MEKKE DEVRİ

Peygamberimiz Hz Muhammed (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) 

Muhammed Aleyhisselamın Soyu 

Muhammed b. Abdullah, b. Abdulmuttalib, b. Hâşim, b. Abdi Menaf, b. Kusayy, b. Kilab, b. Mürre, b. Ka’b, b. Lüey, b. Galib, b. Fihr, b. Mâlik, b. Nadr, b. Kinane, b. Huzeyme, b. Müdrike, b. İlyas, b. Mudar, b. Nizar, b. Maadd, b. Adnan.
Adnan'da, İsmail Aleyhisselam b. İbrahim Aleyhisselamın öz be öz soyundan gelmiştir
Mekke halkının Kureyş diye anılması, Muhammed Aleyhisselamın on ikinci kuşakta yer alan ve ilk kez Kureyş lakabıyla anılan atası Nadr b. Kinane’den dolayıdır.

Dedesi ve Babası


Peygamberimiz Aleyhisselamın Babası Hz. Abdullah'ın Vefatı

Peygamberimiz Aleyhisselamın babası Hz. Abdullah, Hz. Âmine ile evlendikten kısa bir müddet sonra, Kureyşlilerin ticaret malları yüklü kafilelerinden bir kafileye katılarak Şam’a ve Gazze’ye gitmişti.
Satacaklarını satıp alacaklarını aldıktan sonra, oradan geri dönüldüğü sırada yolda hastalandı.
Medine’ye gelince, arkadaşlarına: “Ben, burada dayılarım Adiyy b. Neccar oğullarının yanında biraz kalayım” dedi ve hasta olarak onların yanında bir ay kaldı.
Kafile arkadaşları, yollarına devam edip Mekke’ye geldiler.
Abdulmuttalib, onlardan oğlunun nerede kaldığını sordu.
Onlar da, “Onu gerimizde, dayıları Adiyy b. Neccar oğullarının yanında bıraktık.
kendisi hastadır” dediler.
Bunun üzerine, Abdulmuttalib, büyük oğlu Hâris’i acele Medine’ye yolladı.
Hâris Medine’ye vardığı zaman, Hz. Abdullah’ı vefat etmiş ve Adiyy b. Neccarlardan Nâbiga’nın evine gömülmüş buldu.
Dayıları; Abdullah’ın nasıl hastalandığını, olanca çabalarına rağmen kendisini kurtaramadıklarını ve Nâbiga’nın evine gömdüklerini Hâris’e anlattılar.
Hz. Abdullah, vefat ettiği zaman yaşında idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, daha annesinden doğmamıştı.

Peygamberimizin Doğum Tarihi ve Doğum Yeri

Peygamberimiz Aleyhisselam; Fil yılında, Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi günü, tan yeri ağarırken, Şı’b’daki evlerinde doğdu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın doğduğu ev: Şı’b’da, Hâşim’den Abdulmuttalib’e kalan, ondan da Peygamberimiz Aleyhisselamın babası Hz. Abdullah’ın hissesine düşen ev olup, “Mevlid Sokağı” diye anılan Ebu Talib Şı’b’ı caddesinde, Leyi sokağında idi.

Peygamberimizin dünyaya geldiği gece yaşanan 8 olağanüstü olay.


Peygamberimiz Aleyhisselamın doğumu gecesinde, Abdurrahman b. Avfın annesi Şifâ Hatun da hazır bulunup ebelik etmiştir.

Sütannesi Halime Hatun'un Peygamberimiz Aleyhisselamı Emzirişi ve Büyütüşü

Hz. Halîme (r.a.) Hazret-i Halîme (r.a.) Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in Süveybe Hâtun’dan sonraki süt annesi...
Hazret-i Halîme -radıyallahu anhâ- Hz. Muhammed’i -sallallahu aleyhi vesellem- tam iki sene emziren, onun yetişip büyümesinde emeği geçen, onu tehlikelere karşı koruyan ve nur bedeninin gelişmesi, gürbüzleşmesi ve sağlıklı olması için gayret eden, çırpınan bir anne!..
Halîme (r.anha) Mekke civarında oturan Hevâzîn kabilesinin Benî Sa’d bin Bekir koluna mensuptur.
Aynı kabîleden Hâris bin Abdüluzza ile evlenmiştir.
Bu evlilikten Abdullah b. Hâris, Uneyse b. Hâris ve Şeyma b. Hâris adında üç çocukları dünyaya gelmiştir.
Geleceğin Peygamberi Kâinâtın Efendisi Muhammed (sav) de onların süt kardeşi olmuştur.
Benî Sa’d kabîlesi çölde yaşardı.
Temiz, havadar, suyu bol yaylaları vardı.
Arablar arasında dili en düzgün, pürüzsüz, konuşan bir kabileydi.
Cömertlikleri ile de meşhurdu.
Yeni doğan çocuklarını süt anneye verirken bu özelliği de göz önünde bulundururlardı.
O devirde çölde yaşayan bedevî hanımlar bir gelir kaynağı olarak süt annelik hizmeti verirlerdi.
Mekke’ye gelir yeni doğan çocuklardan alıp götürürlerdi.
Bir kıtlık senesi idi.
Halîme Hâtun da kucağında oğlu, yanında kocası Hâris ile birlikte diğer hanımlarla yurtlarından çıkıp Mekke’ye geldiler.
Çaresizlik içerisinde dolaşırlarken karşılarına Kureyş’in büyüklerinden Abdülmuttalib çıktı.
Allah Teâla bir yetimi vesîle kılarak onları ilâhî ikramlara nâil kılacaktı.
Geleceğin Peygamberine hizmet etme şerefini onlara verecekti.
Onlar da yetimliğine bakmadan elleri boş dönmemek için nur topu yavrucağı bağırlarına basıp yurtlarına götüreceklerdi.
Daha yolda iken hayır ve bereketlere nâil olduklarını göreceklerdi.
Ailecek bereket ve ilâhî ikramlara nâil oldular.
Geleceğin peygamberi Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz dört yaşlarına kadar Halîme annemizin yanında büyüdü.
Bir gün evlerinin arkalarında kuzuları otlatırken üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam içi kar dolu, altından bir leğen ile geldi ve Nur Muhammed’in (sav) karnını yarıp kalbini açtılar.
Oradan kan pıhtısına benzer bir şeyi çıkarıp attılar.
Süt kardeşi Abdullah bu durumu görünce çok korktu.
Derhal anne-babasına koşarak heyecanla geldi. Kureyşli kardeşim öldürüldü!.. diye feryad etti.
Halîme Hâtun ve kocası hemen koşup çocukların yanına geldiler.
Nur Muhammed’i (sav) benzi sararmış, korkmuş bir vaziyette buldular.
Ne oldu yavrucuğum! diye sordular.
O da dört yaşlarında olmasına rağmen olan biteni tek tek anlattı.
“Üzerlerinde ak elbise bulunan iki adam geldi ve beni yatırdılar.
Karnımı yardılar ve içimden bilmediğim bir şey çıkarıp attılar.
Kalbimi, karnımı o karla iyice yıkayıp temizlediler” dedi.
Bu hâdise üzerine Hâris âilesine: “Ey Halîme! Ben bu çocuğun başına bir felâket gelmesinden korkuyorum!
Onu hemen ailesine götürüp teslim edelim” dedi.
Halîme Hâtun süt evlâdı Nur Muhammed’i, (sav) Âmine Hâtun’a teslim etmek üzere Mekke’ye geldi.
Şehre girerken kalabalıklar arasında kayboldu
Dedesi Abdülmuttalib ve Kureyş kabilesi atlıları seferber oldu.
Mekke’nin her tarafı arandı bulunamadı.
Sonra Kâbe’ye gelip tavaf ettikten sonra dede Abdülmuttalib Yüce Allah’a şöyle niyazda bulundu. “Ya Rab! Kavmi’min hepsi toplandı ise de sevgili torunum bulunamadı.
Senden medet!” diye yardım diledi.
O anda görünmeyen bir yerden ses geldi ve: “Muhammed’in (sav) Rabbı vardır. Onu yardımsız bırakmaz ve zâyî etmez” dedi.
Daha sonra yüce Allah'ın (cc) izniyle bulundu
Abdülmuttalib sevgili torunu Nur Muhammed’i (sav) kucaklayıp öptü.
Bağrına bastı Mekke’ye getirdi.
Kâbe’yi yedi defa tavaf ettirip onu her türlü tehlikelerden ve kötülüklerden koruması için Allah’a duâ etti.
Sonra anneciği Âmine Hâtun’un yanına götürdü.
Kur’an-ı Kerimde Duhâ Sûresi’nin yedinci âyetinin bu hâdiseye işaret ettiği rivayet edilir.
Meâlen:“Seni (çocukluğunda) kaybolmuş bulup da yolunu doğrultmadı mı?” buyurulmuştur.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Annesiyle Birlikte Medine'ye Gidişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, altı yaşında iken; annesi Hz. Amine, kocası Hz. Abdullah’ın Medine’deki Benî Adiyy b. Neccarlardan olan dayılarını ziyaret ettirmek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselamı dadısı Ümmü Eymen ile birlikte iki deve üzerinde Medine’ye götürdü ve Nâbiga’nın evine indi.
Neccar oğullarının dayılıkları, Abdulmuttalib’in dayısı olmalarından dolayı idi.

Hz. Âmine'nin Ebva'da Vefat Edişi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmü Eymen Tarafından Mekke'ye Götürülüp Dedesine Teslim Edilişi

Hz. Âmine, Medine’deki Neccar oğullarından olan dayılarını ziyaret ettirdikten sonra Peygamberimiz Aleyhisselamı Mekke’ye getirirken yolda hastalanıp Ebva köyünde durakladı .
Hz. Âmine, Ebva’da vefat etti.
Oraya da defnedildi
Hz. Âmine vefat ettiği zaman otuz yaşında idi.

Ümmü Eymen (Dadısı)

Hz. Âmine’nin Ebva’da vefatı üzerine, Peyamberimiz Aleyhisselamı, dadısı Ümmü Eymen (Bereke) bağrına bastı.
Peygamberimiz Aleyhisselamı Mekke’ye getirip dedesine kavuşturdu.

Dünyada böylece babasız ve annesiz kalan Peygamberimiz Aleyhisselamı, Yüce Allah hâmisiz bırakmadı.
Önce dedesinin, sonra da amcası Ebu Talib’in bağrına bastırdı.

Peygamberimiz Aleyhisselamın dadısı Ümmü Eymen’in asıl adı Bereke’dir.
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Hatice ile evlendiği zaman, Bereke de Hazreclilerin Hâris oğullarından Ubeyd b. Zeyd ile evlenmiş, kendisinden Eymen doğmuştu. Eymen, Huneyn gazasında şehit olmuştur.
Ümmü Eymen; Ubeyd’den sonra Zeyd b. Hârise ile evlenmiş, Üsâme adındaki oğlu dünyaya gelmiştir.

Abdulmuttalib Dede

Babasız ve anasız kalan torununu yanına alıp şefkatle bağrına bastı.Oğullarından hiçbirine göstermediği şefkati O’na gösterdi.

Peygamberimiz Aleyhisselamın dedesi Abdulmuttalib; Fil Vak’asından sekiz yıl sonra vefat etti, Peygamberimiz Aleyhisselam da sekiz yaşında bulunuyordu.

Ebu Talib Peygamberimiz Aleyhisselamı Yanına Alıp Büyüttü


Peygamberimiz Aleyhisselamın Kalbine Re'fet ve Rahmet Dolduruluşu olayı gerçekleşti

Hilfü’l-Fudul

Bazı Kureyş kabilelerinin, Mekke’de haksızlığa uğrayan insanlara yardım etmek amacıyla yaptıkları Hz. Muhammed’in de katıldığı antlaşma.
Hz. Peygamber’in bi‘setten sonra da bu ittifaktan övgüyle bahsettiği, İslâmiyet’in onu daha da pekiştirdiğine inandığı ve bu yemini kızıl tüylü bir deve sürüsüyle de olsa asla değişmeyeceğini, tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden derhal icâbet edeceğini söylediği bilinmektedir.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Amcasıyla Birlikte Busra'ya Gidişi ve Bahira olayı gerçekleşti

Hz. Hatice (ra) annemizle evlendi

“Hatice binti Huveylid, b. Esed, b. Abduluzza, b. Kusayy; işini bilir ve sıkı tutar, sağlam karakterli ve şerefli bir kadındı.
Yüce Allah; onu, bu meziyetleriyle birlikte, daha da şereflendirmeyi ve hayra erdirmeyi diledi.
Bunun için, kavminin her erkeği, elinden gelse, onunla evlenmeye can atar, onunla evlenebilmek için servetini saçardı.
Hz. Hatice, Nefise Hatun aracılığıyla yaptığı yoklama sonucunda Peygamberimiz (a.s.) kendisiyle evlenmeye razı olacağını anlayınca: “Ey amcamın oğlu!
Akrabam olduğun kavminin arasında şerefli, emniyetli, güzel huylu ve doğru sözlü olduğun için seninle evlenmeyi arzu etmiş bulunuyorum.
Amcam Amr b. Esed’e gidip beni iste!
Sen de, şu saatte gel!” diyerek Peygamberimiz (a.s.)a; nikâhını kıyması için de amcası Amr b. Esed b. Abduluzza b. Kusayy’a haber gönderdi.
Peygamberimiz (a.s.), Hz. Hatice’nin evlenme teklifini amcalarına duyurdu.
Ebu Talib, durumu iyice öğrenmek üzere, Peygamberimiz (a.s.)ı yanına alıp Hz. Hatice’nin evine vardı.
Hz. Hatice, Ebu Talib’e: “Ey Ebu Talib! Amcamın yanına var da, kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah’la benim nikâhımı kıysın” dedi.
Ebu Talib, o zaman Mudar’ların başkanları olan Hâşim oğullarından on kişilik bir toplulukla, Hz. Hatice’nin amcasının yanına vardı.
Gidenler arasında Peygamberimiz (a.s.)la bütün amcaları bulunuyordu.
Dünürlük ve nikâh töreninde Hz. Hatice’nin amcası Amr b. Esed ile Peygamberimiz (a.s.) ve amcaları hazır bulundular.
Ebu Talib ayağa kalkıp konuşma yaptı
Ebu Talib konuşmasını tamamlayınca, Hz. Hatice’nin amcasının oğlu Varaka b. Nevfel kalkıp konuştu

Zeyd b Harise, Hz. Hatice tarafından köle olarak alınıp azat edildi ve Peygamberimiz (sav) onu evlat edindi

Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali'yi Yanına Alıp Büyüttü

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselama Vahiy ve Peygamberlik Gelmeden birkaç yıl önce bazı olaylar Cereyan etti

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselama vahiy ve peygamberlik gelmeden iki yıl kadar önce, Şamlı Yahudi âlimlerinden İbn Heyyiban, Şam’dan Medine’ye gelip yerleşti ve çok geçmeden de Medine’de ölüm döşeğine düştü.
Öleceğini anlayınca, Medineli Yahudilere: “Ey Yahudi cemaati!
Yemesi içmesi bol bir yerden, beni bu yoksulluk ve açlık yurduna getiren şeyin ne olduğunu sanırsınız?” dedi.
Yahudiler: “Sen daha iyi bilirsin!” dediler.
İbn Heyyiban: “Ben, bu memlekete ancak, gelme zamanı çok yaklaşmış bulunan ve buraya hicret edecek olan O Peygamberi gözlemek üzere gelmişimdir!
Onun, yakında peygamber olarak gönderilmesini ve benim de ona tâbi olmamı umduğum kendisinin gelme zamanı çok yakındır.
Ey Yahudi cemaati!
Ona tâbi olmakta hiç kimse sizi geçmesin!
Çünkü, O, kendisine karşı koyanların kanlarını dökmek, çocuklarını, kadınlarını esir etmek selahiyetiyle gönderilecektir.
Siz, bu hususta ondan korunamazsınız!” dedi ve sonra öldü.

Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam, kırk yaşına gelmeden önce, 3 otuz sekiz yaşında iken, 4 ışık, nur görür, 5 sesler işitir, 6 endişelenir dururdu.
Yüce Allah, Muhammed Aleyhisselamm kerametini açıklamayı irade buyurduğu sıralarda idi ki Muhammed Aleyhisselam; evinden çıkar, Mekke evlerinden uzaklaşır, vadilerin kuytu köşelerine doğru dalar giderken, hiçbir ağaç veya taşa rastlamazdı ki: “Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah! = Selam olsun sana, ey Allah’ın Resûlü!” diyerek kendisini selamlamamış olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam; hemen etrafına, sağma soluna, arkasına dönüp bakınır, fakat ağaç ve taştan başka bir şey görmezdi.
Bu da, Peygamberimiz Aleyhisselam peygamberlikle görevlendirilmesinden iki yıl önce idi.

Muhammed aleyhisselâm otuz dokuz yaşında iken sâdık rüyalar görmeye başladı.
Rüyâsında ne görürse aynen çıkardı.
Bu hal altı ay devam etti.
Bundan sonra yalnızlığı sevip insanlardan uzaklaşarak Hira Dağında bir mağarada tefekküre dalardı.
Bâzan Mekke’ye gelir Kâbe’yi tavâf ettikten sonra evine giderdi.
Evinde bir müddet kalıp yanına biraz yiyecek alarak yine Hira Dağındaki mağaraya gidip tefekkür ve ibâdetle meşgul olurdu.
Bu hâlini gören Mekkeliler; “Muhammed Rabbine âşık oldu.” demişlerdi.
Muhammed aleyhisselâm kırk yaşında iken yine bir Ramazan ayında Hira Dağındaki mağaraya çekilmiş ve tefekküre dalmıştı.

İlk Vahiy 

Ramazanın 17. Pazartesi gecesi, gece yarısından sonra kendisini adıyla çağıran bir ses işitti.
Başını kaldırıp etrafa baktığı sırada ikinci defâ bir ses işitti ve her tarafı birden bire bir nûr kapladığını gördü.
Sonra Cebrâil aleyhisselâm karşısına geldi. “Oku!” dedi.
“Ben okumuş değilim.” dedi.
O zaman melek Muhammed aleyhisselâmı tutup tâkatı kesilinceye kadar sıktı ve; “Oku!” dedi.
Yine; “Ben okuma bilmem.” cevâbını verdi.
İkinci defâ sıktı ve; “Oku!” dedi.
“Ben okuma bilmem.” dedi.
Cebrâil aleyhisselâm üçüncü defâ tutup sıktı ve sonra bıraktı ve; “Oku!
Her şeyi yaratan Rabbinin ismiyle ki O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı!
Oku, Allahü teâlâ büyük kerem sâhibidir.
O, kalemle öğretir, bilmediklerini öğretir.” meâlindeki Alak sûresinin ilk beş âyetini getirdi.
Muhammed aleyhisselâm da onunla berâber okudu.
İlk vahiy bu sûretle başladı ve bütün cihânı aydınlatan İslâm güneşi doğdu.
Muhammed aleyhisselâm Peygamberlik vazîfesinin mesuliyetini düşünerek büyük bir ürperti ve heyecanla Hira Dağındaki mağaradan çıkıp aşağıya inmeye başladı.
Dağın ortasına geldiği sırada bir ses duydu.
Cebrâil aleyhisselâm; “Yâ Muhammed, Sen Allah’ın resûlüsün; ben de Cibril’im.” diyordu.
Cebrâil’in sesini duyduğu gibi kendisini de gördü.
Cebrâil aleyhisselâm burada Peygamberimize abdest almasını gösterdi.
Peygamber efendimiz evine dönünceye kadar yanından geçtiği her taşın, her ağacın «Esselâmü Aleyke Yâ Resûlallah» dediğini işitiyordu.
Bundan sonra evine gelip; “Beni örtünüz.” buyurarak ürpermesi geçinceye kadar bir miktar yattı.
Biraz istirâhat ettikten sonra gördüklerini hazret-i Hadîce’ye anlattı.
O da; “Biliyorum ki sen doğru sözlüsün...
Emânete riâyet edersin...
Güzel huylu ve iyi ahlâklısın...
Senin bu ümmetin peygamberi olacağını umarım...” dedi.
Sonra bu durumu sormak üzere Varaka bin Nevfel’e gittiler.
Varaka Muhammed aleyhisselâmın anlattıklarını dinledikten sonra; «Müjde yâ Muhammed! Allah’a yemin ederim ki sen Îsâ’nın (aleyhisselâm) haber verdiği son peygambersin!
Sana görünen melek, senden evvel Mûsâ’ya (aleyhisselâm) gelen Cebrail’dir.
Ah! ne olurdu!
Genç olaydım.
Seni Mekke’den çıkardıkları zamâna yetişeydim de sana yardım etseydim.» dedi.
Muhammed aleyhisselâma ilk vahiy geldikten sonra üç sene vahiy gelmedi.
Bu arada İsrâfîl aleyhisselâm adındaki melek gelip bâzı şeyler öğretti.
Fakat vahiy getirmedi.
Bu sırada Peygamber efendimiz üzüldükçe Cebrâil aleyhisselâm gözüküp; “Ey Muhammed! Sen Allah’ın peygamberisin!” der, üzüntüsünü giderirdi.
İlk vahyin gelmesiyle peygamberliği duyulmaya başlayan Muhammed aleyhisselâmın tebliğinin 13 senesi Mekke, 10 senesi de Medîne’de geçti.

Artık Vahiy Peygamberimize aralıksız devam edecek

Muhammed aleyhisselâm vahyin bir müddet kesilmesinden sonra yine Hira Dağına çıkmıştı.
Dağdan aşağı inerken bir ses duydu.
Başını kaldırıp baktığında Cebrâil aleyhisselâmı gördü.
Mübârek kalbi çarparak ve ürpererek evine dönüp; “Beni örtünüz.” dedi ve örtündü.
Bu sırada Cebrâil aleyhisselâm Müddessir sûresinin; “Ey örtüye bürünen (Muhammed aleyhisselâm)!
Kalk da (kâfirleri Allahü teâlânın azâbı ile) korkut.
Rabbini tekbir et, tâzim et!
Giydiklerini temiz tut!
Haram edeceğim şeylerden sakın!
Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma!
Rabbin için sabret!
Sûra üfürüldüğü zaman kâfirlere çok sıkıntılı bir gündür.
Onlara kolaylık yoktur...” meâlindeki ilk âyetlerini getirdi.
Bundan sonra vahiy aralıksız devâm etti.

Kur’ân-ı kerîm âyetleri, 22 sene 2 ay 22 gün süren bir müddet içerisinde vahyedilip tamamlandı.

Ümmi Peygamber

Muhammed aleyhisselâm, “ümmî” idi.
Yâni kitap okumamış, yazı yazmamış, kimseden ders görmemişti.
Mekke’de doğup büyüyüp, belli kimseler arasında yetişip, seyâhat etmemişken, Tevrat’ta ve İncil’de, Yunan ve Roma devirlerinde yazılmış kitaplarda bulunan bilgilerden, hâdiselerden haber verdi.
İslâmiyeti bildirmek için, hicretin altıncı senesinde Rum, İran ve Habeş hükümdârlarına ve diğer Arap pâdişahlarına mektuplar gönderdi.
Hizmetine altmıştan ziyâde yabancı elçi gelmiştir.
Bu husûsu Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle bildiriyor: “Sen bu Kur’ân-ı kerîm gelmeden önce, bir kitap okumadın.
Yazı yazmadın.
Okur yazar olsaydın, başkalarından öğrendin diyebilirlerdi.” (Ankebut sûresi: 48).
Hadîs-i şerîfte de; “Ben ümmî peygamber Muhammed’im...
Benden sonra peygamber yoktur.” buyruldu.
Yine Kur’ân-ı kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: O (Muhammed aleyhisselâm) kendiliğinden konuşmamaktadır.
O’nun sözleri, O’na bir vahy ile bildirilmekte, öğretilmektedir. (Necm sûresi: 3-4)

İlk iman eden Hz Hatice (r.a)

Peygamber efendimize vahyin gelmesinden sonra ilk îmân eden hazret-i Hadîce oldu.
Cebrâil aleyhisselâm ilk vahyi getirdiği sıralarda Peygamberimize abdestin nasıl alınacağını öğretti.
Sonra da O’nunla birlikte iki rekat namaz kıldı.
Muhammed aleyhisselâm Cebrâil aleyhisselâmdan öğrendiği gibi abdest almayı ve kıldıkları iki rekat namazı Hazret-i Hadîce’ye de öğretti.
Ona imam olup bu iki rekat namazı kıldırdı.
Bu sırada henüz beş vakit namaz emredilmemişti.
Sâdece sabah ve ikindide iki vakit namaz kılınıyordu.

Hz Ali Müslüman oluyor

Onları bu şekilde namaz kılarken gören hazret-i Ali de Müslüman oldu.

İlk Müslümanlar

Peygamber efendimiz insanları İslâma dâvet işine önce yakınlarından ve samîmî dostlarından başladı.
Hazret-i Hadîce’den ve hazret-i Ali’den sonra âzâtlı kölesi Zeyd bin Hârise, eski dostu ve yakın arkadaşı hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Osman, Abdurrahmân bin Avf, Sa’d bin Ebi Vakkâs, Zübeyr bin Avvâm, Talha bin Ubeydullah Müslüman oldular.
Hazret-i Hadîce’den sonra Müslüman olan bu sekiz kişiye “Sâbıkûn-i İslâm”, yâni ilk Müslümanlar denir.

