oğuldan oğula geçe geçe sürüp gitmiştir. Ebu Mahzûre, Peygamberimiz Aleyhisselamın eli değdi diye saygısından dolayı, alnının saçını hiç kestirmemiştir. Peygamberimiz Aleyhisselamın Umre Yapmak Üzere Ci'râne'de İhrama Girişi Peygamberimiz Aleyhisselam; Ci'râne'de, Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. Sonra, umre için ihrama girdi. Ci'râne vadisini ihramsız geçmedi. Beytullah'ı görünceye kadar, tel biyeyi kesmedi. Kabe'nin Benî Şeybe kapısında devesini indirdi ve Mescid-i Haram'a girdi. Geceyi Mekke'de geçirmiş gibi sabahladı. Peygamberimiz Aleyhisselam, Safa ile Merve arasında dört gidiş üç gelişten ibaret olan sa'yi de deve üzerinde yaptı ve yedinci devresinde Merve yanında başının saçını kazıttı. Attâb b. Esîd'in Mekke Valiliğine Tekrar Tayin Edilişi Peygamberimiz Aleyhisselam, umresini yapıp, Medine'ye dönmek üzere Mekke'den ayrılacağı sıra­da Attâb b. Esîd'i Mekke'ye tekrar vali olarak tayin etti. Zaten, Huneyn gazasına çıkarken de, onu Mekke'de vali olarak görevlendirmişti. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey Attâb! Benim seni kimlerin üzerine vali tayin ettiğimi biliyor musun?" diye sordu. Attâb: "Allah ve Allah'ın Resûlü daha iyi bilir!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ben seni Yüce Allah'ın ev halkı üzerine vali tayin ediyorum! Sen buna razı değil misin? Eğer onlar için senden daha hayırlı olanını bilseydim, bulsaydım, onların üzerine onu tayin ederdim!" buyurdu. Attab b. Esîd; gerçekten salih, bilgili, faziletli, son derecede verâ ve takva sahibi, Allah adamı idi. Kendisi, vali tayin edildiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu. Peygamberimiz Aleyhisselam ona günlük iki dirhem valilik maaşı (geçimliği) bağladı. Attab b. Esîd, Mekke halkına; Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisini günlük iki dirhem geçimlik­le Mekke valiliğinde görevlendirdiğini, geçim hususunda hiç kimseye muhtaç olmadığını bildirmiş, "İki dirhemle açlığını gideremeyen kimsenin karnını, Allah acıktırsın!" demiştir.
Yüce Allah ondan razı olsun!

Muaz b. Cebel'in Mekke'de Fıkıh ve Kur'ân-ı Kerîm Öğretmenliğine Tayin Edilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Attâb b. Esîd'i Mekke valiliğine tayin ettiği zaman, Muaz b. Cebel'i de, Mekkelilere fıkıh ve Kurân-ı Kerîm öğretmek üzere, Mekke'de bıraktı.
Muaz b. Cebel ile birlikte Ebu Musa el-Eş'ar'nin de Mekke'de Kur"ân ve fıkıh öğretmek üzere bırakıldığı rivayeti de vardır.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye Dönüşü

Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke'den Ci'râne'ye dönüp, geceyi Ci'râne'de geçirmiş gibi sabahladı.
Perşembe günü, Müslümanlarla birlikte Ci'râne'den yola çıkıp Batn-ı Şerife, oradan da Merru'z-zahran'a giden yolu tutarak Merruz-zahran'a geldi.
Zilkade ayının kalanında, Zilkade ayından kalan altıncı gecede Medine'ye geldi.
Hevâzin temsilcileri, geldiler esirleri malları geri istediler
Peygamberimiz Aleyhisselamın kendilerine emrettiği üzere, ayağa kalktılar ve: "Biz, çocuklarımız ve kadınlarımız hakkında Resûlullahın Müslümanlar katında, Müslümanların da Resûlullah katında şefaatini diliyoruz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kalkıp Müslümanlara bir hutbe irad buyurdu.
Hutbesinde, Yüce Allah'a lâyık olduğu üzere hamd ü senada bulunduktan sonra: "İmdi, şu kardeşleriniz, tevbe ve nedamet ederek, Müslüman olarak bize geldiler.
Ben de, esirlerini geri vermeyi uygun gördüm.
Sizden her kim esirlerini gönlünden koparak, karşılıksız geri vermeyi arzu ederse, bunu yapsın!
Müslümanlar "Resûlullahın hatırı için, onlara bu esirlerini gönlümüzden koparak bağışlıyoruz!" dediler.
Bunun üzerine, Müslümanlar konak yerlerine döndüler.
Peygamberimiz Aleyhisselama her bir kabile halkının Hevâzin esirlerini geri vermeye muvafakat ettiklerini ve bundan hoşnutluk duyduklarını bildirdiler.
Zeyd b. Sabit de, Ensarı birer birer dolaşarak, onlara: "Esirleri teslim edecek misiniz?" diye sordu
Hiçbiri itiraz etmedi.
Hepsi de teslim etmeye razı oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer'i de Muhacirlere gönderdi.
O da, esirleri teslim etmelerini onlardan istedi.
Hiçbir itiraz eden olmadı. Hepsi muvafakat ettiler.
Ebu Rühmü'l-Gıfârî de, Arap kabilelerini dolaştı Onlar da, teslim etmeye razı olmak hususunda birleştiler
Ellerinde bulunan esirleri Hevâzin temsilcilerine teslim ettiler.
Abdurrahman b. Avf'a düşen kadın ise, kalmak veya kavminin yanına dönmekte serbest bırakıldı.
O da, kavminin yanına gitmek istedi ve gönderildi.
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın elindeki kadın ise, onun yanında kalmayı tercih etti.
Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Talha ve Safvan b. Ümeyye'nin hissesine düşen kadınlar kavimlerine tes­lim edildiler.
Hz. Ömer, kendisine düşen kadını oğlu Abdullah'a bağışlamıştı.
Abdullah da onu Benî Cumahlardan dayılarının yanına göndermişti.
Hevâzinler, sonradan gelip onu da aldılar, götürdüler.

Hevâzinlerin Başkanı ve Başkumandanı Malik b. Avf'ın Müslüman Oluşu

Peygamberimiz Aleyhisselam; Hevâzin esirleri ve malları bölüşülürken, Hevâzinlerin başkanı ve başkumandanı Malik b. Avf'ın ev halkı ile mallarını bölüştürme dışında tutmuş, ev halkının da Mekke'de onların halaları olan Ümmü Abdullah binti Ebu Ümeyye'nin yanında bir müddet tutuklu bulundurul­malarını emretmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hevâzin temsilcilerine: "Malik b. Avf ne yapıyor?" diye sormuştu.
Temsilciler: "O, kaçıp Taif kalesine girdi.
Şimdi Sakîflerin yanında bulunuyor!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Malik'e haber veriniz ki; eğer Müslüman olur, yanıma gelirse, kendisine ev halkını ve malını geri verir, ayrıca da yüz deve ihsan ederim" buyurdu.
Malik b. Avf, Peygamberimiz Aleyhisselamın yaptığı vaadleri ve kavmi hakkında yapılanları, ken­disinin ev halkı ile mallarının tutulduğunu ve korunduğunu haber alınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın söylediklerini Taifliler, Sakîfler öğrenirler de kendisini tutuklarlar diye korktu.
Adamlarına, devesini hazırlamalarını emretti.
Dahnâ'da devesini hazırladılar.
Atını getirmelerini emretti,geceleyin atı Taife getirildi.
Gece Taif kalesinden çıktı.
Atına binip, devesinin bulundurulmasını emrettiği yere kadar, atını koş­turdu.
Dahnâ'da devesine bindi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Müslüman oldu.
İslâm ibadetleriyle Müslümanlığını güzelleştirdi.
Yüce Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona ev halkı ile mallarını geri verdi.
Ayrıca da, yüz deve ihsan etti.
Kendisini, kavminden Müslüman olan kabilelere; Sümale, Selime ve Fehm kabilelerine vali ve kumandan tayin etti.
Bu kabileler, Taif ve çevresinde oturmakta idiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Malik b. Avf'a bir de sancak bağlayıp verdi.
Malik b. Avf, Müslüman olduğu zaman söylediği bir şiirinde: "Bütün insanlar arasında Muhammed'in bir benzerini daha ne görmüş, ne de işitmişimdir!
Kendisinden birşey istenildi mi, o onu fazlasıyla verir!
Ne zaman istersen, o sana yarın vukua gelecek şeylerden de haber verir!" demiştir.
Malik b. Avf, kendisine bağlı kabileleri yanına alarak müşrik olan kabilelerle, hususan Sakiflerle savaştı.
Onlara baskınlar yaptı.
Sakîflerin sağmal develerini, Taif surlarının dışındaki yaylım yerlerine çıkamaz etti.
Dışarı çıkan yaylım hayvanlarını baskın yapıp ele geçirdi.
Nitekim, Taiflilerin yaylımlarına yaptığı bir sabah baskınında 1.500 davarlarını ele geçirmişti.
Malik b. Avf'ın baskınları, Sakîflere çok sıkıcı gelmeye başladı.
Hatta, Ebu Mıhcan, bu husustaki bir şiirinde şöyle yakınmaktan kendini alamamıştır
"Düşmanlar bizden korkar, uzaklaşırlarken, şimdi Benî Selimeler üzerimize yürümeye, bizimle savaşmaya başladılar!
Malik, ahdini bozarak, onlarla birlikte üzerimize yürüdü!
Konak yerlerimize kadar geldiler.
Halbuki, onlar ahdi bozanları cezalandırıcı idiler."mm

 

 

Peygamberimiz'in (sav) oğlu
Hz İbrahim doğdu

H.8  Zilhicce

Peygamberimiz Aleyhisselamın Oğlu Hz. İbrahim' Hz. Mâriye'den doğdu
Hz. Mâriye; Mısırlılar katında yüksek mevkili bir aileye mensuptu.
İskenderiye kralı Mukavkıs tarafından Peygamberimiz Aleyhisselama hediye edilmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. İbrahim'in doğduğuna çok sevindi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Bu gece benim bir oğlum doğdu.
Ona atam İbrahim'in ismini koydum!" buyurdu.
Hz. İbrahim doğduğu zaman, Cebrail Aleyhisselam gelip: "Esselâmü aleyke yâ Ebâ İbrahim ! = Selam olsun sana ey İbrahim'in babası!" diyerek selamladı.
Ümmü Bürde Havle binti Münzir gelip, Hz. İbrahim'i Benî Mazin b. Neccarlar içinde kendi çocuğu­nun sütü ile emzirip annesine geri verme hususunu Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. İbrahim'e sütannelik edecek olan Ümmü Bürde Hatuna da bir hurmalık tahsis etti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kuf mevkiinde yayılan bir miktar davarıyla Zülcedr otlağında yayılan sağmal develeri olup, her gece onlardan sağılan sütler Medine'ye getirilirdi.

Oradan da süt götürüldü
Hz. İbrahim, vefatına kadar, sütannesi Ümmü Bürde Hatunun yanında kaldı
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hz. İbrahim'in doğumunun yedinci günü, doğum kurbanı olarak bir koç kestirdi.
Hz. İbrahim'in başının saçını kazıttırıp saçının ağırlığınca gümüşü yoksullara dağıttırdı.
İbrahim, Medine'nin Avâlî'sinde, sütannenin yanında bulunuyordu.
İbrahim'in sütbabası bir demirci idi.
Onun evi dumanlandırılmış bir halde iken, Resûlullah Aleyhisselam içeri dalar, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi

 

MİNBER

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine minber Hicretin 8. yılında yapılmıştır.
İslâm'da ilk yapılan minber budur.
Ensar kadını, marangoz kölesine emir verdi.
Sehl b. Sa'd, marangozla birlikte, Medine'nin doğusunu, batısını dolaştılar.
Gâbe mevkiine kadar gittiler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın minberinin tahtasını Gâbe'deki esi, tarîa' ağacından kestiler, yonttular.
Marangoz; minberi, Gâbe'nin tarîa' ağacından, üç basamaklı olarak yaptı.
Minberin üçüncü basamağı oturma yeri idi.
Minber yapılıp bitirildiği zaman Ensârî hatun Peygamberimiz Aleyhisselama haber salınca, Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu bana gönder!" buyurdu.
Minber getirildiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam onu götürüp halen minberin bulunduğu yere koydu.
Minber yapılıp yerine konulduğu gün, Peygamberimiz Aleyhisselam minberin üzerine çıkıp ayakta durdu ve: "Evimle minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir! buyurdu.

 

HEYETLER YILI 
8. yıl kısmı

Amr b. Âs'ın Umman Hükümdarı Ceyfer ile Kardeşi Abd b. Cülendâ'ya Gönderilişi

Hicri 8. yıl Zilkâde

Amr b. Âs’ın Umman kralı Ceyfer’le kardeşi Abd’e gönderilişinin sebebi, onları İslâmiyete davet etmekti.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi okuyan Ebu Zeyd el-Ensârî’yi de, Amr b. Âs’la birlikte gönderdi.
Kral Ceyfer ile kardeşi için Übeyy b. Ka’b’a yazdırdığı 6 bir mektubu da ellerine verdi.
Mektupta şöyle buyurdu: “Bismillâhirrahmânirrahîm Allah’ın Resûlü 8 Muhammed b. Abdullah’tan, Cülendâ’nın oğulları Ceyfer ve Abd’e!
Hidayete uyanlara, doğru yolu tutanlara selam olsun!
Bundan sonra, derim ki: Ben sizin her ikinizi İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum: Müslüman olunuz da selamete eriniz!
Ben, sağ olanları ahiret azabıyla korkutayım, kâfirler hakkında da Allah’ın emirlerini uygulayayım diye Allah’ın bütün insanlara gönderdiği peygamberiyim.
Eğer siz İslâmiyeti kabul ve ikrar ederseniz, sizi yine hükümdar yaparım!
Eğer İslâmiyeti kabul etmekten kaçınırsanız, muhakkak, hükümdarlığınız elinizden gidecek, süvariler meydanlarınızı çiğneyecek ve peygamberliğim mülk ve saltanatınıza galebe çalacaktır!”