Davet  

Muhammed aleyhisselâm, insanları İslâma dâvet et emrinden sonra halkı gizlice İslâma dâvet etti.
İnsanlar birer ikişer Müslüman oluyordu.
Bu ilk yıllarda Müslümanların sayısı ancak otuza ulaşmıştı.
Bir müddet sonra; “Yakın akrabânı Allah’ın azâbı ile korkutarak, onları hak dîne çağır.” âyet-i kerîmesi gelince, Muhammed aleyhisselâm akrabâsını dîne dâvet etmek üzere hazret-i Ali vâsıtasıyla onları Ebû Tâlib’in evine çağırdı.
Önlerine, bir kişiye yetecek kadar bir tabak yemek ve bir tas süt koydu.
Önce kendisi besmele ile başlayıp, gelen akrabâsını buyur etti.
Gelenler kırk kişi kadar olmasına rağmen o yemek ve süt Muhammed aleyhisselâmın mûcizesi olarak hepsini doyurdu ve hiç eksilmedi.
Gelenler bu mûcize karşısında şaşıp kalmışlardı.
Yemekten sonra Muhammed aleyhisselâm, akrabâlarını İslâma dâvet etmek için söze başlamak üzereyken amcası Ebû Leheb düşmanlık ederek; “Biz bugünkü gibi bir sihir görmedik.
Akrabânız sizi bir sihirle büyüledi.” dedi.
Sözlerine hakâretle devâm edince, dâvetliler dağıldılar
Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra akrabâsını tekrar dâvet etti.
Ali radıyallahü anh yine hepsini çağırdı.
Önceki gibi yine önlerine yemek kondu.
Muhammed aleyhisselâm yemekten sonra ayağa kalkıp; “Hamd, yalnız Allah’a mahsustur.
Yardımı ancak O’ndan isterim.
O’na inanır, O’na dayanarım.
Şüphesiz bilir ve bildiririm ki Allah’tan başka tanrı yoktur.
O birdir, O’nun eşi ve ortağı yoktur.” dedikten sonra sözlerine şöyle devâm etti: “Size aslâ yalan söylemiyorum ve doğruyu bildiriyorum...
Sizi bir olan ve O’ndan başka ilâh olmayan Allah’a îmân etmeye dâvet ediyorum.
Ben O’nun size ve bütün insanlığa gönderdiği peygamberiyim.
Vallahi siz, uykuya daldığınız gibi, öleceksiniz.
Uykudan uyandığınız gibi de diriltileceksiniz ve bütün yaptıklarınızdan hesâba çekileceksiniz.
İyiliklerinizin karşılığında mükâfât, kötülüklerinizin karşılığında da cezâ göreceksiniz.
Bunlar da ya Cennet’te ebedî kalmak veya Cehennem’de ebedî kalmaktır.
İnsanlardan, âhiret azâbı ile ilk korkuttuğum kimseler sizlersiniz.”
Ebû Tâlib bu sözleri dinledikten sonra; “Sen emrolunduğun şeye devâm et!
Seni korumaktan geri durmayacağım.
Fakat eski dînimden ayrılmak husûsunda nefsimi bana boyun eğer bulmadım.” dedi.
Ebû Leheb hâriç, orada bulunan diğer amcaları ve akrabâsının hepsi yumuşak konuştular.
Fakat Ebû Leheb; “Ey Abdülmuttaliboğulları, başkaları O’nun elini tutup mâni olmadan önce siz O’na mâni olun!” gibi daha birçok çirkin sözler söyledi.
Onun bu sözleri üzerine Muhammed aleyhisselâmın halası, Ebû Leheb’e; “Ey kardeşim!
Kardeşimin oğlunu ve O’nun dînini yardımsız bırakmak sana yakışır mı?
Vallahi bugün yaşayan bilginler, Abdülmuttalib’in soyundan bir peygamberin geleceğini bildiriyorlar.
İşte O peygamber, budur!” dedi.
Ebû Leheb, bu sözler karşısında çirkin konuşmalarına devâm edince, Ebû Tâlib, kızarak; “Ey korkak! Vallahi biz sağ oldukça, O’na yardımcı ve koruyucuyuz!” dedi.
Muhammed aleyhisselâma da; “Ey kardeşimin oğlu!
İnsanları Rabbine îmâna dâvet etmek istediğin zamânı bilelim, silâhlanıp seninle birlikte ortaya çıkarız!” dedi.
Sonra Muhammed aleyhisselâm tekrar söze başlayıp; “Ey Abdülmuttaliboğulları! Vallahi, Araplar içinde, benim size getirdiğim, dünyâ ve âhiretiniz için hayırlı olan şeyden (yâni bu dinden) daha üstününü ve daha hayırlısını kavmine getirmiş bir kimse yoktur.
Ben sizi dile kolay gelen, mîzanda ağır basan iki kelimeyi söylemeye dâvet ediyorum ki o da: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim O’nun kulu ve resûlü olduğuma şehâdet etmenizdir.
Allahü teâlâ sizi buna dâvet etmemi emretti.” buyurup; “O halde hanginiz benim bu dâvetimi kabul eder ve bu yolda yardımcım olur?” dedi.
Kimseden ses çıkmadı, başlarını önlerine eğdiler.
Muhammed aleyhisselâm bu sözlerini üç defâ tekrarladı.
Her söyleyişinde hazret-i Ali ayağa kalkıp; “Yâ Resûlallah, her ne kadar bunların yaşça en küçüğü isem de sana ben yardımcı olurum!” dedi.
Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm Hazret-i Ali’nin elinden tuttu.
Diğerleriyse hayret içinde ve alaylı alaylı gülerek dağıldılar.
Peygamberliğin dördüncü yılında: “Sana emrolunan şeyi açıkla, baş ağrıtırcasına anlat, müşriklere aldırma.” (Hicr sûresi: 4) meâlindeki ilâhî emir gelince, Mekkelileri açıktan açığa İslâma dâvet etmeye başladı.
Vahyolunan âyetleri açıkça okuyor ve herkese, hak din olan İslâmı kabul etmelerini söylüyordu.
İlk sıralarda îmân edenler az oldu.
Îmân etmeyenler de önce O’ndan alâkalarını kesmediler.
Allahü teâlâya ibâdet edilmesini emreden âyetler gelince, bunları işiten Kureyş kavmi Muhammed aleyhisselâmın doğru sözlü ve yüksek ahlâk sâhibi olduğunu bildikleri halde O’ndan yüz çevirdiler ve düşman kesildiler.
Muhammed aleyhisselâm insanların bu inkârcı tutumu karşısında onları dâimâ îmâna dâvet ediyordu ve Mekkelilerden bir kısmı îmânla şerefleniyordu.
Yine bir gün Safâ Tepesi üzerine çıktı.
Yüksek ve gür bir sedâ ile; “Ey Kureyş topluluğu buraya geliniz, toplanınız, size mühim bir haberim var.” diye seslendi.
Bunun üzerine kabîleler merakla koşup orada toplandılar.
Hayretle bakmaya, merakla beklemeye başladılar.
“Ey Muhammed-ül emîn!
Bizi buraya niçin topladın, neyi haber vereceksin?” diye sordular.
Muhammed aleyhisselâm; “Ey Kureyş kabîleleri!” hitâbıyla konuşmaya başlayınca herkes büyük bir dikkatle dinlemeye başladı.
Onlara; “Benimle sizin hâliniz, düşmanı görünce, âilesine haber vermek üzere koşan ve düşmanın kendisinden önce âilesine ulaşıp zarar vermesinden korkarak; “Yâ sabâhâh (ey topluluklar).” diye haykıran bir kimsenin hâline benzer.
Ey Kureyş topluluğu ben size şu dağın ardında bir düşman ordusu var, üzerinize hücûm etmek üzeredir desem bana inanır mısınız?” dedi.
“Evet inanırız, çünkü sende şimdiye kadar doğruluktan başka bir şey görmedik.
Senin yalan söylediğini hiç görmedik!” dediler.
Muhammed aleyhisselâm bu umûmî hitaptan sonra, bütün Kureyş kabîlelerinin ismini; “Ey Haşimoğulları! Ey Abdümenâfoğulları!
Ey Abdülmuttaliboğulları!...” şeklinde sayarak; “Ben size önümüzdeki şiddetli azâbın bildiricisiyim.
Allahü teâlâ bana; “En yakın akrabâlarını âhiret azâbı ile korkut!” emrini verdi.
Sizi Lâ ilâhe illallah vahdehû lâ şerike leh (Allah birdir, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur) diyerek îmân etmeye dâvet ediyorum.
Ben de O’nun kulu ve resûlüyüm.
Eğer buna îmân ederseniz Cennet’e gideceksiniz.
Siz Lâ ilâhe illallah demedikçe ben size ne dünyâda bir fâide, ne de âhirette bir nasip sağlayabilirim!” dedi.
Dinleyen kabîleler arasından Ebû Leheb; “Bizi buraya bunun için mi topladın?” diyerek, yerden aldığı taşı Muhammed aleyhisselâma attı.
Diğerlerinden o anda böyle bir muhâlefet gelmedi.
Aralarında konuşarak dağıldılar.

Tebbet Suresi

Ebû Leheb’in gösterdiği inkâr ve düşmanlık üzerine daha sonra; “Ebû Leheb’in elleri kurusun, zâten kurudu...” diye başlayan Tebbet sûresi nâzil oldu.

Dünyanın durumu karanlık idi

Muhammed aleyhisselâm bütün insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilip, insanları açıkça İslâma dâvet etmesi emredildiği zaman, bütün insanlık âlemi dînî, rûhî, içtimâî ve siyâsî bakımlardan yaygın bir karanlık, tam bir câhiliyyet, taşkınlık, azgınlık ve sapıklık içerisinde bulunmakta idi.
O zaman dünyâ üzerinde göze çarpan belli başlı devletlerden Bizans, İran, Mısır, Hindistan, İskenderiye, Mezopotamya, Çin ve benzerlerinde yaşayan insanlar inançsızlığın veya bâtıl inançların içinde çırpınan ve ne yaptığını bilmeyen azgınlar hâline gelmişti.
Âlem öylesine kararmış ve zulmet öyle kesifleşmişti ki insanlar; her şeyin yaratıcısı olan Allah’a îmân ve ibâdet etmek yerine, kâinatta cereyan eden hâdiselere ve Allahü teâlânın yarattığı eşyâya tapıyorlardı.
Zavallı insanlık yıldızlara, ateşe, elleriyle yonttukları taştan ve tahtadan putlara “ilâh” diye secde ediyordu...
Sınıflara ayrılan insanlardan kuvvetliler zayıfları korkunç bir tahakkümle eziyordu.
Dünyâ üzerinde siyasî, coğrafî ve ticârî bakımdan mühim bir yer tutan Arabistan’da da durum diğer yerlerden farksızdı.
O zaman Arabistan’da insanlar inanç bakımından bâzı değişiklikler gösteriyordu.
Bir kısmı tamâmen inançsız ve dünyâ hayâtından başka bir şey kabul etmiyordu.
Bir kısmı ise Allah’a ve âhiret gününe inanıyor, fakat insandan bir peygamberin geleceğini kabul etmiyordu.
Bir kısmı da Allah’a inanıyor âhirete inanmıyordu.
Diğer büyük bir kısmı da Allah’a şirk koşarak putlara tapıyordu.
Müşriklerin herbirinin evinde bir put bulunuyordu.
Kâbe’ye de 360 put konulmuştu.
Bütün bunlardan başka İbrâhim’in (aleyhisselâm) bildirdiği din üzere olan ve “Hanîfler” denilen ve putlardan uzak duran kimseler de vardı.
Cahiliyye devri denilen bu zamanda Arabistan’da insanlar genellikle göçebe hayâtı yaşıyorlardı ve kabîlelere bölünmüşlerdi.
Devamlı çekişme hâlinde bulunan bu kabîleler, baskın ve yağmacılığı âdetâ kendileri için bir geçim vâsıtası kabul etmişlerdi.
Aralarında zulmün ve yağmacılığın yaygınlaştığı kabîlelerden meydana gelen Arabistan’da siyâsî bir nizam, içtimâî bir düzen de yoktu.
Yine bu sırada, dünyânın diğer yerlerinde olduğu gibi, Arabistan’da da ahlâksızlık son haddine ulaşmıştı.
İçki, kumar, zina, hırsızlık, zulüm, yalan ve ahlâksızlık nâmına ne varsa alabildiğine yaygınlaşmıştı.
Zulme, güçlünün güçsüze karşı kullandığı en amansız ve tüyler ürpertici bir vâsıta olarak başvuruluyor, kadın basit bir mal gibi alınıp satılıyordu.
Bir kısmı da kız çocuklarının doğmasını bir felâket ve yüz karası sayıyorlardı.
Bu korkunç telakkî o dereceye çıkmıştı ki, küçük kız çocuklarını, kumlar üzerinde açtıkları çukurlara diri diri yatırıp; “Babacığım! Babacığım!” diyerek boyunlarına sarılmalarına ve acı acı feryâd etmelerine hiç kulak asmadan üzerlerini toprakla kapatarak ölüme terk etmekte en ufak bir vicdan azâbı duymuyorlardı.
Netîce îtibâriyle o zamânın insanları arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adâlet gibi güzel hasletler yok olmuş gibiydi.
Korkunç bir câhiliyye devri yaşayan Araplar arasında dikkate değer bir husus vardı.
O da; edebiyâtın, belâgatın ve fesâhatın yaygınlaşarak zirveye ulaşmış olmasıydı.
Şâire ve şiire çok önem verirler, bunu büyük bir iftihâr vesilesi sayarlardı.
Güçlü bir şâir kendisi ve kabîlesi için îtibâr sağlardı.
Belirli zamanlarda panayırlar kurulur.
Şiir ve hitâbet yarışmaları açılırdı.
Birinci gelenlerin şiirleri veya hitâbeleri Kâbe duvarına asılırdı.
Câhiliyye devrindeki Kâbe duvarına asılan en meşhur şiirlere «Muallakat-ı Seb’a» (yedi askı) denilmiştir.
Kur’ân-ı kerîm âyetleri inmeye başlayınca O’ndaki eşsiz belâgatı gören nice kimseler de bu sebeple Müslüman oldu.
Muhammed aleyhisselâmın insanlara ebedî saâdeti, sonsuz kurtuluşu bildirmek, onları dalâletten hidâyete kavuşturmak üzere peygamber olarak gönderildiği sırada câhiliyye devri yaşayan Mekkeliler, îmân etmeye dâvet edilince, önceleri ilgisiz davrandı.
Sonra açıkça düşmanlık göstermeye başladılar.

Müşrikler

Müşriklerin düşmanlıkları önce alay tarzında olup, sonra hakâret şekline, daha sonra işkence safhasına girdi.
Bunlardan sonra ticârî ve diğer bütün münâsebetleri kesme ve şiddet gösterme devresi başladı.
Müşriklerden bilhassa azılı beş kişi, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı çok üzüp alay ediyorlardı. Bunlar arasında, Âs bin Vâil, Esved bin Muttalib, Esved bin Abdi Yagves, Velîd bin Mugîre ve Hâris bin Kays vardı.
Bir defâsında Peygamber efendimiz Kâbe’nin yanında otururken, Cebrâil aleyhisselâm da gelmişti.
Müşriklerden bu beş kişi önlerinden geçerken Cebrâil aleyhisselâm, Âs bin Vâil’in ayağının tabanına, Esved bin Muttalib’in gözüne, Esved bin Abdi Yagves’in başına, Velîd bin Mugîre’nin inciğine, Hâris’in karnına birer işâret koydu ve; “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ bunların şerrinden seni halâs eyledi.
Yakında bunların her biri bir belâya uğrayıp helâk olacaklardır.” dedi.
Bu beş müşrikten Âs bin Vâil bir gün merkebe binmişti.
Mekke’nin dışında bir yerde merkebinden inince ayağına diken battı.
Dikenin battığı yer şişti ne kadar ilâç yapıldı ise çâre bulamadılar.
Nihâyet ayağı deve boynu gibi şişip; “Muhammed’in Allah’ı beni öldürdü.” diye feryâd ede ede öldü.
Esved bin Muttalib, Mekke’nin dışında bir ağaç altında otururken birden bire gözleri kör oldu.
Cebrâil aleyhisselâm da başını tutup altına oturduğu ağaca çarparak helâk etti.
Esved bin AbdiYagves de Mekke’den çıkıp Bad-ı Semûm denilen yere gitmişti.
Buradayken yüzü ve gövdesi simsiyah oldu.
Evine gelip kapısını çalınca âilesi onu tanıyamadı ve içeri almadı.
Kahrından başını evinin kapısına vura vura öldü.
Hâris bin Kays da tuzlu balık yemişti.
Öyle bir harârete tutuldu ki ne kadar su içtiyse kanmadı.
Su içe içe çatladı.
Velîd bin Mugîre’nin ise baldırına bir okçu dükkânı önünde demir parçası battı.
Yarasından çok kan aktı ve; “Muhammed’in Allah’ı beni öldürdü.” diye feryâd ederek öldü.

Darülerkam

Müşriklerin zulüm ve baskıyı arttırması üzerine Muhammed aleyhisselâm, Eshâb-ı kirâmdan Erkam bin Ebil Erkam’ın evini emniyetli bir yer olarak seçti.
Dar bir sokak içinde, Safâ Tepesinin doğusunda bulunan bu ev giriş çıkış için ve gelip gidenleri kontrol etmeye elverişli bir yerdi.
Peygamber efendimiz İslâmiyeti burada anlatıyor ve Müslümanlar oraya toplanıyordu.
Birçok Mekkeli bu evde Müslüman oldu.
Bir merkez olarak seçilen bu eve “Darü’l-İslâm” adı verildi.