Amr b. Âs ile Ebu Zeyd'in Umman'da Yapacağı İşler

Umman halkı kelime-i şehadet getirmeyi kabul ederek Allah’a ve Resûlüne boyun eğecek olurlarsa, Amr b. Âs orada yönetim işleriyle uğraşacak; Yani Müslüman zenginlerden sadaka ve zekâtlarını toplayacak, onların yoksullarına dağıtacak, Mecusîlerden (ateşe tapanlardan) cizye alacak, Müslümanlar arasındaki dâvâları da halledecekti.
Ebu Zeyd ise; namaz kıldıracak, halka İslâmiyeti anlatacak, Kur’ân-ı Kerîm’i ve sünnetleri öğretecekti.
Amr b. Âs ile Ebu Zeyd, Umman’a gittiler.
Ceyfer ile kardeşi Abd’i, deniz sahilindeki Suhar panayırında buldular
Amr b. Âs der ki: “Umman’a vardığım zaman, önce Abd b. Cülendâ ile buluşmak istedim.
Çünkü, o, iki adamdan en uslusu idi.
Ona: ‘Ben sana ve senin kardeşine Resûlullah Aleyhisselamın gönderdiği elçisiyim!’ dedim.
Abd: ‘Kardeşim yaşça ve saltanatça benden önce gelir.
Ben seni onunla görüştüreyim. Mektubunu o okusun!’ dedi.
Sonra da: ‘Sen nelere davet ediyorsun?’ diye sordu.
‘Ben seni Bir olan, eşi ortağı olmayan Allah’a iman ve ibadet etmeye, O’ndan başkasına tapmayı bırakmaya, Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehadet getirmeye davet ediyorum!’ dedim.
Abd b. Cülendâ: ‘Ey Amr! Sen kavminin ulu kişisi olan bir kişinin oğlusun.
Senin baban bu hususta nasıl davrandı, ne yaptı?
Şüphe yok ki; o bize bu yolda bir misal, bir örnek olabilir!’ dedi.
‘O, Muhammed Aleyhisselama iman etmeden ölüp gitti.
Ben onun da Müslüman olmasını ve Muhammed Aleyhisselamı doğrulamasını çok arzu ederdim!
Ben de önceleri onun görüşünde idim.
Nihayet, Allah beni İslâmiyete hidayet etti’ dedim.
Abd: ‘Sen ona ne zaman tâbi oldun?’ diye sordu.
‘Necaşî’nin yanında!’ dedim ve Necaşî’nin ne zaman Müslüman olduğunu haber verdim.
Abd: ‘Necaşî’nin kavmi, onun hükümdarlığı hakkında ne yaptı?’ diye sordu.
‘Hükümdarlığında bıraktılar ve ona tâbi oldular!’ dedim.
‘Uskuflar ve ruhbanlar da ona tâbi oldular mı?’ diye sordu.
‘Evet!’ dedim.
Abd: ‘Ey Amr!
Söylediğin şeye dikkat et!
Adam için, yalan söylemekten daha ayıp, daha kötü bir huy yoktur!’ dedi.
‘Ben ne yalan söylerim, ne de dinimizde yalanı helâl sayarız!’ dedim.
Abd: ‘Herakliyus, Necaşî’nin Müslüman olduğunu öğrenebilmiş mi idi?’ diye sordu.
‘Evet!’ dedim.
Abd: ‘Bu, nasıl ve hangi şeyle öğrenilebilmiş?’ dedi.
‘Necaşî, Herakliyus’a haraç gönderirmiş.
Müslüman olduğu, Muhammed Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladığı zaman: ‘Hayır! Vallahi, benden bir tek dirhem bile istemiş olsa, ona vermem!’ demiş.
Herakliyus onun bu sözünü haber alınca, kardeşinin oğlu Yennak: ‘Senin dinine aykırı, sonradan ortaya çıkan bir dini din edinen kulunun yaptıklarını yanına bırakacak mısın?!’ demiş.
Herakliyus da: ‘Adam kendisi için bir din seçmişse, ben ona ne diyebilirim?
Vallahi, ben de, esirgeyip cimrilik etmeseydim, muhakkak onun yaptığı gibi yapardım!’ demiş’ dedim.
Abd: ‘Ey Amr! Neler söylediğine dikkat et!’ dedi.
‘Vallahi, sana doğru söylüyorum!’ dedim.
Abd: ‘Peygamberiniz neleri emrediyor?
Nelerden de sakındırıyor?
Onları da bana haber ver?’ dedi.
‘Yüce Allah’ın buyruklarına boyun eğmeyi emrediyor.
Ona asi olmaktan, karşı koymaktan sakındırıyor.
İyiliği, akraba haklarını gözetmeyi emrediyor.
Zulümden, haksızlıktan, zinadan, içkiden, taşlara, putlara,sâlibe tapmaktan sakındırıyor’ dedim.
Abd: ‘Onun davet etmiş olduğu bu şeyler ne kadar güzeldir!
Kardeşim beni dinlese, bana uysa da, gidip Muhammed’e iman ve onun getirdiklerini doğrulasak ne iyi olurdu.
Fakat, kardeşim saltanata düşkün ve onu elden bırakmakta cimridir!’ dedi.
‘Eğer o Müslüman olursa, Resûlullah Aleyhisselam yine onu kavmine hükümdar yapar.
Zenginlerinden sadakalarını alır, fakirlerine, yoksul olanlarına verir’ dedim.
Abd: ‘Hiç şüphesiz, bu da güzel ahlâktır!’ dedi ve ‘Sadaka dediğin nedir?’ diye sordu.
Mallar hakkında farz kılınan zekât ve sadakanın nev’ ve miktarlarını ona haber vere vere develerin zekâtına geldiğim zaman, Abd, bana: ‘Ey Amr! Ağaçlardan, otlardan yayılan ve sulanmak için su başlarına sürülen yaylım hayvanlarımızdan da mı zekât ve sadaka alacaksın?’ diye sordu.
Evet!’ dedim.
Abd: ‘
Vallahi, yurtları uzak, sayıları da pek çok olan kavmimin bunu benimseyeceklerini pek sanmıyorum!’ dedi.
Kapısında günlerce bekledim.
Abd, kendisine verdiğim haberlerin hepsini kardeşine ulaştırdı.'
Sonra, bir gün, Ceyfer beni çağırdı.
Yanına girdim.
Ceyfer’in adamları, hemen kollarımı tuttular.
Ceyfer: ‘Bırakınız onu!’ deyince, bıraktılar.
Oturmak için ileri vardım.
Beni oturtmadılar.
Ceyfer’e baktım.
Bana: ‘Dileğini getir!’ dedi.
Mühürlü mektubu kendisine sundum.
Açıp sonuna kadar okuduktan sonra, kardeşine verdi.
O da, Ceyfer gibi okudu.
Kendisini, kardeşi Ceyfer’den daha uslu ve mülayim gördüm.
Ceyfer: ‘Bana haber ver: Kureyşîler bu hususta ne yaptılar?
Nasıl davrandılar?’ diye sordu.
‘İslâmiyeti benimseyerek de, kılıç korkusu ile de tâbi oldular!’ dedim. Ceyfer: ‘Onun yanında bulunanlar kimlerdir?’ diye sordu.
‘Allah’ın hidayetiyle akılları başlarına gelip dalâlet içinde bulunduklarını anlamış, İslâmiyete can atmış ve Resûlullahı başka herşeye tercih etmiş, üstün tutmuş olanlardır.
Şu çıkış yeri bulunmayan vadilerde senden başkasının kaldığını bilmiyorum!
Sen bugün Müslüman olmaz, Resûlullaha uymazsan, süvarilere çiğnenirsin emaatin de perişan ve darmadağın olur.
Müslüman ol, selamete er !
Yine, kavminin üzerine hükümdar olursun!
Senin üzerine ne süvariler, ne de piyadeler gelir!’ dedim.
Ceyfer: ‘Sen bugün beni kendi halime bırak da, yarın yanıma dön!’ dedi.
Ceyfer’in kardeşinin yanına döndüm.
Bana: ‘Ey Amr! Eğer saltanatı esirgemez, cimriliği tutmazsa, kendisinin Müslüman olacağını umarım’ dedi.
Ertesi gün olunca, tekrar Ceyfer’e gittim.
Ceyfer, içeri girmeme izin vermeye yanaşmadı.
Ceyfer’in kardeşi Abd’in yanına döndüm.
Ceyfer’le buluşamadığımı ona haber verdim.
Bunun üzerine, beni götürüp Ceyfer’le buluşturdu.
Ceyfer: ‘Ben senin davet ettiğin şey üzerinde düşündüm: Eğer ben elimdeki saltanatımı başka bir adama bırakırsam, Arapların en zayıfı ve düşkünü durumuna düşerim!
Onun süvarileri, buralara kadar gelip ulaşamazlar.
Eğer gelir, ulaşırlarsa, ortada kimi bulup da savaşacaklar?’ dedi.
‘Öyleyse, ben yarın çıkıp gideceğim!’ dedim.
Ceyfer benim gideceğime kanaat getirince,kardeşi onunla gizlice konuştu: ‘Biz bu hususta ona üstün gelemeyiz!
Kendilerine haber saldığı her hükümdar, davetine icabet etti!’ dedi.
Ceyfer, ertesi günü, sabahleyin, bana haber saldı.
Huzuruna varınca, kendisine: ‘Ey Cülendâ! Sen her ne kadar bizden uzakta bulunuyorsan da, Allah’tan uzakta değilsindir.
Seni tek başına yaratmış olan Allah, ibadeti yalnız Kendisine tahsis etmene ve O’nun seni yaratırken işe karıştırmadığını senin de ibadette O’na ortak tutmamana lâyıktır.
İyi bil ki; sen ölü bir halde iken, O seni diri kıldı.
Seni yine eski haline çevirecek, öldürecek, sonra da diriltecektir.
Bak! Şu ümmî peygamber sana dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak bir din getirmiştir.
Ahiret ecir ve mükâfatını isteyen, ondan yararlanır.
Nefsine uyan ise, onu bırakır.
Sonra bak! İyi düşün ki; o, insanların getirdiği şeylere hiç benziyor mu?
Eğer benzemiş olsaydı, belli olur, açıkça görülürdü.
Sen bu haber üzerinde muhayyersin: Bu, kullarınkine benzemiyorsa, Allah tarafından olduğunu ve söylenen şeyi kabul et!
Eğer işe önem vermez, aldırış etmezsen, va’d edilen şey başına gelir!’ dedim.
Ceyfer: ‘Vallahi, sen beni o ümmî peygambere kılavuzladın ki, onun hayır ve iyilik adıyla emredeceği şeyleri tutacak, yerine getirecek olanların ilki ben olacağım!
Onun kötülük adıyla yasaklayacağı şeyleri bırakacak olanların ilki de ben olacağım!
Yenince sevinme ve kibirlenme, yenilince de üzülme ve daralma olmayacak!
Verilen söz üzerinde durulacak, verilen söz yerine getirilecek!
Vâkıf olunan sırda da, sır sahibiyle bir olunmaktan geri durulmayacak!
Ben şehadet ederim ki; o, peygamberdir!’ dedi.
Ceyfer de, kardeşi de, böylece İslâmiyeti kabul ve Muhammed Aleyhisselamın peygamberliğini tasdik ettiler.
O bölgede bulunan bütün Arapları da Müslümanlığa davet ettiler.
Onlar da, davete icabet edip Müslüman oldular.
Zekât ve sadakaları toplamak, aralarında hüküm vermek vazifeleriyle beni başbaşa bıraktılar.
Bana aykırı davrananlara karşı da, bana yardımcı oldular.
Zenginlerden zekât ve sadakalarını alıp yoksullarına dağıttım.
Resûlullah Aleyhisselamın vefatı haberi bize ulaşıncaya kadar, Ummanlıların yanında oturmaktan ayrılmadım.”
Yüce Allah hepsinden razı olsun!