Ebedi saadeti inkar

İnsanları ebedî saâdete kavuşturmak için ve rahmet olarak gönderilen Muhammed aleyhisselâm, Mekke’de câhiliyye devri yaşamakta olan insanları açıkça İslâma çağırdı.
Hakîkî kurtuluşun Allahü teâlâya îmân etmekte, nefse uymaktan, zulümden, haksızlıktan ve bütün çirkin işlerden uzaklaşmakta olduğunu bildirince, nefslerinin isteklerine, şehvetlerine uyanlar, zayıfları ezenler ve iyice azgınlaşmış olanlar bütün bu bozuk işlerine son verileceğini görerek Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerini inkâr ettiler ve O’na düşman kesildiler.
Bir kısmı da kendileri gibi âciz ve fânî insanların ayıplamalarından sakınarak îmân etmediler.
Nefislerine, şeytana ve şehvetlerine uyarak saâdetten mahrum kaldılar.
Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerine îmân etmeyen ve O’na düşmanlık gösteren müşrikler, önce alay etmeye başladılar.
Bir araya toplanıp O’na; kâhin, mecnûn, şâir, deli, sihirbâz diyelim şeklinde karar almak istediklerinde, bunların hiçbirinin Muhammed, aleyhisselâmda bulunmadığını yine kendileri îtirâf ediyorlardı.
O’na bir şeyler söylemek için toplandıklarında müşriklerden Velid bin Mugîre şöyle diyordu: “Hayır o kâhin değildir.
Biz, kâhinleri gördük.
O’nun okuduğu ne kâhin fısıltısı, ne de uydurma şeylerdir.
Kâhinler hem doğru hem yalan söyler.
Biz Muhammed’de hiçbir yalan görmedik.
O mecnun, deli de değildir.
Deliliğin ne olduğunu biliriz, O’nda böyle bir hal yoktur.
O şâir de değildir.
Biz şiirin her çeşidini iyi biliriz.
O’nun okudukları bunlardan hiçbirine benzemez.
O, sihirbâz da değil!
Biz sihirbâzları gördük.
O’nun okudukları sihirbâzların okuyup üfürmelerine ve düğümleyip bağlamalarına hiç benzemiyor.”
Çeşitli hilelerle ve zulümle insanların îmân etmesine mâni olmaya kalkışan müşriklerin ileri gelenleri, insanları Muhammed aleyhisselâmın okuduğu âyetleri dinlemekten men ederlerdi.
Kendileriyse geceleri gizlice Muhammed aleyhisselâmın bulunduğu evin yanına gelerek bir köşeye saklanıp dinlerlerdi.
Sabah olup ortalık aydınlanmaya başlayınca, birbirinden habersiz gece Kur’ân-ı kerîm’i dinlemeye geldiklerini gören müşriklerin ileri gelenleri birbirlerini ayıplarlar bir daha böyle yapmayalım derlerdi.
Ancak ertesi gece yine birbirinden habersiz gidip bir köşeye saklanarak tekrar dinlerlerdi.
Sabah olunca da birbirlerini görüp şaşırırlardı.
Bir daha böyle yapmamak üzere yemin ederek ayrılırlar, fakat bundan vazgeçemezlerdi.
Ancak nefislerine uyup, üstünlük taslayarak ve diğer müşriklerin kendilerini ayıplamalarından çekinerek ve daha birçok boş düşüncelere kapılarak îmân etmediler.
Üstelik başkalarına da mâni oldular.
Sokaklarda, “Muhammed sihirbâz.” diye bağırdılar.
İslâm nûrunun günden güne yayılması üzerine iyice azgınlaşan müşrikler, artık alay etmekten de öteye, Müslümanlara işkence yapmaya başladılar.
Muhammed aleyhisselâmın kapısının önüne pislik dökmeye, kapısına kan sürmeye, geçeceği yollara diken dökmeye başladılar.
Sevgili Peygamberimiz, Mekke’ye dışardan gelenlere İslâmı anlatarak dâvet ederken, peşinde dolaşıp; “Yalan söylüyor, inanmayın.” diyerek taşkınlık gösterirlerdi.

İşkenceler

İlk Müslüman olanlardan, önce zayıf ve kimsesizlere sonra da hepsine ağır işkenceler yapmaya başladılar
Bütün bunlarla insanların îmân etmelerine engel olamadıklarını aksine, İslâmın günden güne yayıldığını gören müşrikler her yola başvurdular.
Menfaatleri sebebiyle putlara tapan ve İslâmiyetin, zulümlerine, haksızlık ve ahlâksızlıklarına kesinlikle son vereceğini gören müşrikler, buna mâni olmak için ilk safhada başvurdukları şeylerin sonuç vermediğini gördüler.

Ebu Talib amca

Hattâ ileri gelenleri toplanıp Peygamber efendimizin amcası Ebû Tâlib’e giderek; “Ey Ebû Tâlib!
Biz senden kardeşinin oğlunu susturmanı, O’na engel olmanı istiyoruz.
Ya O’nu bildirdiği şeylerden vazgeçirirsin veya iki taraftan biri yok oluncaya kadar O’nunla da seninle de çarpışırız...
Bundan vazgeçsin ne isterse vereceğiz...” dediler.
Ebû Tâlib, müşriklerin söylediklerini Muhammed aleyhisselâma nakletti.
Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm; “Ey amca! Şunu bil ki, güneşi sağ, ay’ı da sol elime verseler (her ne vâd ederlerse etsinler) ben aslâ bu dinden ve onu insanlara tebliğ etmekten, bildirmekten vazgeçmem.
Ya Allahü teâlâ bu dîni bütün cihâna yayar, vazifem biter veya bu yolda cânımı fedâ ederim.” dedi
Bu sözleri dinleyen Ebû Tâlib Sevgili Peygamberimizin boynuna sarılarak; “İşine devam et, istediğini yap!
Vallahi, seni aslâ herhangi bir şeyden dolayı kimseye teslim etmeyeceğim...” dedi.

Müşriklerin Vaatleri

Ebû Tâlib’in yeğenini her şeye rağmen koruyacağını ve aslâ yalnız bırakmayacağını anlayan müşrikler, bundan da bir netice alamadıklarını görerek bizzat Muhammed aleyhisselâmı çağırıp şöyle dediler: “Eğer mal toplamak istiyorsan sana istediğin kadar verelim. Hükümdâr olmak istiyorsan seni kendimize hükümdâr yapalım.
Daha her ne istiyorsan yapalım, verelim.
Yeter ki bu dâvâdan vazgeç.”
Peygamber efendimiz müşriklere şöyle cevap verdi: “Sizin söylediğiniz şeylerin hiç biri bende yoktur.
Ben, size mallarınızı istemek, içinizde şeref ve şan kazanmak, üzerinize hükümdâr olmak için gelmedim.
Fakat Allah, beni size peygamber olarak gönderdi.
Bana bir kitap da indirdi.
Îmân ederseniz Cennet’le müjdeleyici, isyânınızdan dolayı da azâbla korkutucu olmamı Allah bana emretti.
Ben de Rabbimin bana vahyettiklerini size tebliğ ettim.
Size öğüt de verdim.
Size getirip tebliğ ettiğim şeyi alır, kabul ederseniz o, dünyâda ve âhirette nasîbiniz ve saâdetiniz olur.
Onu reddederseniz Yüce Allah aramızda hükmü verinceye kadar tebliğ etmek, sabretmek ve buna katlanmak benim vazîfemdir.”

Suikast girişimi

İnkârlarında ısrâr eden müşrikler bu teşebbüslerinden de netice alamayınca işi zulüm ve işkence safhasına döktüler.
Muhammed aleyhisselâma kastetmeye karar verdiler.
Başları Ebû Cehil şöyle dedi: “Yarın kaldırabileceğim kadar kocaman bir taşı alıp, O secdeye kapandığı zaman başının üzerine bırakacağım.”
Diğer müşrikler de; “Sen istediğini yap seni destekleyeceğiz” dediler.
Ertesi günü beklediler ve Muhammed aleyhisselâm Kâbe’ye gelerek namaza durdu.
Secdeye vardığı sırada Ebû Cehil kocaman bir taşı alıp yanına yaklaştı.
Fakat yaklaşır yaklaşmaz, büyük bir korkuyla, perişân bir halde, geri kaçtı. Ellerinin canı kesildi ve taş yere düştü.
Bu hâli gören ve merakla seyreden müşrikler; “Ne oldu sana?” dediklerinde Ebû Cehil; “Bir benzerini görmediğim zaptedilmez bir arslan beni parçalamak üzere üstüme yürüdü.” dedi.
Ebû Cehil birkaç kere böyle yapmak istemişse de aynı durumla karşılaşmıştı.
Bu ve buna benzer mûcizeleri görenlerden bir kısmı îmân ediyor, bir kısmı da düşmanlıkta ısrar ediyordu.
Bundan başka müşriklerin Muhammed aleyhisselâma saldırdıkları, bâzan da mübârek yüzünü, başını yaraladıkları oluyordu.

İlk İslam şehitleri

Diğer taraftan Müslüman olanlara yaptıkları işkenceler görülmemiş bir vahşet hâlini almıştı.
Yapılan işkencelere dayanamayarak vefât eden Yâsir radıyallahü anh ve Ebû Cehil tarafından karnına mızrak saplanarak şehit edilen Yâsir’in (radıyallahü anh) hanımı Sümeyye Hâtun İslâmda ilk şehitler oldular.

Habeş'e Hicret

Peygamber efendimiz ilk Müslümanların ağır işkencelere uğramaları ve zulüm altında zor duruma düşmeleri üzerine “Siz Habeş ülkesine gidiniz, Allah sizi orada ferahlığa kavuşturur ve sizi yine toplar.” buyurdu.
Bi’setin (Peygamberliğin) beşinci yılında (M. 615) Eshâb-ı kirâmdan 10’u erkek, 5’i kadın olmak üzere 15 kişilik bir kâfile Mekke’den Habeşistan’a hicret ettiler.

Hz. Ömer ve Hz. Hamza müslüman oldu

Bi’setin altıncı yılında Hazreti Hamza’nın, sonra da hazret-i Ömer’in îmân etmesi üzerine Müslümanların durumu bir miktar kuvvetlendi.

Hazret-i Ömer’in Müslüman Olması

Hazret-i Ömer bin Hattâb (radıyallahü anh), Hazret-i Hamza’dan (radıyallahü anh) üç gün sonra İslâm’a gelmişti.
Ömer’in İslâm’a gelmesine sebeb, Resûlüllah Efendimizin duası olmuştu.
Resûlüllah Efendimiz:  Yâ Rab, sen, Ömer bin Hattâb’ın yahut Amr bin Hişâm’ın (Ebû Cehil’in) îmana gelmesi sebebiyle İslâm’a izzet verip galib eyle, diye dua ederlerdi.
Hakk’ın hidâyeti Hazret-i Ömer’e müyesser olup o îmana geldi.
Hazret-i Ömer’in îmana gelmesi, kendisinden rivâyet olunduğu üzere şu şekilde gerçekleşmiştir:
“Kız kardeşimin îmana geldiğini işittim ve hemen evine gittim: Ey nefsinin düşmanı! işittim ki, sen müslüman olmuşsun! dedim.
Onu iyice döğdüm, kanını akıttım.
Kanı görünce ağlayıp şöyle dedi: Ey Hattâb’m oğlu!
Her ne edersen et, ben İslâm’a geldim!
Bunun üzerine ben de öfke ile yine içeri girdim.
Orada yazılı bir kâğıdın durduğunu gördüm.
Alıp baktım, üstünde: “Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm” yazılıydı.
“Er-Rahmâni’r-Rahîm”i görür görmez korktum.
Kâğıdı elimden bıraktım.
Ondan sonra tekrar dönüp kâğıda baktım: “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ı tesbih ederler,” (Hadîd sûresi: 57/1) yazılmıştı.
Okumaya devam ederek: “Allah’a ve resûlüne îman getirin,” (Hadîd sûresi: 57/7) diye buyurulan yere kadar sûreyi okudum.
Bunu okur okumaz: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlüllah Şehâdet ederim ki, Allah’dan başka ilâh yoktur ve yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah’ın resûlüdür,” dedim.
Müslümanlar bunu işitip sevindi ve tekbir getirerek dışarı çıktılar.
Ben de Resûlüllah Efendimiz hazretlerine gittim.
Safâ’nın altındaki evde bulunuyorlardı, içeri girdim.
İki kişi kollarıma yapıştı.
Resûlüllah Efendimiz hazretleri: Salıverin, diye buyurdu.
Onlar da salıverdiler.
Gittim, karşısına oturdum.
Elbiseme yapışıp beni kendinden yana çekti: Benim yanımda İslâm’a gel, ey Hattâb’m oğlu! diye buyurdu.
Ve dua edip: Ya Rab, onun kalbine sen hidâyet eyle, dedi.”
Ömer yine devam ederek der ki: “Ben de şehadet kelimesini söyledim.
Müslümanlar öyle tekbir getirdiler ki, Mekke’nin sokaklarında işitildi.
O zaman bir kişi İslâm’a gelse müslüman olduğunu açığa vuramaz, herkesten saklardı.
Ben dışarı çıktım ve sır saklamaz bir kimsenin yanına gidip: Ben Müslüman oldum, diye söyledim.
Hemen yüksek sesle: Ömer İslâm’a geldi!., diye çağırarak halka duyurdu.
Bunun üzerine kâfirler gelip benimle döğüşmeğe başladılar.
Onlar bana vuruyor, ben de onlara vuruyordum.
Dayım vardı.
Kâbe’nin hareminde duruyordu.
Kâfirlerle benim kavgamı işitip: Nedir bu kavganın sebebi? diye sormuş.
Olanları ona anlatmışlar.
O da bâzı adamlar salıp halkı men eyledi.
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinden rivâyet olunmuştur ki, Cebrâil aleyhisselâm: Ya Muhammedi Göklerin halkı, Ömer’in îmana gelmesinden şâd oldular, diye buyurmuştur.
Vaktâ ki, Kureyş tâifesi, Müslümanlarla ve Hazret-i Ömer’in îmana gelmesiyle Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin izzet bulduğunu gördüler, aralarına gayet şiddetli bir ıstırap düştü.

Habeşistan'a 2. kafile

Habeşistan’a hicret eden ilk kâfilenin, hükümdâr Necâşî tarafından iyi karşılanması üzerine, Peygamberimiz, müşriklerin baskı ve işkencelerine mâruz kalan Müslümanlardan ikinci bir kâfileyi de bi’setin yedinci yılında (M.617) Habeşistan’a gönderdi.
80’i erkek, 10’u kadından meydana gelen bu kâfile de Habeşistan’a hicret etti.
Bu arada İslâmiyetin yayılmasına mâni olmak için her yola başvuran müşrikler, Peygamber efendimize çeşitli şeyler soruyorlar, nâzil olan âyetler okundukça aldıkları cevaplar ve gördükleri mûcizeler karşısında şaşırıyorlardı.
Her şeye rağmen Müslümanların sayısı artıyordu.

Ambargo

Bunu engellemek için çeşitli yollar deneyen müşrikler, Müslümanları muhâsara altına almaya, başta ticârî olmak üzere onlarla olan bütün münâsebetlerini kesmek üzere karar aldılar.
Müslümanlara hiçbir şey satmamaya ve onlardan hiçbir şey satın almamaya yemin ettiler.
Bu anlaşmalarını bir kâğıda da yazarak Kâbe içine astılar. Müslümanlar ise Şi’b-i Ebî Tâlib (Ebû Tâlib mahallesi) denilen yerde toplanmışlardı.
Müşrikler bu mahalleye yiyecek, içecek dâhil hiçbir şey sokmuyorlardı.
Oradan, bir şey satın almak üzere çıkmak isteyene ve oraya yiyecek içecek satmak için gitmek isteyen hiçbir satıcıya fırsat vermiyorlardı.
Bu mahallede muhâsara altına alınan Müslümanlar ise dışardan fazla bir şey satın alamadıkları için şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalmışlardı.
Sâdece hac mevsiminde dışarı çıkabiliyorlardı.
Ancak Mekke’ye gelen tüccarlardan bir şey satın almak istediklerinde müşrikler, tüccarlardan, fiyatlarını çok yüksek tutmalarını istiyorlardı.
Bu sebeple Müslümanlar fazla bir şey satın alamıyorlardı.
Bâzıları yiyecek bulamadıkları için ağaç yaprakları ile açlıklarını gidermeye çalışıyor, küçük çocuklar açlıktan feryad ediyordu.
Müslümanlar içinde zengin olanlar sıkıntıya düşenlerin ihtiyâcını karşılamak için bütün mallarını harcamışlardı.
Ancak bu da kâfi gelmemişti.
Üç sene boyunca devâm ettirdikleri bu zulümle Müslümanlara iyi bir ders verdiklerini zannedip İslâmiyetin yayılmasının duracağını ümid eden müşrikler, İslâmın hızla yayıldığını görerek iyice çıldırdılar.
Allahü teâlâ, müşriklerin anlaşmalarını yazarak Kâbe içine astıkları sahîfeye bir güve kurdu musallat etti.
Güve, o sahîfede bulunan; “Bismike Allahümme” ibâresi hâriç diğer kısmını tamâmen yiyip bitirdi.
Bu husus Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiyle bildirildi.
Muhammed aleyhisselâm bu durumu amcası Ebû Tâlib’e bildirince, Ebû Tâlib müşriklere gidip; “Kardeşimin oğlunun bana haber verdiğine göre, Allah sizin Kâbe’de astığınız sahîfeye bir kurt musallat etmiş ve (Allah) lafzı hâriç o sahîfede zulüm, akrabâlarla münâsebeti kesme ve iftirâ olarak yazılı diğer kısmı yiyip bitirmiştir.
Kâbe’ye gidip bakınız.
Bu zulüm ve kötü davranışınızdan vazgeçiniz.” dedi.
Kâbe’ye gidip astıkları sahifeyi gerçekten bir güve kurdunun yiyip bitirdiğini gördüler.
Bu hâdise karşısında şaşıran müşrikler bâzı ileri gelen kimselerin de böyle bir uygulamadan vaz geçtiklerini bildirmeleri üzerine bi’setin onuncu yılında bundan tamâmen vazgeçmek zorunda kaldılar.
Fakat düşmanlıklarını günden güne şiddetlendirip, İslâmiyetin yayılmasına mâni olmak için her türlü yola başvurdular.
Halbuki İslâmiyet süratle yayılıyor, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm câhiliyye devrinin zulmetinde bunalan insanları hakîkî saâdete kavuşturuyordu.
Bu saâdetle şereflenen insanlar da kavuştukları büyük nimete şükrediyorlar, müşriklerin hakâret ve işkenceleri karşısında aslâ yılmıyorlardı.
Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerini ve Müslümanların dinlerindeki sebâtını gören nice gönüller İslâm nûru ile aydınlanıyordu.
Müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları üç senelik abluka sona erince Habeşistan’dan yirmi kişi kadar Hristiyan Ruhban Mekke’ye geldi.
Bunlar daha önce Habeşistan’a hicret eden Müslümanlardan İslâmiyetle ilgili duydukları şeyleri bizzât mahallinde görmek ve araştırmak üzere Mekke’ye gelmişlerdi.
Kâbe yanında Peygamber efendimizle görüşen bu Hristiyan kâfilesi, Kur’ân âyetlerini dinleyip çok ağladılar.
Öyle ki, sakalları gözyaşları ile ıslandı.
Sordukları her soruya verilen cevaplar karşısında son derece memnûn kalıp, Sevgili Peygamberimizin kendilerini İslâma dâvet etmesi üzerine büyük bir şevkle sevinç gözyaşları dökerek Müslüman oldular.
Bu hâllerini görerek kendilerine çeşitli hakârette bulunan Ebû Cehil’e ve diğer müşriklere aslâ aldırış etmediler; “Bize yaptığınız câhilliği biz size yapamayız ve bize nasîb olan hak dinden aslâ dönmeyiz.” dediler.

Peygamberimizin oğulları vefat etti

Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğinin onuncu yılında büyük oğlu Kâsım ve bir müddet sonra da diğer oğlu Abdullah, küçük yaşta, vefât ettiler.


Hüzün Yılı

Yine bi’setin onuncu yılında Peygamber efendimizin amcası Ebû Tâlib ve ondan birkaç gün sonra da hanımı hazret-i Hadîce vefât etti.
Ard arda ortaya çıkan bu ölüm hâdiselerinden dolayı bu seneye Senet-ül hüzün (hüzün yılı) denildi.

Bu vefât hâdiselerine çok sevinen müşrikler, sevgili Peygamberimiz ve Müslümanlara karşı öncekinden daha şiddetli davranmaya başladılar.
Ebû Tâlib hayattayken onun himâyesinden çekinen müşrikler, o vefât edince, Muhammed aleyhisselâma ve Müslümanlara yaptıkları tecâvüzleri kat kat arttırdılar.
Mekke ahâlisi îmân etmiyor ve Müslümanlara çok sıkıntı veriyordu.
İşkenceyi arttırıp, işi azdırmışlardı.
Resûlullah çok üzüldü.

Taif'e yolculuk

Hicretten bir yıl önce, elli iki yaşında idi.
Zeyd bin Hârise’yi alarak Tâif’e gitti.
Tâif halkına bir ay nasîhat eyledi.
Kimse îmân etmediği gibi alay ettiler, işkence yaptılar, yuhaladılar.
Çocuklar taşa tuttular.
Üzüntülü ve yorgun bir şekilde geri dönerken mübârek bacakları yaralandı.
Zeyd’in başı kan içinde kaldı.
Çok sıcak bir saatte, yol kenarında, bitkin hâlde istirâhat edip yaralarını, kanlarını sildiler.
Muhammed aleyhisselâm daha sonra Mekke’ye doğru gitmekte iken, başının üzerinde kendisini gölgeleyen bir bulutu ve biraz sonra da Cebrâil aleyhisselamı gördü.
Cebrâil aleyhisselâm; “Yâ Muhammed, şüphesiz ki, Allahü teâlâ kavminin sana ne söylediklerini işitti.
(Bir melek göstererek)
Şu melek, Allahü teâlânın dağları emrine verdiği melektir.
Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin.” dedi.
Dağlara müvekkil melek (Mekke’nin iki tarafında bulunan Ebû Kubeys ve Kuaykıan dağlarını göstererek); “Yâ Muhammed! Eğer şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine kapanıp birbirine kavuşmasını istersen, emret, kavuşturayım!” dedi.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz; “Hayır! Ben insanlara rahmet olarak gönderildim.
Allahü teâlânın, bu müşriklerin sulbünden, îmân edecek, Allah’a şirk koşmayacak bir nesil çıkarması için duâ ederim.” buyurdu.
Peygamber efendimiz Tâif’ten Mekke’ye döndüğü sırada Mekke’ye varmadan Nahle adındaki bir yerde bir müddet istirâhat etti.
Bu sırada namaza durmuştu.
Nusaybin cinlerinden bir grup oradan geçerken O’nun okuduğu Kur’ân âyetlerini duydular ve durup dinlediler.
Sonra Peygamber efendimizle görüşüp Müslüman oldular.
Muhammed aleyhisselâm onlara; “Kavminize varınca benim îmâna dâvetimi onlara da söyleyin, onları îmânâ dâvet edin.” buyurdu.
O cinnîler kavimlerine gidip bunu bildirince, işiten cinnîlerin hepsi îmân ettiler.
Bu husus Kur’ân-ı kerîmde Cin sûresinde bildirilmektedir.
Resûl-i ekrem efendimizle Zeyd bin Hârise bu hâdiseden sonra Mekke’ye yürüdüler.
Karanlıkta şehre girdiler.
Birkaç ay Mekke’de çok sıkıntılı geçti.
Her taraf düşman idi.
Gidecek bir yer yoktu.
Doğruca amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hâni’nin Ebû Tâlib mahallesinde bulunan evine geldi.
Ümmü Hâni, o zaman îmân etmemişti.
Resûlullah, o gün çok incinmişti.
Abdest alıp, Rabbine yalvarmağa, af dilemeğe, kulların îmâna gelmesi, saadete kavuşmaları için duâya başladı.
Çok yorgun, aç, üzüntülü idi.
Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.

Miraç mucizesi

O anda, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Allahü teâlânın dâveti üzerine Muhammed aleyhisselâmı Mirac’a götürdü.
Gökleri aştı, bilinmeyen, anlaşılmayan, anlatılamayan şekilde Cennet’i, Cehennem’i, Arş’ı, Kürsî’yi gördü.
Mekansız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı görüp konuştu.
Hicretten bir sene önce 13 Temmuzda Cumâ gecesi vukû bulan bu mûcizeye “Peygamberimizin “Mîrâcı” denir.
Resûlullah Mîrâca rûh ve bedeniyle uyanıkken çıktı.
“Beden ile gittim.” buyurdu.
Peygamber efendimize Mîrâc gecesinde nice ilâhî hakikatler gösterildi ve beş vakit namaz bu gecede farz kılındı.
Mîrâc Kur’ân-ı kerîm’de İsrâ sûresinde ve hadîs-i şerîflerde bildirilmektedir.

Davet kesintisiz devam ediyor

Peygamber efendimiz, müşriklerin şiddetle karşı çıkmalarına ve istememelerine rağmen, bütün güçlüklere ve sıkıntılara katlanarak insanları İslâma dâvet etti.
Mekke her yıl hac mevsiminde uzaktan, yakından gelenlerle dolup taşardı.
Peygamberimiz bu mevsimde kurulan panayırlara gider, Mekke’ye gelen Arap kabîlelerine İslâmı anlatır ve onları îmâna dâvet ederdi.
Müşrikler ise hep mâni olmak için uğraşırlardı.

I. Akabe Biatı

Peygamber efendimiz bi’setin (peygamberliğin) on birinci yılında hac mevsiminde Mekke’nin yakınında bulunan Akabe’de Medîne’den gelen altı kişiyle karşılaştı, onlarla görüştü.
Onlara Kur’ân-ı kerîm okudu ve İslâma dâvet etti.
Medîne’deki Hazrec kabîlesinden olan bu altı kişi Peygamberimizi dinledikten sonra hemen îmân ettiler.
Bu altı kişi ilk Medîneli Müslümanlardır.

Bundan bir sene sonra bi’setin on ikinci yılında yine hac mevsiminde 12 Medîneli, Peygamber efendimizin dâvetini kabûl ederek Müslüman oldular.
Allah’a şirk koşmayacaklarına, zinadan, hırsızlıktan sakınacaklarına, kimseye iftirâ etmeyeceklerine, kız çocuklarını öldürmeyeceklerine, Allah’a ve Resûlüne itâat edeceklerine dâir kesinlikle söz verdiler.
Bu hâdiselere ilk Akabe bîatları denilmiştir.
Medînelilerin yaptıkları bu bîat büyük bir önem taşıyordu.
Peygamberimiz bu bîatlerde bulunanlara İslâmı anlatmak ve Kur’ân-ı kerîm’i öğretmek üzere Eshâb-ı kirâmdan Mus’ab bin Umeyr’i, muallim olarak onlarla birlikte Medîne’ye gönderdi.
Bu sıralarda Medîne’deki Müslümanların sayısı kırka ulaşmıştı.
Mus’ab bin Umeyr’in üstün gayretleriyle Medîne’de bulunan Evs ve Hazrec kabîlelerinden hemen hemen Müslüman olmayan kalmamıştı.
Az zamanda İslâmiyet Medîne’de yayıldı.
Peygamber efendimiz Medîne’de İslâmın bu şekilde süratle yayıldığını haber alınca çok sevinip bu seneye Sevinç Yılı denildi.

II. Akabe biatı

Bu seneden sonra peygamberliğin on üçüncü senesinde yine hac mevsiminde Medîne’den 73 erkek 2 kadın olmak üzere 75 kişi Akabe’de gece yarısı Sevgili Peygamberimizle görüştüler.
Resûlullah efendimiz onlara; “Allah’tan başka ilâh olmadığına, benim O’nun Resûlü olduğuma îmân ederek dînin emirlerini yerine getireceğinize, bana itâat edeceğinize, hiçbir şeyden çekinmeden Allah yolunda Allah için hakkı söyleyeceğinize, kendi nefsinizi ve nâmusunuzu koruduğunuz gibi bana yardımcı olacağınıza söz veriyor musunuz?” buyurdu.
Bunu seve seve kabûl ettiklerini bildiren Medîneliler; “Yâ Resûlallah, senin uğrunda ölürsek bize ne var?” diye sordular.
“Cennet var.” buyurunca, Resûlullah efendimizin elini tutarak bîat ettiler.
Peygamberimiz bunların içinden Medîne’nin ileri gelenlerinden, okuma yazma bilen 12 kişiyi temsilci olarak seçti.
Bu temsilciler; “Allah’a hamd olsun ki; bizi Muhammed aleyhisselamın sevgisiyle ve O’na îmân etmekle şereflendirdi. Allah’ın ve Resûlünün dâvetini kabul ettik, dinledik ve boyun eğdik.” diyerek sevinçlerini ve teslimiyetlerini ifâde ettiler.
İkinci Akabe bîatıyla Medîne, Müslümanların rahat edecekleri ve sığınacakları bir yer olmuştu.
İkinci Akabe bîatını duyan Mekkeli müşriklerin Müslümanlara tutumları çok şiddetli ve pek tehlikeli bir hal aldı.