Alâ' b. Hadramî'nin Münzir b. Sâvâ'ya Gönderilişi

Hicri 8.yıl Zilkâde

Münzir b. Sâvâ, Farslar tarafından Bahreyn’deki Araplar üzerine tayin edilmişti.
Esbezîler, atlara taparlardı.
Bahreyn halkından kimi Mecusî, kimi Yahudi, kimisi de Hıristiyandı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Alâ’ b. Hadramî’yi, Bahreyn hükümdarı Münzir b. Sâvâ’yı İslâmiyete davet etmek üzere gönderdi.
Alâ’ b. Hadramî’nin yanına Ebu Hureyre’yi de kattı.
Kendilerine hayır tavsiyesinde bulundu.
Alâ’ b. Hadramî için, deve, sığır, davar, meyve ve sair malların zekâtları hakkında bir yazı da yazdırdı.
Alâ’ b. Hadramî bu yazıyı Müslüman olan halka okuyacak ve zekâtlarını ona göre toplayacaktı.
Alâ’ b. Hadramî, Bahreyn halkını İslâmiyete davet edecek, yanaşmadıkları takdirde cizye (vergi) ödemelerini kendilerine teklif edecekti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Münzir b. Sâvâ’ya ve Hecer’in Mecusî din başkanı Sîbuht’a birer mektup göndererek, İslâmiyeti kabule yanaşmadıkları takdirde cizye (vergi) ödemeye kendilerini davet etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mektubunda şöyle buyurdu: “Bismillâhirrahmânirrahîm Muhammed Resûlullah’tan Münzir b. Sâvâ’ya! Hidayete uyanlara selam olsun!
Bundan sonra, derim ki: Ben seni İslâmiyete davet ediyorum.
Müslüman ol, selamete er!
Allah senin iki elinin altındaki şeyi (hükümdarlığını) yine sende bırakır.
Şunu da iyi bil ki; benim dinim, develerin ve atların gidebilecekleri yerlere kadar uzanacak, hakim olacaktır!”
Alâ’ b. Hadramî, Münzir b. Sâvâ’nın yanına vardı ve ona: “Ey Münzir! Şüphe yok ki, sen dünya işlerinde büyük bir akla sahipsin!
Onu ahiret işlerinde küçültme!
Şu Mecûsîlik (ateşe tapıcılık) kötü bir dindir.
Onda, ne Arapların, ne de Ehl-i Kitab bilginlerinin iyi göreceği bir şey yoktur!
Onda, evlenilmelerinden utanılanlarla (kendileriyle evlenilmemesi gerekenlerle) evlenirler!
Yenilmesi uygun olmayanları yerler! Kıyamet günü kendilerini yiyecek, yakacak olan ateşe dünyada tapar dururlar!
Sen ne aklı kıt, ne de görüşsüz bir kimsesin!
Bak! İyi düşün! Hiç yalan söylemeyen bir kimseyi doğrulamaman, hiç hıyanet etmeyen bir kimseye güvenmemen, verdiği sözden hiç caymayan bir kimseye itimad etmemen, inanmaman sana yakışır mı?!
İşte, böyle olan o ümmî peygamberdir ki, vallahi, aklı başında olan kimse, hiçbir zaman onun emrettiği şeyin yasaklanması veya onun yasakladığı şeyin emredilmesi gerekeceğini söyleyemeyeceği gibi, onun affederken affını biraz arttırması veya cezalandırırken cezasını biraz kısması gerekeceğini de söyleyemez!
Akıl, fikir ve basiret sahiplerince, bu böyledir!” dedi.
Münzir b. Sâvâ: “Elimdeki, önümdeki şu saltanatıma baktım; onu ahiret dışında ve yalnız dünyaya elverişli buldum! Sizin dininize baktım, onu hem ahirete, hem dünyaya elverişli buldum!
Kendisinde yaşama ve öldükten sonra yaşamaya dönüş umudu bulunan bir dini kabul etmeme ne engel var?” dedi.
Münzir b. Sâvâ da, Mecusî din başkanı Sîbuht da Müslüman oldu.
Yüce Allah onlardan razı olsun!

Bâhile, Benî Sümâle ve Benî Huddan Temsilcilerinin Müslüman Olmaları, Kavimleri Adına da İslâmiyet Üzerine Bey'atta Bulunmaları


 Amr b. Âs'ın Müslüman Oluşu

Amr b. Âs'ın soyu, Peygamberimiz Aleyhisselamın soyu ile Ka'b b. Lüeyy'de birleşir. Amr b. Âs'ın künyesi, Ebu Abdullah,Ebu Muhammed'dir.

Annesi, Nâbiga Selma binti Harmele'dir.
Babası Âs b.Vâil, Kureyşîlerin eşrafındandı

İmam Şa'bî'ye göre; Amr b. Âs Arapların
dört dahisinden, cin fikirlisinden birisi olup, karışık ve için­den çıkılmaz sorunları
çözmekte maharetli idi.

Amr b. As, şairdi ve Kureyşîlerin
Cahiliye devrinde süvarilerindendi.

Amr b. Âs der ki: "Ben, Müslümanlıktan
inatla yüz çevirici bir kimse idim.
Bedir savaşında müşriklerle birlikte
bulundum ve kurtuldum. Sonra, Uhud savaşında bulundum ve kurtuldum.
Kendi kendime: 'Vallahi, Muhammed
Kureyşîleri yenecektir!' dedim.
Halk ile düşüp kalkmayı azalttım.
Mallarımın başına döndüm, onlarla uğraşmaya başladım. Bunun için, ne Hudeybiye'de, ne de Hudeybiye'de
yapılan anlaşmada bulundum.
Resûlullah Aleyhisselam anlaşma yapıp
Medine'ye, Kureyşîler de Mekke'ye döndüler. Ve yine, kendi kendime: 'Gelecek yıl, Muhammed ashabıyla birlikte gelip Mekke'ye girecektir!
Artık, ne Mekke, ne de Taif, benim için,
oturulacak bir yer değildir.
Buralardan çıkıp gitmekten daha iyisi yoktur!' dedim.
İslâmiyete büsbütün düşman kesildim!
Bütün Kureyşîler Müslüman olacak olsalar,
ben hiçbir zaman Müslüman olmam sanıyordum. O zaman, insanlardan Resûlullah Aleyhisselama olduğu kadar kin ve hınç beslediğim bir kimse bulunmadığı gibi, bir fırsatını bulup onu öldürmemden daha makbulü de yoktu!
 Hendek savaşından kabilelerle birlikte
döndüğümüz sıralarda idi ki, Kureyşîlerden, kavmimden bazı adamları topladım. Ki, onlar benim her husustaki görüşümü benimserler, sözlerimi dinlerlerdi.
Onlara: 'Aranızda benim mevkiim, yerim nasıldır?' diye sordum. 'Sen bizim görüş sahibi, koruyucu,uğurlu ve işi bereketli bir adamımızsın!' dediler.
 Onlara: İyi biliniz ki; vallahi, ben Muhammed'in işinin muhakkak her işten üstün gelen bir işe dönüşeceğini görüyor ve bu yolda birşey düşünmüş bulunuyorum!' dedim.
Bana: 'Nedir o düşündüğün şey? diye sordular.
Onlara: 'Düşündüm ki; Necaşî'nin yanına
gidip onun yanında bulunalım.