Medine'ye Hicret

Müslümanlar durumlarını arzedip hicret için izin istediler.
Peygamber efendimizin; “Sizin hicret edeceğiniz yurdun, iki kara taşlık arasında hurmalık bir şehir olduğu bana gösterildi ve bildirildi.
Orası Yesrib (Medîne)dir.
Oraya hicret ediniz.
Orada Müslüman kardeşlerinizle birleşin.
Yüce Allah onları size kardeş yaptı ve Medîne’yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt yaptı.” buyurarak Mekke’deki Müslümanların Medîne’ye hicret etmelerine izin vermesi üzerine, bölük bölük Medîne’ye hicret ettiler.
Mekke’de hapsedilen veya işkence altında bulundurulan yâhut da hastalık gibi sebeplerden dolayı yola çıkamayanlar, sevgili Peygamberimiz, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ali’den başka Müslümanlardan kimse kalmayıp Medîne’ye hicret ettiler.

Efendimize Suikast planı

Müslümanların Mekke’den hicret etmesi üzerine müşrikler harekete geçip ne yapacaklarını kararlaştırmak üzere, kendilerince önemli saydıkları işleri görüştükleri Dar’ün-Nedve denilen yerde toplandılar.
Bu sırada şeytan Necdli bir ihtiyar kılığında yanlarına geldi.
Ebû Cehil; “Muhammed’i öldürelim” deyince; “İşte bu adamın dediğini yapınız” dedi.
Bunun üzerine müşrikler bu kararda birleştiler.
Her kabîleden birer kişi olmak üzere 40 kişi seçtiler.
Bunlar gece vakti evini sarıp sabahleyin evden çıkarken Sevgili Peygamberimizi öldürmek üzere harekete geçtiler.
Cebrâil aleyhisselâm gelip Sevgili Peygamberimize bu durumu ve hicret etmesi için izin verildiğini bildirdi.
Resûlullah efendimiz o gece hazret-i Ali’ye yatağına yatmasını ve kendisine bırakılan emânetleri sâhiplerine vermek için Mekke’de kalmasını söyledi.
Resûlullah, müşriklerin ellerinde kılıçlarla gece evinin etrâfını sardığı sırada, üzerlerine bir avuç toprak serpti ve Yâsîn sûresinin ilk âyetlerini okuyarak evden çıkıp müşriklerin arasından geçti.
Bekleyenlerin hiç biri onu göremedi.

Sevr Dağı ve Hicret

Ebû Bekr ile Sevr Dağına çıkıp üç gün orada bir mağarada gizlenip sonra Medîne’ye hicret ettiler.
O gece evinin etrafında bekleyen müşrikler sabaha doğru eve girince Ali radıyallahü anh ile karşılaştılar.
Muhammed aleyhisselâmın Mekke’den ayrıldığını anlayarak tâkibe koyuldular.
Ancak Resûlullah’ın mûcizeleri karşısında âciz kalıp bulamadılar.
Peygamber efendimizin bi’setin on üçüncü yılında 12 Rebîulevvel de, Mîlâdi 622 senesinde Medîne’ye hicretiyle on sene süren Medîne devri başladı.

 

  

  MEKKE DÖNEMİ

 Kureyş müşrikleri

1- Utbe b. Rebia
2- Şeybe b. Rebia
3- Ebu Süfyan b. Harb
4- Ebu'l-Bahterî b. Hişam
5- Esved b. Muttalib
6- Ebu Cehil Amr b. Hişam
7- Velid b. Mugîre
8- Nübeyh b. Haccac
9- Münebbih b. Haccac
10- Âs b. Vâil
11- Ukbe b. Ebi Muayt
12- Esved b. Abdi Yağus
13- Nadr b. Haris,
14- Ümeyye b. Halef
15- Mut'im b. Adiyy

16 Ebu Leheb
17 Ubeyy b.Halef

1- UTBE b. REBÎA 

Ebü’l-Velîd Utbe b. Rebîa
b. Abdişems b. Abdimenâf
(ö. 2/624)

Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden biri.
Soyu Abdümenâf’ta Hz. Peygamber’le birleşir.
Mekke’de görüşüne değer verilen, hatip ve şair kişilerden biridir.
Risâletten önce Kâbe’nin tamiri sırasında Hacerülesved’in içine konulduğu örtüyü tutanlardan biri de Utbe’dir.
Hz. Muhammed’in peygamberlik iddiasından vazgeçirilmesi için Ebû Tâlib ile görüşen Kureyş heyetinde yer aldı.
Resûl-i Ekrem’e karşı çıksa da ona eziyet etmedi,yumuşaklıkla onu davasından vazgeçirmeye çalıştı.
Bununla birlikte Mescid-i Harâm’da arkadaşlarıyla beraber Hz. Ebû Bekir’i öldüresiye dövdüğü rivayet edilmektedir
Davasından vazgeçirmek maksadıyla Hz. Muhammed’e bazı önerilerde bulunan Utbe, Resûlullah’ın okuduğu âyetlerden (Fussılet 41/1-13) etkilenerek hiçbir şey yapamadan arkadaşlarının yanına döndü.
Nitekim Utbe’nin gizlice Hz. Peygamber’in Kur’an okuyuşunu dinlediği nakledilmektedir.
Resûl-i Ekrem, Tâif’ten ayrılırken saldırıya uğradığında Utbe ve kardeşi Şeybe’ye ait bahçeye sığınmıştı.
Bu sırada orada bulunan Utbe ve kardeşi Hz. Peygamber’e köleleri Addâs’la üzüm gönderdi.
Utbe b. Rebîa, Resûlullah’ın öldürülmesine karar verilen Dârünnedve toplantısına kardeşiyle birlikte katıldı.
Resûl-i Ekrem’le olan akrabalığı ve muhacir müslümanlarla olan yakınlığı sebebiyle aralarında bir çatışma çıkmasını istemedi; gönülsüz katıldığı Bedir Savaşı hazırlıkları esnasında Ebû Süfyân Mekke’de bulunmadığı için görevini vekâleten üstlendi
Utbe, Hakîm b. Hizâm’ın savaşa katılmadan geri dönülmesi teklifini destekleyince Ebû Cehil tarafından korkaklıkla itham edildi.
Bedir Savaşı’nda Utbe, savaşa karşı olmakla birlikte Ebû Cehil’in onu ayıplaması üzerine oğlu Velîd ve kardeşi Şeybe ile mübârezeye çıktı.
Onlara karşı ensardan Hâris’in çocukları Avf ve Muavviz ile Abdullah b. Revâha çıktı.
Ancak kendilerinin dengi olan akrabalarıyla çarpışmak istediklerini söylemeleri üzerine Hamza, Ali ve Ubeyde b. Hâris meydana geldi.
Ubeyde Utbe ile, Hamza Şeybe ile,
Ali de Velîd ile çarpıştı.
Hamza ve Ali rakiplerini öldürdüler; Ubeyde ile Utbe ise birbirlerini yaraladılar.
Hamza ve Ali Ubeyde’ye yardıma giderek Utbe’yi öldürdüler.
Utbe’nin cesedi Bedir’de öldürülen diğer müşriklerle birlikte kör bir kuyuya atıldı.
Utbe’nin oğullarından Ebû Huzeyfe, Bedir Savaşı’nda müslümanların safında yer alırken kızı Ebû Süfyân’ın hanımı Hind Bedir’de öldürülen babası, kardeşi ve amcasının intikamını almak için Vahşî b. Harb ile anlaşıp Uhud Savaşı’nda Hamza’yı öldürttü.
Resûl-i Ekrem, Utbe b. Rebîa’nın da aralarında bulunduğu yedi kişi hakkında beddua etmiş, bunların hepsi Bedir Savaşı sırasında öldürülmüştür .
Aynı şekilde Hz. Peygamber, Kâbe’nin yanında secdeye vardığı bir sırada Ukbe b. Ebû Muayt’ın kendisini tâciz etmesi üzerine aralarında Utbe b. Rebîa’nın da bulunduğu Kureyş ileri gelenlerini Allah’a havale etmiştir .

Başta Abese sûresi olmak üzere bazı âyetlerin nüzûl sebebinin Utbe’yle ilgili olduğuna dair kayıtlar mevcuttur

2- ŞEYBE B. REBİA

Bedir savaşında Hz Hamza (ra) tarafından öldürülen müşrik.

3 - EBÛ SÜFYÂN

Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye
(ö. 31/651)
Kureyş kabilesinin reislerinden, sahâbî.
Hicretten elli yedi yıl önce (m. 565) Mekke’de doğdu.
Bedir Gazvesi’nde öldürülen oğlu Hanzale’den dolayı Ebû Hanzale künyesiyle de anılır.
Annesi, Hz. Peygamber’in hanımı Meymûne’nin halası olan Safiyye bint Hazn el-Hilâliyye, babası Kureyş kabilesi ileri gelenlerinden Harb b. Ümeyye’dir.
Ebû Süfyân babası gibi ticaretle meşgul oldu.
Okuma yazma bilen çok az sayıdaki Mekkeli’den biriydi.
Kısa sürede kabilesinin ticaret işlerini yöneten bir Kureyş büyüğü durumuna geldi.
Resûlullah’ın peygamberliğini ilân etmesinden sonra Kureyş ileri gelenleri gibi o da İslâm’a cephe aldı.
Onun bu tavrında, Ümeyye ailesiyle Hz. Peygamber’in mensup olduğu Benî Hâşim arasında öteden beri devam edegelen rekabet ve düşmanlığın önemli rolü vardır.
İslâmiyet’in Mekke’de hızla yayılması ve Hamza ile Ömer’in müslüman olmaları Kureyş kabilesini endişeye sevkedince, yeğenini davasından vazgeçirmek üzere Ebû Tâlib’e gönderilen heyetlerde ve Dârünnedve’de toplanıp Hz. Muhammed’in öldürülmesine
karar veren müşrikler arasında Ebû Süfyân da yer aldı.
Fakat hicret öncesinde Hz. Peygamber’e ve müslümanlara fiilî olarak eziyet edenler arasında bulunmadı.
Hz. Muhamed’in gençlik yıllarında onun Mekke’de sahip olduğu siyasî nüfuz, etkili bir görevde veya makamda bulunmasından değil Ümeyye’nin zenginlik ve nüfuzuyla kendi şahsî kabiliyetinden kaynaklanıyordu.
Hicretten iki yıl sonra Ebû Süfyân’ın riyâsetinde Suriye’den gelmekte olan bir ticaret kervanı Hz. Peygamber’in emriyle müslümanlar tarafından ele geçirilmek istendi. Bunu haber alan Ebû Süfyân kervanın yolunu değiştirerek müslümanların takibinden kurtuldu ve Mekke’ye ulaştı.
Fakat bu olay, Kureyş’in lideri Ebû Cehil’in tahrikleriyle Bedir Savaşı’na sebep oldu.
Ebû Cehil’in bu savaşta ödürülmesi üzerine Ebû Süfyân Mekke müşriklerinin reisi oldu.
Kureyş, Bedir mağlûbiyetinin intikamını bir an önce alma görevini ona verdi ve bu savaşa sebep olan Suriye kervanındaki malları müslümanlara karşı yapılacak savaşın masraflarına tahsis etti.
Bedir’in intikamını almadıkça yıkanmayacağına yemin eden Ebû Süfyân, hicretin 3. yılı Şevval ayı ortalarında (Mart 625) cereyan eden Uhud Savaşı’na müşrik ordusunun kumandanı olarak katıldı.
Karısı Hind bint Utbe de diğer Kureyş kadınlarıyla birlikte def çalarak orduyu savaşa teşvik ediyordu.
Bu savaşta müşrikler, parlak bir zafer elde edememekle beraber Hz. Peygamber’in amcası Hamza’nın Vahşî tarafından şehid edilmesi sebebiyle bir ölçüde intikam duygularını tatmin etmiş oluyorlardı.
Hind de aynı intikam duygusuyla Hz. Hamza’nın ciğerini çıkarıp ağzında çiğnemişti.
Ebû Süfyân Hendek Gazvesi’nde de Kureyş’in kumandanlığını yaptı.
Onun bu liderlik görevinin Mekke’nin fethine kadar sürdüğü, müslümanlara karşı yapılan hareketlerde en üst seviyede rol aldığı görülmektedir.
Hz. Peygamber’in, Bizans İmparatoru Herakleios’u İslâm’a davet etmek üzere Dihye b. Halîfe el-Kelbî’yi Suriye’ye gönderdiği günlerde (Muharrem 7/Mayıs 628) Ebû Süfyân da otuz kişilik bir ticaret kafilesiyle birlikte Suriye’ye gitmişti.
Herakleios Kudüs’te (bazı rivayetlere göre Humus’ta) iken Resûlullah’ın mektubunu alınca onun kavmine mensup biriyle görüşmek istediğini söyledi.
O sırada Gazze’de bulunan Ebû Süfyân ve kafiledeki arkadaşları imparatorun isteği üzerine Kudüs’e getirildiler.
Soyunun Resûl-i Ekrem’e yakınlığı sebebiyle Ebû Süfyân ile görüşmeyi tercih eden Herakleios ona Hz. Peygamber’in soyu, ahlâkı, Müslümanlığı kabul edenlerin sosyal durumu, sayılarının çoğalıp çoğalmadığı, müslüman olduktan sonra dinden dönenlerin bulunup bulunmadığına dair, ayrıca neleri emrettiği, onunla yaptıkları savaşlarda kimin galip geldiği gibi hususlarda çeşitli sorular sordu.
Ebû Süfyân’ın, ona gerçek dışı bilgiler vermeyi arzu ettiği halde yalan söylediğinin duyulmasından korktuğu için doğru cevaplar vermek zorunda kaldığı rivayet edilir.
Mekkeliler’in Benî Bekr’e yardım ederek müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozmaları üzerine Hz. Peygamber de müttefiki Huzâa kabilesine yardım vaad etti.
Bu durum Kureyşliler’i telâşa düşürdü; reisleri Ebû Süfyân’ı Medine’ye göndererek anlaşmayı yenilemek istediler.
Fakat Ebû Süfyân, Medine’de Hz. Peygamber’in hanımı olan kızı Ümmü Habîbe dahil hiç kimseden ilgi görmedi.
Bu durum onun Kureyşliler nezdindeki itibarının sarsılmasına yol açtı.
Mekke’yi fethetmek üzere harekete geçen İslâm ordusu Mekke yakınında Cuhfe’de karargâh kurunca Ebû Süfyân çocukluk arkadaşı Abbas b. Abdülmuttalib’in ısrarlarıyla Hz. Peygamber’in huzuruna çıktı ve İslâmiyet’i kabul etmek zorunda kaldı.
Hz. Peygamber de fetih günü Mekke’de Ebû Süfyân’ın evine sığınanlara eman verileceğini bildirerek onu taltif etti.
Ebû Süfyân’ın bunu Mekkeliler’e bizzat duyurması herkesten önce karısı Hind’in sert tepkisine yol açtı.
Ebû Süfyân’ın müslüman olduktan sonra katıldığı Huneyn Gazvesi’nin ilk safhasında müslüman öncü birliklerinin yenilmesine sevinmesi İslâmiyet’i henüz gönülden kabul etmediğini göstermektedir.
Hz. Peygamber, bu savaşta elde edilen ganimeti paylaştırırken müellefe-i kulûb dan olan Ebû Süfyân’a 100 deve ile kırk ukıyye gümüş verdi.
Oğulları Yezîd ile Muâviye de bu gruptan kabul edilerek kendilerine 100’er deve verildi.
Bir şehir devletinin başkanlığından normal bir vatandaş durumuna düşen Ebû Süfyân’a ve oğullarına gösterilen bu ilgi onları çok memnun etti.
Ebû Süfyân Tâif Muhasarası’na da katıldı ve bu sırada bir gözünü kaybetti.
9. (630) yılda Necranlılar’la yapılan anlaşmanın şahitleri arasında yer alan Ebû Süfyân, Belâzürî’ye göre şartsız teslim olan Cüreş şehrine vali tayin edildi
Hz. Ebû Bekir döneminde ise Necran âmilliğinde de bulundu Hz. Peygamber’in vefatı sırasında Ebû Süfyân Mekke’de bulunuyordu.
Hz. Ebû Bekir’in halife olmasına karşı çıkan Ebû Süfyân daha sonra ona biat etti.
Yetmiş yaşlarında iken Suriye’nin fethine gönderilen orduya katıldı.
Yermük Savaşı’nda oğlu Yezîd’in idaresinde askerleri cesaretlendirmek için gayret sarfetti.
Ebû Süfyân 31’de (651-52) Medine’de vefat etti.
 