Eğer biz Necaşî'nin yanında bulunduğumuz sırada Muhammed kavmimiz olan Kureyşîlere galip gelirse,Muhammed'in eli altında bulunmamızdan, Necaşî'nin eli altında bulunmamız, bizim için daha iyi, daha yeğdir!
Şayet kavmimiz olan Kureyşîler Muhammed'e galip gelecek olurlarsa,  hemen yanlarına döner­iz.
 Onlardan da, bize ancak hayır ve iyilik gelir!' dedim.'İşte, yerinde olan görüş budur! dediler. Onlara: 'Öyle ise, Necaşîye hediye edilecek şeyi yanımıza toplayınız!' dedim.
Pek çok meşin toplayıp yükledikten
sonra, yola çıktık. Nihayet, Necaşî'nin yanına vardık.
Vallahi, bizim Necaşî'nin yanına vardığımız sırada, Amr b. Ümeyye ed-Damrî de oraya çıkageldi.Resûlullah Aleyhisselam, onu Cafer ve arkadaşlarının işi ve Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan'ı kendisine nikahlaması için, yazdığı bir mektupla göndermişti.

Amr b. Ümeyye Necaş'nin yanına girdi.
Sonra, yanından dışarı çıktı.
Arkadaşlarıma: 'Bu, Amr b. Ümeyye'dir!
Eğer Necaşî'nin yanına girersem,
onu kendisinden isterim. Bana teslim ederse, öldürürüm! Bunu yaptığımı, Muhammed'in elçisini öldürmeyi
başardığımı Kureyşîler işitirlerse, sevinirler!' dedim. Necaşî'nin yanına girdim. Her zaman yaptığım gibi, önünde yere kapandım. Meşinleri kendisine yaklaştırdım. Meşinler, Necaşî'nin çok hoşuna gitti. Necaşî'nin neşelendiğini görünce: 'Ey hükümdar!
Ben senin yanından bir adamın çıktığını gördüm ki, o bize düşman bir adamın elçisidir! Onu bana teslim et de, öldüreyim!
Çünkü, o eşrafımızdan ve hayırlılarımızdan
bazı kişileri öldürmüştür!

Necaşî, benden bu sözleri işitince, kızdı.
Sonra, elini uzatıp bumuma öyle bir çarptı ki, burnum kırıldı sandım  Üzerime zillet ve mahcubiyet çöktü Eğer o sırada yer benim için yarılsaydı, korkumdan, yerin dibine girerdim! Sonra, kendimi toparladım ve: 'Ey hükümdar! Vallahi, bundan hoşlanmayacağını bilseydim, onu senden istemezdim!' dedim.
Necaşî: 'Ey Amr! Demek, sen Musa ve İsa Peygambere gelmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)'in kendisine gelip durduğu bir zâtın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun hâ?!
 Vallahi, eğer onu öldürmüş olsaydın,
sizden sağ bir kimse bırakmazdım!
Resûlullahın elçisi öldürülür mü hiç?!' dedi

Allah, kalbimi, üzerinde bulunduğum
hali birden değiştirdi. Kalbimi İslâmiyete açtı.  Kendi kendime: 'Araplar da, Arap olmayanlar da İslâmiyet gerçeğini
tanımaktalar! Sen ise hâlâ ona muhalefet edip durmakta ve karşı koymaktasın!?' dedim. Kendimi kınadım.Necaşî'ye: 'Ey hükümdar! O gerçekten böyle bir peygamber midir?
Sen, onun böyle Resûlullah olduğuna
şehadet ediyor musun?' diye sordum.
Evet! Ben onun Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğuna şehadet ediyorum!
Sen benim sözümü dinle de, ona tâbi ol!
Çünkü, vallahi o muhakkak hak üzeredir
ve kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir! Musa Peygamberin Firavun'a galip geldiği gibi!' dedi.
'Öyleyse, sen benim ona İslâmiyet üzerine
bey'atımı alır mısın?' dedim.
Necaşî: 'Olur!' dedi ve elini uzattı.
Ona İslâmiyet üzerine bey'at ettim.

Arkadaşlarım, Necaşî'nin bana verdiği elbiseyi görünce, çok sevindiler ve: 'Dostun Necaşî'den istediğin şeyi de koparabildin mi?' diye sordular. Onlara: 'Kendisiyle daha ilk buluşmada dileğimi dile getirmeyi uygun bulmadım. Yanına tekrar varacak, dileğimi söyleyeceğim!' dedim.
'Yerinde olan, senin görüşündür dediler.
Müslüman olduğumu sakladım, arkadaşlarıma açmadım.  

Amr b. Ümeyye'nin yanına gittim, boynuna sarılıp onu kucakladım, oda boynuma sarılıp beni kucakladı.
Bir işim için ayrılıyormuşum gibi, arkadaşlarımın yanından ayrıldım. Doğruca, gemilerin bulunduğu yere, iskeleye vardım. Orada, ağaç (kereste) yüklenmiş bir gemi buldum. Ona bindim. Şuaybe'ye varınca, ağaçları (keresteleri) orada boşalttılar. Ben de, Şuaybe'den ayrıldım. Yanımda bir miktar harçlığım vardı. Bir deve satın alıp Medine'ye gitmek üzere yola çıktım. Merru'z-zahran'ı geçtim.

Hedde'de bulunduğum sırada idi ki, iki kişinin, benden biraz önce geçip bir konak yeri aradıklarını gördüm. Onlardan birisi çadırın içinde bulunuyor, diğeri ise ayakta durarak binit hayvanlarını tutuyordu. Dikkatlice baktığımda, bir de ne göreyim? Halid b. Velid!  'Ebu Süleyman hâ?! dedim. 'Evet! dedi.  Kendisine: 'Ey Ebu Süleyman!
Sen nereye ve ne için gitmek istiyorsun?' diye sordum. Halid: 'Vallahi, tutulacak yol
belli oldu, iş aydınlandı: Bu zât, muhakkak peygamberdir!Vallahi, ben hemen gidip Müslüman olacağım! Daha ne zamana kadar ve ne diye bekleyip duracağım? 
 Aklı başında olan kimselerden, Müslümanlığa girmeyen kalmadı. Vallahi, biz böyle oturup duracak olursak, sırtlanların inlerinde yakalandıkları gibi, Muhammed de bizi boyunlarımızdan yakalayacaktır!' dedi. Ona: 'Vallahi, ben de Muhammed'in yanına gitmek ve Müslüman olmak istiyorum dedim.

O sırada, Osman b. Talha çadırdan dışarı çıktı ve bana: 'Merhaba=Hoşgeldin!' dedi.
Üçümüz, bir yerde konakladık.
Sonra, birlikte yoldaşlık ederek Medine'ye geldik. Ebu İnebe kuyusunda bir adamın bize rastladığı sırada 'Yâ Rebah! Yâ Rebah! diyerek bağırdığını hâlâ unutmamışımdır. Adamın bu sözünü hayra yorduk ve yolumuza devam ettik.
Adamın bize tekrar bakıp: 'Mekke, artık,
şu ikisinden sonra, yakasını, idaresini bize vermiştir!'dediğini işittim.
Sanırım ki; o bu sözüyle beni ve
Halid b. Velid'i kasdetmişti.
Adam hemen ardına dönüp koşarak Mescide kadar gitti. Zannımca, bizim geldiğimizi Resûlullah Aleyhisselama müjdelemeye gitmişti.
Zan ve tahmin ettiğim gibi de olmuş.
Harre mevkiinde develerimizi indirdik.
Üzerimize temiz elbiselerimizi giydik.
Sonra, ikindi ezanı okundu.
Kalkıp Resûlullahın yanına vardık.
Resûlullahın yüzü parıl panl parlıyordu.
Müslümanlar çevresini sarmışlardı.
Bizim Müslüman olmamıza sevinmekte idiler. Resûlullah Aleyhisselam, bizleri görünce:'Mekke, ciğerparelerini kucağınıza attı!' buyurdu.  Önce, Halid b. Velid bey'at etti,Müslüman oldu. Sonra, Osman b. Talha bey'at etti, Müslüman oldu.
Sonra da, ben vardım.
Vallahi, kendimi birden Resûlullahın
önüne oturmuş buldum! Kendisine karşı utancımdan dolayı, başımı kaldırıp yüzüne bakamadım !  'Yâ Rasûlallah! Sağ elini aç da, sana bey'at edeyim dedim.

Resûlullah elini açınca, ben elimi geri çektim! Resûlullah: 'Sana ne oldu ey Amr?!' diye sordu. 'Bey'at için şart koşmak istiyorum?' dedim. Resûlullah: 'Nedir şartın?' diye sordu. 'Şartım; geçmişteki günahlarımın bağışlanıp yarlıganmasıdır!
Yâ Rasûlallah! Ben, geçmişte olan günahlarım bağışlanmak, yarlıganmak üzere sana bey'at ede­ceğim!' dedim.
 Resûlullah Aleyhisselam: 'Ey Amr! Bey'at et!  Şüphe yok ki, İslâmiyet daha önce
olanları siler, yok eder . Hicret de, daha önce olanları siler, yok eder!  Hacc da daha önce işlenmişgünahları yıkar, yok eder!' buyurdu. Ben, geçmişte işlediğim ve gelecekte işleyeceğim günahlarım bağışlanıp yarlıganmak
üzere bey'at etmeyi içimden geçirmiştim.
Halbuki, bey'at ettiğim zaman: 'Geçmişte işlediğim günahlanm bağışlanmak üzere' dedim de, 'gelecekte işleyeceğim günahlarım' demeyi unuttum.
Aklıma gelmedi. İnsanlardan hiçbiri, bana, Resûlullah Aleyhisselamdan daha sevgili ve ondan daha yüce olmamıştır!
Vallahi, Müslüman oluşumuzdan beri, mühim işlerde Resûlullah Aleyhisselam beni ve Halid b. Velid'i ashabının hiçbirinden ayırmadı. Bey'attan sonra, ben Mekke'ye döndüm.


Halid b. Velid ile Osman b. Talha'nın Müslüman Oluşu

Halid b. Velid'in soyu, Peygamberimiz Aleyhisselamın soyu ile Mürre b. Ka'b'da birleşir.
Halid b. Velid, Cahiliye çağında,
Kureyşîlerin eşrafındandı.
Savaşlarda, askerî araç ve gereçlerle ilgilenme, ordunun çadırlarını kurdurma ve süvari birliği kumandanlığı gibi önemli
görevler kendisine verilmişti.
Kureyşîlerin babayiğitlerindendi.

Osman b. Talha'nın Soyu ve Kişiliği

Osman b. Talha'nın soyu da,
Peygamberimiz Aleyhisselamın soyu ile
Kusayy'da birleşir.
Osman b. Talha, Kureyş müşriklerinin eşrafındandı.
Hicâbe (Kabe'nin kapıcılığı, Kabe'nin anahtarlarını taşıma ve saklama) görevi, Osman b. Talha'larda idi .
Osman b. Talha der ki: "Resûlullah Aleyhisselam Umretü'l-kazâ için Mekke'ye gelip girdiği zaman, Allah, kalbimin öteden beri bulunduğu hali değiştirdi.

Resûlullah Aleyhisselamla ashabına ve onların gidişatlarına ve kendilerini dünyadan nasıl alıkoyduklarına baktım da, bunun te'siri altında kaldım ve kendi kendime: 'Şu kavmin amelinin karşılığı, öldükten sonra, muhakkak, sevab ve mükâfat olacaktır!' dedim. Resûlullah Aleyhisselamı Ebtah'taki konak yerine gitmek üzere Benî Şeybe kapısından çıkarken gördüğüm zaman, yanına varmayı ve elini tutup Müslüman olmayı istedimse de, bu benim için mümkün olmadı. Resûlullah Aleyhisselam Medine'ye dönmek üzere Mekke'den ayrıldıktan sonra ona gitmeyi tasarladım..."

Halid b. Velid de derki: "Yüce Allah, benim hayrımı dilediği zaman, kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü. Beni, hayır ve şerri anlayacak hale getirdi. Kendi kendime: "Ben," dedim, "Muhammed'e karşı, her savaş yerinde bulundum. Bulunduğum savaş yerinden hiçbirisi yoktu ki, dönerken, aykırı ve yanlış bir iş üzerinde bulun­duğumu ve Muhammed'in muhakkak galip geleceğini içimde sezmiş olmayayım! Resûlullah Aleyhisselam Hudeybiye'ye çıkıp geldiği zaman, ben de, müşrik süvarilerinin başında yola çıktım. Usfan'da, Resûlullah Aleyhisselamla ashabına yaklaşıp gözüktüm. Resûlullah Aleyhisselam bizden emin bir surette, ashabına öğle namazını kıldırıyordu. Üzerlerine birden baskın yapmayı düşündükse de, gerçekleşmedi. Böyle olması da, hayırlı oldu. Resûlullah Aleyhisselam kalbimizden geçenleri sezmiş olmalı ki, ikindi namazını salât-ı havf (korku halinde namaz) olarak kıldırdı. Bu, beni çok etkiledi. Kendi kendime: 'Bu zât herhalde Allah tarafından korunuyordur! dedim. Birbirimizden ayrıldık. Resûlullah, süvarilerimizin bulunduğu taraftan sağa yöneldi, sağ taraftaki yolu tutup gitti. Hudeybiye'de Kureyşîlerle barış yapıp Kureyşîler onu öğle vaktinden geceye kadar olan vakitte geri çevirince: 'Geride ne ve hangi şey kaldı ki?! Nereye; Necaşi'ye mi gideceğim? Halbuki, o da Muhammed'e bağlanmış bulunuyor! Ashabı da, onun yanında emniyet ve selamet içinde barınıp duruyor! Yoksa, Herakliyus'un yanına gideyim de, dinimi bırakıp Hıristiyan mı olayım? Ya da Yahudiliğe mi gireyim?! Yahut, kendilerine tâbi olarak, İranlılar, Acemlerle birlikte mi oturayım?! Yoksa, kavmimden sağ kalanlar arasında evimde mi oturayım?!' diye kendi kendime söylendim, düşündüm durdum!
Ben bu düşünceler ve tereddütler içinde bulunduğum sırada Resûlullah Aleyhisselam Umretü'l-kazıyye için Mekke'ye gelip girince, ondan gizlendim. Kendisinin Mekke'ye girişini görmedim. Kardeşim Velid b. Velid, Peygamber Aleyhisselamla birlikte, Umretül-kazıyye için Mekke'ye girmişti. Beni arayıp bulamayınca, bana bir mektup yazmış ve mektubunda şöyle demişti:
'Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'a hamd ü sena ve Resûlullaha salât ve selamdan sonra, derim ki: Doğrusu, ben, senin İslâmiyetten böyle tedirgin olmak ve yüz çevirip gitmekteki görüşün kadar şaşılacak bir görüş görmedim!
Halbuki, eğri yola gitmekten seni
alıkoyacak bir aklın da var! Aklını kullansana!İslâmiyet gibi bir dini kim bilmez, tanımaz olur?!
Resûlullah Aleyhisselam seni bana sordu:
'Halid nerededir?' dedi.
Ben de: 'Allah onu getirir!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam: 'Onun gibi bir adam,İslâmiyeti bilmez ve tanımaz olabilir mi? Keşke o bütün savaş ve çabalarını,
Müslümanların yanında, müşriklere
karşı gösterseydi, kendisi için ne kadar hayırlı olurdu! Biz, kendisini başkalarına tercih eder, üstün tutardık' buyurdu.
Ey kardeşim! En elverişli, en yararlı yerlerde kaçırmış bulunduğun fırsatlara acele yetiş!' Bana kardeşimin bu mektubu gelince, Medine'ye gitmek için acele ettim. İslâmiyete olan isteğim de arttı. Resûlullah Aleyhisselamın söyledikleri ise, beni çok ferahlattı. Uyurken, rüyamda da, çok dar, sıkıntılı ve kurak yerlerden, yemyeşil ve geniş biryere çıktığımı gör­müştüm. Kendi kendime: 'Bu rüya herhalde boş değil! Medine'ye varınca, bunu Ebu Bekir'e anlatır, yordururum! dedim. Resûlullah Aleyhisselamın yanına gitmek için derlenip toparlandığım zaman, kendi kendime: 'Acaba Resûlullaha kadar, bana kim arkadaş ve yoldaş olur?' dedim. Safvan b. Ümeyyeye rastladım. Ona: 'Yâ Ebâ Vehb! Sen bizim içinde bulunduğumuz durumu şöyle bir gözönüne getirsen ya? Biz, ancak, bir azınlık ve yiyinti halindeyiz! Muhammed ise, Araplara ve Arap olmayanlara galip gelmiş bulunuyor! Muhammed'in yanına gitsek de, ona tâbi olsak olmaz mı? Çünkü, Muhammed'in şerefi, bizim için de bir şeref teşkil eder!' dedim. Safvan, bu teklifime, karşı koymanın en ağırı ile karşı koydu ve: 'Kureyşilerden, benden başka hiç kimse kalmasa, yine de ben ona hiçbir zaman tâbi olmam!' dedi.
Birbirimizden ayrıldık. Kendi kendime: 'Bu, kinci bir adamdır; kin güdüyor.
Babası ve kardeşi Bedir savaşında öldürülmüş bulunuyor!' dedim.
İkrime b. Ebu Cehil'e rastladım.
Ona da Salvan'a söylediklerimin tıpkısını söyledim. O da bana Safvan'ın söylediği gibi söyleyince, ona: 'Bari, sana açtığım şeyi gizli tut, açığa vurma!' dedim.
İkrime: 'Onu kimseye anmam! dedi.
Evime gittim. Hayvanımı dışarı çıkarmalarını emrettim.
Hayvanıma bindim. Osman b. Talha ile buluşmak üzere yola çıktım. Kendi kendime: İşte bu, muhakkak bana yoldaş ve arkadaş olur! Keşke maksadımı daha önce ona açsaydım!' dedim. Sonra da, baba soylarından (Uhud savaşında) öldürülmüş olanları hatırlayarak, maksadımı kendi­sine açıklamayı uygun görmedim. Yine, kendi kendime: 'Şu saatte hayvanımın üzerinde yola çıkmış iken, böyle şeyleri düşünmek, benim ne üstüme gerek!' dedim. Olan biten işi ona söyledim ve: 'Biz, ancak, deliğinde sıkışıp kalan ve üzerine yukarıdan kova ile su dökülünce dışarı fırlamak zorunda kalan birtilki durumundayız!' dedim. Ona da, iki dostuma söylemiş olduklarımın tıpkısını söyledim. Osman b. Talha, teklifimi tereddütsüz kabul ediverdi. Ona: 'Sen bugün dur! Yarın, sabah vaktini kolla! Ben de yarın sabah vaktini kollayacağım. Şu hayvanım Mekke'nin Fahh vadisinde bulunacaktır' dedim. Kendisiyle Ye'cec'de buluşmaya söz verdim. Eğer o benden önce gelirse, orada durup beni bekleyecekti. Ben ondan önce gelirsem, orada durup onu bekleyecektim.
 Ertesi gün, seher vakti yola çıktık.
Tan yeri ağarmadan Ye'cec'de buluştuk.
Kuşluk vakti Hedde'ye ulaştık.
Amrb.Âs'ı orada bulduk.
O, bize: 'Hoşgeldiniz kavmim!" dedi.
Biz de, ona: 'Sen de hoşgeldin! dedik.
O, bize: 'Siz, nereye ve ne için gidiyorsunuz?' diye sordu.
Biz de, ona: 'Sen, ne için ve nereye çıkıp gidiyorsun?' diye sorduk ve: 'Biz İslâmiyete girmeye, Muhammed'e tâbi olmaya gidiyoruz!' dedik. Amr b. Âs da: 'Beni getiren de budur!
Ben de ancak Müslüman olmak için geldim.
Vallahi, artık tutulacak yol belli oldu.
İş iyice aydınlandı.
Bu zât, muhakkak peygamberdir!
Vallahi, ben gidip Müslüman olacağım.
Daha ne zamana kadar bekleyip duracağım?
Aklı başında olanlardan,
Müslüman olmayan kimse kalmadı.
Vallahi, biz böyle oturup duracak olursak,
sırtlanların inlerinde yakalandıkları gibi,
Muhammed de bizi boyunlarımızdan
tutup yakalayacaktır!' dedi."
Hep birlikte yoldaşlık ve arkadaşlık ederek
Medine'ye geldiler.
Harre mevkiinin arkasında develerini ıhdırdılar.
Geldikleri Peygamberimiz Aleyhisselama haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam çok sevin­di.
Üç arkadaş, elbiselerinin en iyilerini giydikten sonra,
Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmeye hazırlandılar.
O sırada, Halid b. Velid'in kardeşi Velid, gelip Halid b. Velid'e: "Acele et! Çünkü, senin geldiğin Resûlullah Aleyhisselama haber verilmiş, gelişin kendisini çok sevindirmiştir. O şimdi sizleri bekliyor!" deyince, hareketlerini hızlandırdılar.