4 - EBÜ’l - BAHTERÎ Âs b. Hişâm

Ebü’l-Bahterî el-Âs b. Hişâm b. el-Hâris
(ö. 2/624)
Mekkeliler’in müslümanlar aleyhindeki boykotunu kıran Kureyşli müşriklerden.
Ebü’l-Bahterî Câhiliye döneminde Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden biriydi.
Hz. Peygamber İslâmiyet’i açıktan tebliğ etmeye başladığı zaman onu bu davadan vazgeçirmesi için amcası Ebû Tâlib’e başvuran Kureyşliler arasında o da vardı.
Ancak onu önemli kılan hadise, Kureyş kabilesinin müslümanlara karşı ilân ettiği boykot sırasında akrabalık bağları sebebiyle tavrını müslümanlardan yana koymasıdır.
Ebü’l-Bahterî ile bazı Kureyşliler, kendilerine hiçbir yiyecek verilmeyen müslümanlara önce yiyecek götürdüler; sonra da müslümanlarla görüşmeyi ve onlara yardım ulaştırmayı yasaklayan boykot metnini Kâbe’nin duvarından indirerek Kureyş’in baskısını kırdılar.
Hz. Peygamber’in hicret etmesini engellemek için tedbirler almak üzere Kureyşliler’in Dârünnedve’de yaptığı toplantıya da katılan Ebü’l-Bahterî Bedir Savaşı’nda müşrik ordusunun erzak ihtiyacını karşıladı.
Onun İslâmiyet aleyhindeki gayretlerine rağmen Hz. Peygamber boykot hadisesindeki iyiliğini dikkate alarak öldürülmemesini emretti.
Savaş esnasında Ebü’l-Bahterî ile karşılaşan Mücezzir b. Ziyâd el-Belevî adlı sahâbî, Hz. Peygamber’in bu emrini ona hatırlatarak teslim olmasını istedi.
Ebü’l-Bahterî, arkadaşı Cünâde b. Müleyha’ya da eman verilmesi halinde teslim olacağını söyledi; fakat Mücezzir onun bu isteğini kabul etmedi.
Bunun üzerine Ebü’l-Bahterî, yaşama hırsı uğruna arkadaşını ölüme terkettiği için Kureyşli kadınların kendisini ayıplayacaklarından endişe ederek savaşmaya devam etti ve öldürüldü.

5- ESVED B.MUTTALİB 

Peygamberimizle (sav) alay eden kafir

6- EBÛ CEHİL

Ebü’l-Hakem (Ebû Cehl) Amr b. Hişâm 
(ö. 2/624)
Hz. Muhammed’in ve İslâm’ın azılı düşmanlarından biri.
Yaklaşık 570’te Mekke’de doğdu.
Asıl adı Amr olup Kureyş’in Mahzûm koluna mensuptur.
Ebü’l-Hakem olan künyesi İslâmiyet’e düşmanlığı sebebiyle Hz. Peygamber tarafından Ebû Cehil şeklinde değiştirilmiştir.
Dârünnedve üyesi olan Ebû Cehil,
Resûl-i Ekrem’in davetine başından beri karşı çıkmış ve müslümanlar aleyhinde hazırlanan bütün komplolarda yer almıştır.
Velîd b. Mugīre ile Ebû Cehil, kendi kabilelerine mensup olmayan birinin peygamberliğini hazmedemedikleri için Hz. Muhammed’e inanmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.
Ticarî nüfuz ve servetinden güç alan Ebû Cehil hayatı boyunca İslâmiyet aleyhinde çalıştı, halkın müslüman olmasını engelledi, müslüman olanları da inançlarından vazgeçirmeye gayret etti. İslâmiyet’i kabul eden kişi toplumda itibarlı biri ise ona saygınlığını yitireceğini söyleyerek, ticaretle uğraşıyorsa kendisini iflas ettirmekle tehdit ederek, güçsüz ve kimsesiz ise onu döverek İslâm’dan döndürmeye çalıştı.
Ashaptan Ammâr b. Yâsir ile annesine, babasına ve daha birçok müslümana İslâmiyet’i kabul ettikleri için çok ağır işkenceler yaptı; Ammâr’ın annesi Sümeyye’yi şehid etti.
Ebû Cehil, ilk müslümanlardan olan üvey kardeşi Ayyâş b. Ebû Rebîa’yı aldatarak hicret ettiği Medine’den tekrar Mekke’ye götürdü ve orada hapsedip Medine’ye dönmesine yıllarca engel oldu.
Ebû Cehil Mekke’ye gelen yabancılara karşı son derece merhametsiz davranırdı.
Bir defasında, malını satmak için Mekke’ye gelen Zübeyd kabilesine mensup bir tüccarın malına düşük fiyat biçti.
Başka müşteriler ondan korktukları için daha fazla fiyat veremediler.
Zor durumda kalan tüccar Hz. Peygamber’e giderek durumunu anlattı ve onun sayesinde malını değeriyle sattı.
Ebû Cehil bunu duyunca Hz. Peygamber’in evine gidip kendisiyle kavga etti.
Kur’an âyetlerini yalanlayan, Resûl-i Ekrem’in halkı İslâm’a davet etmesine mâni olan Ebû Cehil ile on bir müşrik arkadaşı, halkın hac mevsiminde onunla görüşmesini engellemek ve onları iman etmekten vazgeçirmek için aralarında iş bölümü yaparak Mekke’nin girişlerini kontrol altına almışlardı.
Resûl-i Ekrem’i kavminin gözünde küçük düşürmeye çalışan Ebû Cehil, bir defasında Hz. Peygamber Kâbe’de namaz kılarken üzerine deve leşi attırmıştı.
Başka bir gün de Safâ tepesinde bulunduğu sırada Hz. Peygamber hakkında kötü söz söylemiş, bunu duyan Hamza, Kâbe civarında oturmakta olan Ebû Cehil’in yanına giderek onu başından yaralamıştı.
Hz. Peygamber, İslâmiyet’in yayılmasına yardımı olur düşüncesiyle bazı nüfuzlu kişilerin müslüman olup hidayete ermeleri için Allah’a dua ederdi.
İşte onun hidayete ermesini istediklerinden biri de Ebû Cehil idi.
İlk müslümanlardan Habbâb b. Eret, Resûlullah’ın, İslâmiyet’i Ebû Cehil veya Ömer b. Hattâb ile kuvvetlendirmesi için dua ettiğini bizzat duyduğunu söyler.
Hicretten birkaç yıl önce Benî Mahzûm’un reisliğine getirilen Ebû Cehil, Hz. Peygamber’e ve müslümanlara her fırsatta sözlü ve fiilî saldırıda bulunmuş, müslümanlara karşı başlatılan boykotla onların Ebû Tâlib mahallesinde üç yıl boyunca tecrit edilmesine önderlik etmiş, dışarıdan yapılmak istenen yardımlara da engel olmuştur.
Resûlullah’ın Medine’ye hicretine mâni olmak için Dârünnedve’de yapılan toplantıda, onun her kabileden seçilecek gençler tarafından öldürülmesini teklif eden ve hicret gecesi evini muhasara altına alarak öldürülmesini planlayan da yine Ebû Cehil’dir.
Hz. Peygamber, hicrî 1. yılın Rebîülevvel ayında (Eylül 622) Hamza’yı Ebû Cehil’in başkanlığındaki büyük bir ticaret kervanına karşı sefere memur etti.
Sîfülbahr seriyyesi olarak bilinen bu seferden savaş yapılmadan dönüldü.
Ebû Cehil, müşriklerin muharebe ihtiyaçlarının büyük bir kısmını bizzat karşıladığı Bedir Savaşı’nda ensardan Afrâ’nın oğulları Muâz ve Muavviz tarafından öldürüldü.
Bu iki kardeşin onu yaraladıkları ve başının Abdullah b. Mes‘ûd tarafından kesildiği de rivayet edilmektedir.
Ebû Cehil, katledilen diğer müşriklerle beraber Bedir’deki kör kuyulardan birine atıldı.
Hz. Peygamber’in bu ümmetin firavunu olarak tavsif ettiği Ebû Cehil hakkında, İslâmiyet aleyhindeki faaliyetleri, Resûl-i Ekrem’e ve ashabına yaptığı zulüm ve haksızlıklar sebebiyle pek çok âyet nâzil olmuştur (el-En‘âm 6/108; el-Hicr 15/90; el-Alak 96/9-18) Müslümanlığı kabul eden annesi Esmâ bint Muharribe 13 yılı civarında (634) vefat etmiş, Mekke’nin fethinden sonra müslüman olan oğlu İkrime ise meşhur bir vali ve kumandan olarak İslâm’a hizmet etmiştir
En büyük islam düşmanı.
Ammar b.Yasir'in annesini öldüren (şehit eden) bu adamdır.
Secdede iken Peygamberimizin üstüne pislik koyan bu kafirdir.

7- VELÎD b. MUGĪRE

Ebû Abdişems el-Velîd b. el-Mugīre
(ö. 1/622)
Hz. Peygamber’in ve İslâmiyet’in azılı düşmanlarından biri.
Milâdî 530 yılı civarında Mekke’de doğdu.
Babası Mugīre, Kureyş içerisinde zenginliği ve cömertliğiyle tanınırdı.
Onun kabiledeki mevkii dolayısıyla çocuklarına Benî Mugīre denilmiş ve Mugīrî nisbesiyle anılmışlardır.
Bunlar şan, şeref, şöhret ve zenginlik bakımından ayrı bir zümre teşkil ediyordu. Resûl-i Ekrem’in babaannesi Fâtıma bint Amr b. Âiz, Mahzûmoğulları’na mensup olduğu için dayıları adına Abdülmuttalib’in, oğlu Abdullah’ı kurban etmesini engelleyenler arasında Mugīre de vardı.
Velîd aklı, dirayeti, güzel konuşması, gelişmiş şiir zevki, çocuklarının fazlalığı ve zenginliğiyle de Kureyş içerisinde temayüz etmişti.
Onun Mekke ile Tâif arasındaki sulanabilen bahçelerinde yıl boyunca meyve ve sebze yetiştirilirdi.
Velîd, Hâşimoğulları ile rekabet etmek için hac zamanı Mina’da büyük bir ateş yaktırır ve hacılara yemek ikram ederdi.
Onun Kureyş nezdindeki itibarını gösteren iki olaya işaret etmek gerekir.
Bunlardan biri, Kureyş’in reisi Abdülmuttalib’in vefatı üzerine kendisiyle birlikte kabileden üç kişinin onun yerini almak istediğini göstermek için Kâbe’nin avlusuna oturmasıdır İkincisi
Hz. Muhammed’in Hacerülesved’i yerine koyanlar arasında yer aldığı, Kâbe’nin yıkılıp yeniden yapılması esnasında Kureyşliler’in Kâbe’yi yıkmaktan çekinmesi üzerine Velîd’in mâbedin duvarına çıkıp, “Biz ancak iyilik ve hayır istiyoruz” diyerek kendi kabilesine düşen kısımdan bir bölümü yıkmasıdır.
Kureyşliler, ancak onun başına bir felâket gelip gelmeyeceğini bir süre bekledikten sonra yıkım işine başlayabildi
Yine Kâbe’nin yapımı için para toplanırken Velîd, Mekkeliler’den helâl kazançlarından sarfetmelerini, ribâ ve zulümle elde edilen paraları bu işe karıştırmamalarını istedi.
Diğer taraftan her yıl değiştirilen Kâbe örtüsünü bir yıl kendisinin, bir yıl diğer Kureyş liderlerinin değiştirmesinden dolayı “Idlü Kureyş” (Kureyş’in dengi) unvanını taşıyor ve Yemen’den getirttiği kumaşla bu örtüyü değiştiriyordu.
Velîd b. Mugīre, Hz. Peygamber’in davetini kabul etmedi ve kendisine şiddetle karşı çıktı.
Kibir, bencillik ve ihtirası yüzünden şirk ile ruhu kirlenip tabiatı bozulduğundan Kur’ân-ı Kerîm için sihir dedi, Kur’an’ın hasmı ve Resûl-i Ekrem’in rakibi oldu.
Putperestliğin hâmisi Ebû Cehil’e akıl hocalığı yaptı.
Kendisinin, “Nasıl olur, ben Kureyş kabilesinin büyüğü ve başkanı olduğum halde bir kenara bırakılayım da Muhammed’e vahiy gelsin!
Nasıl olur, Ebû Mes‘ûd Amr b. Umeyr es-Sekafî kabilesinin reisi de bir yana bırakılsın!” şeklindeki sözlerine Kur’an’da şöyle cevap verilir: “Gerçeğin bilgisi gelince, ‘Bu bir büyü, biz bunu kabul etmiyoruz.
Bu Kur’an şu iki şehirden büyük bir kişiye indirilseydi ya!’ dediler.
Rabbinin rahmetini paylaştırmak onlara mı düşmüş?
Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık …”
(ez-Zuhruf 43/30-31,el-En‘âm 6/123-124).
Velîd, Kureyşliler’in Resûlullah’a karşı düşmanca faaliyetlerine aktif biçimde katıldı.
Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’e üç defa başvuran Kureyş heyetinde o da yer aldı.
Üçüncü gidişlerinde Velîd yanına genç ve yakışıklı oğlu Umâre’yi de aldı.
Heyettekiler, Ebû Tâlib’den, Hz. Muhammed’in yerine bu genci alıp öldürülmek üzere yeğenini kendilerine teslim etmesini istediler.
Ebû Tâlib bu teklifi şiddetle reddetti .
Kureyşliler’in ileri sürdüğü kâhin, deli, şair gibi nitelemelerin doğru olmadığının hemen anlaşılacağını belirttikten sonra, “En iyisi onun evlâdı babadan, kardeşi kardeşten, karıyı kocadan, kişiyi ailesinden ayıran bir büyücü olduğunu söyleyelim” dedi.
Bu iddialar üzerine şu âyetler nâzil oldu: “Yarattığım o kişiyi tek başına bana bırak; geniş bir servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisine nimetleri serdikçe serdiğim, arkasından daha fazla vermemi bekleyen kişiyi.
Hayır, umduğu gibi olmayacak.
Çünkü o bizim âyetlerimize karşı inatla direnmektedir.
Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim.
Zira o düşündü taşındı, ölçtü biçti.
Kahrolsun, ne biçim ölçme biçme bu!
Ardından yine kahrolsun, ne biçim ölçtü biçti!
Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, suratını astı.
En sonunda arkasını dönüp gitti ve kibrine yenildi.
‘Bu’ dedi, ‘olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir; bu bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir.’
Ben onu cehenneme sokacağım …” (el-Müddessir 74/11-26).
Müfessirler bu âyetlerin Velîd b. Mugīre hakkında nâzil olduğu hususunda ittifak etmiştir.
Velîd’in de içinde bulunduğu Kur’an’la alay eden kimselerle (el-Hicr 15/94-96) ve onların ahlâkî zaaflarıyla ilgili (el-Kalem 68/10-16) âyetler de inmiştir.
Kâbe’ye giren Velîd’in Resûlullah ile Cebrâil’in önünden geçişi sırasında Cebrâil yıllar önce bir oka basmasıyla yaralanan topuğundaki yaraya işaret edince yara açılmış, irin toplayıp şişmiş ve patlayarak doksan yaşını geçmiş olan Velîd’in ölümüne yol açmıştır.
Velîd, Hacûn Mezarlığı’na gömüldü
Oğul,Hişâm Mekke fethinde, Velîd b. Velîd Bedir’den sonra, Hâlid 8 (629) yılında İslâm’ı kabul etmiştir.
Velîd’in iki kızı Fâhite ile Fâtıma da fethin ardından müslüman olmuştur.
Halid b. Velid'in (ra) babası.
Müşrikleri toplayıp Peygamberimize (sav) sihirbaz denmesini öneren bu müşrik

8- Nübeyh b. HACCAC
9- Münebbih b. HACCAC
 

10- ÂS b. VÂİL 

Ebû Amr el-Âs b. Vâil b. Hâşim es-Sehmî
(ö. m. 622)
İslâmiyet’e karşı direnişlerini sürdüren ve Kur’an’da “ebter” diye nitelendirilen Kureyş ileri gelenlerinden biri.
Kureyş kabilesinin Sehm kolunun reisi olup Câhiliye devrinde Mekke’nin ileri gelenlerinden sayılırdı.
Ficâr savaşları başta olmak üzere birçok savaşa kabilesinin başında katıldı.
Adı el-Âsî diye de söylenirdi.
Güçsüz ve kimsesizlere yaptığı zulümlerle tanınmıştır.
Malını satmak için Mekke’ye gelen Zübeyd kabilesine mensup birinden satın aldığı malların bedelini ödememiş, bunun üzerine aralarında Hz. Peygamber’in de bulunduğu bazı Mekkeliler, haksızlığa uğrayanların hakkını savunmak gayesiyle Hilfü’l-fudûl* cemiyetini kurmuş ve ilk iş olarak Âs b. Vâil’den satıcının hakkını almışlardı.
Onun bu tür haksızlıkları İslâmiyet’ten sonra da müslümanlara karşı devam etmiştir.
İlk müslümanlardan Habbâb b. Eret kendi eliyle yaptığı kılıçlardan birkaçını Âs’a satmış, fakat parasını alamamıştı.
Habbâb alacağını isteyince Âs, borcunu ödemek için Habbâb’ın Peygamber’e dil uzatmasını şart koşmuş, o da, “Senin ölüp tekrar dirildiğini görmedikçe bu işi yapmam” diye cevap verince Âs şöyle demiştir: “O halde kıyamet gününde gel, o gün benim malım da evlâdım da olacak, o zaman öderim”.
Kaynaklar Meryem sûresinin 77-80. âyetlerinin bu olay üzerine Âs hakkında nâzil olduğunu kaydeder.
Âs b. Vâil, Hz. Peygamber’in oğulları Kasım ile Abdullah vefat edince, “Bırakın şu nesli kesilmişi!
Artık ölümünden sonra adını anan bulunmayacak” demiş, bunun üzerine onun hakkında, “Asıl hayırla yâd edilmeyecek olan (ebter) odur” meâlindeki ifadeyi de taşıyan Kevser sûresi nâzil olmuştur.
Müfessirler, Hz. Peygamber’e ve getirdiği dine karşı direniş ve tepkilerini ısrarla sürdüren tipleri konu alan bazı âyetlerin Âs b. Vâil hakkında nâzil olduğunu kabul ederler.
Oğullarından Hişâm b. Âs Habeşistan’a hicret eden ilk müslümanlardandır.
Diğer oğlu meşhur sahâbî Amr b. Âs ise Mekke’nin fethinden önce müslüman olmuştur.
Atları ve develeri tedavi etmedeki maharetiyle de tanınan Âs b. Vâil hicretten birkaç ay önce ölmüştür.
Amr b.As'ın babası.
Peygamberimize (as) ebter demiş ayet inmiştir.

UKBE b. EBÛ MUAYT 

Ebü’l-Velîd Ukbe b. Ebî Muayt b.
(ö. 2/624)
Hz. Peygamber’in azılı düşmanlarından.
Dedesi Emevîler’in atası Ümeyye b. Abdüşems’in oğlu Ebû Amr’dır.
Ukbe, İslâmiyet’in doğuşundan önce Mekke’nin zenginleri ve ileri gelenleri arasında yer alıyordu.
Abdullah b. Mes‘ûd’un, çocukluğunda sürülerine çobanlık yaptığı bilinmektedir.
İslâm’ın ilk günlerinden itibaren Resûl-i Ekrem’in azılı düşmanlarından oldu; onu davetten vazgeçirmeye ve yeni müslüman olanları dinlerinden döndürmeye çalışan en etkili liderlerden biri, hatta kötülükte en şiddetli davrananı (eşka’l-kavm) diye anılıyordu.
Resûlullah’a komşu idi ve onun kapısının önüne pislik atıyordu.
Nitekim Hz. Peygamber iki kötü komşunun arasında bulunduğunu
(Ebû Leheb ve Ukbe), onların pislik getirip kapısının önüne attıklarını söylemiştir.
Bir defasında Ukbe sepetindeki pisliği dökerken Resûl-i Ekrem’in halası Ervâ’nın oğlu Tuleyb b. Umeyr onu görmüş ve sepeti elinden alıp kafasına çarpmıştı.
Kureyş’in sekiz zındığı arasında sayılan Ukbe b. Ebû Muayt Nadr b. Hâris ile birlikte Resûlullah hakkında bilgi edinmek için yahudi âlimleriyle görüşmek üzere Yesrib’e (Medine) gönderildi.
Yahudi âlimleri onlara Hz. Muhammed’e Ashâb-ı Kehf, Zülkarneyn ve ruh hakkında soru sormalarını, eğer bunlara cevap verirse kendisine inanıp uymalarını tavsiye ettiler. Resûl-i Ekrem, Mekke’ye dönen ve bir grup müşrikle beraber yanına gelen Ukbe ve Nadr’ın bu üç sorusunun cevabını bir gün sonra vereceğini bildirdi, fakat “inşallah” demeyi unuttu.
Beklediği vahiy gelmeyince müşrikler aleyhinde konuşmaya başladı ve Resûlullah büyük bir sıkıntıya düştü.
On beş gün sonra, “Allah izin verirse demedikçe hiçbir şey için şu işi yarın yapacağım deme” meâlindeki âyetlerin (18/23-24) yer aldığı Kehf sûresi nâzil oldu
Hz. Peygamber’in en şiddetli düşmanı olarak tanınan Übey b. Halef yakın dostu Ukbe b. Ebû Muayt’ın Resûl-i Ekrem’le oturup konuştuğunu, hatta bazı söylentilere göre onu yemeğe davet ettiğini ve yemeğinden yemesi için şehadet getirdiğini duymuştu.
Ukbe’nin İslâm’ı kabul ettiğini düşünerek çok öfkelenen Übey ona, “Eğer gidip Muhammed’i açıkça inkâr etmez ve yüzüne karşı hakarette bulunmazsan seninle asla konuşmayacağım” dedi.
Bunun üzerine Ukbe, Resûlullah’a bu çirkin hareketi yapmaktan çekinmedi.
Furkān sûresinde, “O gün zalim kimse ellerini ısırıp şöyle der: ‘Keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!
Yazık bana!
Keşke falancayı dost edinmeseydim!
Çünkü Kur’an bana gelmişken beni ondan saptırdı’.
Şeytan insanı yüzüstü bırakıp rezil eder” meâlindeki âyetlerin (25/ 27-29)
Ukbe hakkında indiği bildirilmektedir
Başka bir gün Ukbe b. Ebû Muayt, Kâbe’nin yanında namaz kılmakta olan Resûl-i Ekrem’in üzerine secdeye gittiği sırada Ebû Cehil’in teşvikiyle yeni doğuran devenin etenesini (döl eşi, meşîme) attı
Bir defasında da Abdullah b. Amr b. Âs’ın müşriklerin Hz. Peygamber’e yaptığı en ağır işkence olarak gördüğü saldırıyı gerçekleştirdi.
Kâbe’nin yanında namaz kılan Resûlullah’ın yanına gitti ve secdeye vardığı esnada elbisesini boynuna dolayarak onu boğmaya çalıştı. Bunu gören Hz. Ebû Bekir, “Rabbinizden size deliller getiren bir kimseyi ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz?” diyerek ona engel oldu Resûl-i Ekrem, Ukbe’nin kendisini sürekli tâciz etmesi üzerine önde gelen bazı müşriklerin adını da zikrederek şöyle beddua etmişti: “Allahım! Kureyş’ten olan bu topluluğun yaptıklarını sana arzediyorum.
Ebû Cehil b. Hişâm’ı, Utbe b. Rebîa’yı, Şeybe b. Rebîa’yı, Ukbe b. Ebû Muayt’ı, Ümeyye b. Halef’i sana havale ediyorum”
Bir defasında bu kişilerin de içinde bulunduğu yedi kişiye bedduada bulundu ve İbn Mes‘ûd’un bildirdiğine göre bunların tamamı Bedir Savaşı’nda öldürüldü .
Peygamberliğin onuncu yılında Ebû Tâlib’in ölümü üzerine müşrikler
Resûl-i Ekrem’e yapmakta oldukları eziyetleri arttırdılar.
O sırada Benî Hâşim’in büyüğü sayılan Ebû Leheb, kız kardeşlerinin ısrarıyla Resûlullah’ın himayesini üzerine almak zorunda kaldı.
Ancak Ukbe b. Ebû Muayt ile Ebû Cehil onu tahrik ederek kararından vazgeçirdiler.
Diğer taraftan Hz. Peygamber’in, ağır hakaretlerinden dolayı Ukbe’ye, “Seni Mekke dağlarının dışında yakalarsam öldüreceğim” dediği ve Bedir Savaşı hazırlıkları esnasında bu sözleri hatırlayan Ukbe’nin savaşa gitmek istemediği nakledilmektedir. Resûl-i Ekrem’e karşı hazırlanan ve onu hicrete mecbur eden suikast esnasında akşam evini saranlar arasında Ukbe de yer almıştı
Müslümanlara karşı olan düşmanlığını hicretten sonra da sürdüren Ukbe, Mekke dışında yakalandığı takdirde öldürüleceğine dair rivayete rağmen orduya katılmakta tereddüt gösterenleri ikna etmeye çalıştı.
Nitekim yaşlılığı ve aşırı şişmanlığı sebebiyle savaşa gitmek istemeyen Ümeyye b. Halef’i ikna etmek amacıyla içinde ateş ve öd ağacı bulunan bir kapla yanına gidip ona korkak olduğunu ve kadınlara benzediğini söylemiş, buhur sürmesini tavsiye ederek tahrik etmiştir.
Bunun üzerine Ümeyye’nin hazırlanıp orduya katıldığı bildirilmektedir.
Ukbe, Ebû Cehil ve Nadr b. Hâris ile birlikte Bedir’e katılmakta gönülsüz davranan Hakîm b. Hizâm’ı da ikna etmişti. Bedir Savaşı’ndaki çatışmalar sırasında Ukbe b. Muayt’ı ensardan Abdullah b. Seleme esir aldı.
Esirlere karşı iyi davranılmasını emreden Hz. Peygamber onlardan sadece ikisini, Ukbe b. Ebû Muayt ile Nadr b. Hâris’i kendisine ve ashabına yaptıkları işkenceler yüzünden ölüme mahkûm etti.
Esirlere yapılan muamelenin kendisine de uygulanmasını isteyen ve diğer esirler öldürülmediği halde kendisinin niçin öldürülmek istendiğini soran Ukbe’ye Resûlullah’ın, “Küfrün ve Allah’a, resulüne düşmanlık ve iftiraların dolayısıyla” veya “yüzüme karşı hakaret etmen sebebiyle” dediği, öldürüldüğü takdirde çocuklarına kimin bakacağını sorması üzerine de “ateş” cevabını verdiği nakledilmiştir