Resûlullah Aleyhisselam, onları görünce, ashabına: 'Mekke, ciğerparelerini kucağınıza attı!" buyurdu.
Halid b. Velid, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına varırken, Peygamberimiz Aleyhisselam ona gülümseyip duruyordu.
Halid b. Velid, Peygamberimiz Aleyhisselama peygamberlik selamıyla selam verdi. Peygamberimiz Aleyhisselam da, onun selamına mukabele etti.
Halid b. Velid: "Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, senin de Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid'e "Beri gel!" buyurduktan sonra: "Sana hidayet eden, doğru yolu gösteren Allah'a hamd olsun! Ben senin akıllı olduğunu biliyor, bunun er geç seni selamet ve hayra erdireceğini umuyordum!" buyurdu.
Halid b. Velid: "Yâ Rasûlallah! Sen benim sana karşı açılan savaşların
hepsinde haktan inatla uzaklaşmış olarak hazır bulunduğumu biliyorsun.
Benim bu yoldaki günahlarımı bağışlaması, yarlığaması için Allah'a dua et!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş günahları keser atar!" buyurdu.

Halid b. Velid: "Yâ Rasûlallah! Sen benim için böylece de dua etsen?" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Allah'ım! Halid'in, kullarını Senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün çabalarından ileri gelen günahlarını bağışla!" diyerek dua etti.

Halid b. Velid: "Vallahi, Müslüman olduğum günden beri, Resûlullah Aleyhisselam, beni önemli işlerde ashabının hiçbirinden ayırmadı" demiştir.

Hicretin 8. yılında, Safer ayının ilk gününde, Önce Halid b. Velid,
Sonra Osman b. Talha,
Ondan sonra da Amr b. Âs,
Peygamberimiz Aleyhisselama bey'at edip Müslüman olmuslardır.
 Yüce Allah hepsinden razı olsun!

Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid'e, evinin yanında bir yer verdi.

Savaşlarda da, kendisini süvari birliği
kumandanlığında bulundurdu ve
bu görevden hiç ayırmadı.

Osman b. Talha da, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatına kadar, Medine'de oturdu.

velid


 

 


Bismillahirrahmanirrahim
 
HİCRİ 1.YIL 
Peygamberimiz'in (sav) Mescidinin Yapılışı
Ezan
 Hz. Hamza'nın (ra) Sîfü'l-Bahr'e Gönderilişi
Ubeyde b. Hâris'in (ra) Râbığ'a Gönderilişi
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Harrar'a Gönderilişi

 HİCRİ 2.YIL
 Cihat Emri / İzni 
 Ebvâ (Veddan) Gazâsı
 Buvat Gazâsı 
 Sefvan Gazâsı 
  Zü'l-Uşeyre Gazâsı 
 Nahle Seferi 
 Kıblenin Kâbe'ye Çevrilişi
  Ramazan Orucunun Farz Kılınışı 
  Teravih Namazı
   Bedir Savaşı 
  Sevık Gazası
  Fıtır Sadakası ve Bayram Namazları Zekat Farizası
 

HİCRİ 3.YIL
Karkaratü'l Küdr Gazası
Ka'b b. Eşref'in Öldürülmesi,
Gatafan Gazası
Ebu Râfi'in öldürülüşü
İbn Süneyne (Sübeyne)'nin Öldürülüşü
Buhran Gazası
Karde Seferi
Hz Hasan'ın (ra) doğumu
Uhud Savaşı

HİCRİ 4.YIL
Katan Seferi
Abdullah b. Üneys (ra) Seriyyesi
Reci Seferi
Bi'r-i Mauna olayı
Amr b. Ümeyye Seriyyesi
Beni Nadir yahudileri Medine'den Sürüldü
İçki Haram Kılındı
Hz Ali 'nin (ra) annesi Fatıma hatun vefat etti
Hz. Zeyneb'in Vefatı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Torunu ve Hz. Osman'ın Oğlu Abdullah'ın Vefatı
Ebu Seleme Abdullah b Abdulesed (ra) vefat eti
Hz Hüseyin Doğdu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ümmü Seleme ile Evlenişi
Bedru'l Mev'id Gazvesi
 
HİCRİ 5.YIL
Zatürrika Gazvesi
Dümetü'l Cendel Gazvesi
Müzeyneler Müslüman oluyor
Beni Mustalık Gazası (Müreysi’ Savaşı)
Rasulullah (sav)'ın Cüveyriye binti Haris ile evlenmesi
Hz. Aişe ve İfk (İftira) olayı
Peygamberimiz'in (sav) ,Hz Zeyneb b.Cahş ile evliliği
HENDEK SAVAŞI
Beni Kurayza Gazası

HİCRİ 6.YIL
Kurata seferi
Beni Lihyan seferi
Gabe gazası
Gamre seferi
Zülkasse  seferi
Cemum seferi
Iys seferi
Tarf seferi
Dümetül Cendel seferi
Fedek seferi
Beni Fezare seferi
Ükl ve Üraniler
 Hudeybiye Antlaşması

HİCRİ 7.YIL
Peygamber (sav) elçileri
Hayberin fethi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile Evlenişi
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması
Vâdi'l-kurâ Gazası
Hısma Seferi
Teymâ seferi
Benî Fezâre Seferi
Türebe Seferi
Hz. Ebu Bekr'in Necd seferi
Benî Mürre Seferi
Meyfaa seferi
Cinab Seferi
UMRETÜ'L-KAZA
 
HİCRİ 8.YIL
Peygamberimiz Aleyhisselam'ın Kızı Hz. Zeyneb'in Vefatı
Mute Gazası
Mekke'nin Fethi
Huneyn Savaşı
Taif Kuşatması
Halid b. Velid ile Osman b. Talha'nın Müslüman Oluşu

 HİCRİ 9.YIL
Müslüman Kabilelere Valiler ve Zekat Tahsil Memurları Gönderilişi
Medine'ye Gelen Benî Temim Heyeti
Hâris b. Dırâr el-Huzâî'nin Medine'ye Gelişi, Müslüman Oluşu ve Benî Mustalıkların da Müslüman Olmalarını Sağlayışı
Benî Esed b. Huzeymelerin Müslüman Oluşu
Urve b. Mes'ud'un Müslüman Olup Taiflileri Müslümanlığa Davet Edişi ve Şehit Edilişi
Benî Uzre Heyetinin Medine'ye Gelmeleri ve Müslüman Olmaları
Kutbe b. Âmir'in Has'amlara Gönderilişi
Abdullah b. Avsece'nin Hârise b. Amr b. Kurayt Oğullarına Gönderilişi ;
Dahhâk b. Süfyan'ın Kurataları Te'dibe Gönderilişi
Beliyy Heyetinin Medine'ye Gelişi ve Müslüman Oluşu
Habeş Necaşî'si Ashama'nın Vefat Edişi ve Kendisi İçin Gıyâbî Olarak Medine'de Cenaze Namazı Kılınışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevcelerinden 1 ay inzivaya çekilişi
Tebük Seferi
Hz. Ümmü Külsûm'un Vefatı
Himyer Krallarının Müslüman Oluşu
Sakîflerin Müslüman Oluşu
İslamiyet Arabistanda yayılıyor
Baş Münafık Abdullah b Übeyy b Selül'ün Ölüşü
9.Yıl Haccı

HİCRİ 10.YIL
Hz. İbrahim'in Vefatı
Veda Haccı

HİCRİ 11. Yıl
Usame b. Zeyd (ra)'in Suriye Seferi
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatı

 

Peygamberimiz Aleyhisselamın İlk Cuma Hutbeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam, bu Cuma günü, ayakta durarak ardarda irad ettiği hutbelerinde, Allah'a lâyık olduğu veçhile hamd ve sena­da bulunduktan sonra, şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Kendiniz için, önden ahiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Elbette, bilirsiniz ki; her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır! Sonra Rabbi ona tercümansız, perdedarsız olarak: 'Sana Resûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için [âhiret azığı olarak] ne gönderdin? buyuracak. O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek! Sonra önüne bakacak. Önünde de cehennemden başka birşey göremeyecek! Öyle ise yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayır işlesin! Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın. Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir! Selam ve Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!" "Allah'a hamd olsun! Allah'a hamd eder ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden, Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz! Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez! Şehadet ederim ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! O, birdir; O'nun şerîki yoktur! Sözlerin en güzeli, Yüce Allah'ın Kitabıdır. Allah kimin kalbini Kur'ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyete girdirir, o da Kur'ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuş, kurtulmuştur. Doğrusu, Kitabullah sözlerin en güzeli, en belâgatlısıdır. Allah'ın sevdiğini seviniz! Allah'ı candan gönülden seviniz! Allah'ın kelamından, zikrinden usanmayınız! Allah'ın kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin! Çünkü, Allah'ın kelamı, herşeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, kıssaların iyisini zikreder. Helal ve haram olan herşeyi beyan eyler. Artık Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız. O'ndan gereği gibi sakınınız. Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz. Allah'ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz. Muhakkak biliniz ki: Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder. Selam olsun sizlere!"[3] Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Salim mescidinde Cuma günü irad buyurduğu hutbe olmak üzere, Saîd b. Abdurrahman el-Cumahî'den nakledilen hutbede de şöyle buyurulmustur: "Hamd, Allah'a mahsustur. Ben, O'na hamd eder, O'ndan yardım, yarlıganmak ve hidayet dilerim. O'na iman ederim, inanmazlık etmem. İnanmazlık edenlere de düşmanlık ederim. Ben Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, şerîki ve nazîri olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim. Allah, onu peygamberlerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapkınlığa düştüğü, zamanın kesintiye uğradığı, Kıyametin kopma ve âlemin sona erme zamanının yaklaştığı bir sırada, tam bir hidayet, tam bir nur, tam bir öğüt olan Kur'ân'la göndermiştir. Allah'a ve Resûlüne boyun eğen, muhakkak doğru yolu bulmuştur. Allah'a ve Resûlüne karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlıktan sapkınlığa düşmüştür. Size Allah'tan korunmayı tavsiye ederim. Zaten bir Müslümanın bir Müslümana en hayırlı tavsiyesi de, onu ahirete isteklendirmesi, ona Allah'tan korunmayı emretmesidir. Allah'ın sizi sakındırdığı şeylerden sakınınız! Bundan daha üstün ve hayırlı bir öğüt, bundan daha üstün ve hayırlı bir hatırlatma yoktur. Rabbinden korkarak, ürpererek ibadet eden kimse için, Allah'tan korunmak, istediğiniz ahiret mut­luluğu için en güvenilir bir yardımdır. Kim gizli ve açık her işinde Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek Allah'la arasını düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır. Öldükten sonra da, bu, kendisinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir zamanda kendisine azık olur. Bunun dışındaki işlerden uzak uzak kaçmayı, onlarla kendi arasında uzun mesafeler olmasını ister. Allah, azabından sizi korkutur. Allah, kulları hakkında çok esirgeyici ve merhametlidir. Sözünü doğrulayan, va'dini yerine getiren Allah'a andolsun ki; bundan cayma yoktur! Çünkü, Yüce Allah 'Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, kullara zulümkâr da değilim' [Kâf: 29] buyuruyor. Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah'tan korununuz! Kim Allah'tan korunursa, Allah onun günahlarını örter, ecrini de büyütür. Allah'tan korunan büyük bir kurtuluşa ermiştir. Allah'tan korunmak, insanı Allah'ın azab ve gazabından korur. Allah'tan korunmak, yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir. Nasibinizi alınız! Allah katında ifrartlı olan hareketlerde bulunmayınız. Allah doğruları da, yalancıları da bilsinler diye size Kitabını ve yolunu açıkça öğretmiştir. Allah'ın size ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulununuz. Allah'ın düşmanlarına düşman olunuz. O'nun yolunda, gereği gibi cihad ediniz! Sizi O seçip Müslümanlar diye adlandırdı ki, helak olan açık delillerle helak olsun, sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın. Allah'tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur. Allah'ı anmayı çoğaltınız. Bu günden sonrası için çalışınız. Kim Allah'la arasını düzeltirse, Allah da onun insanlarla arasını düzeltir. Çünkü Allah insanlar üzerinde hükmünü yürütür. İnsanlar ise Allah üzerinde hükümlerini yürütemezler. Allah insanlar üzerinde tasarruf eder. İnsanlar ise Allah üzerinde tasarruf edemezler. Allah en büyüktür. Büyük olan Allahtan başkasında kuvvet ve kudret yoktur.


 
 HİCRİ AYLAR
Muharrem 
Safer
Rebiülevvel
Rebiülahir
Cemaziyelevvel
Cemaziyelahir 
Recep
Şaban
Ramazan
Şevval
Zilkade 
Zilhicce
 
Facebook beğen
 
 
5 ziyaretçi (5 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol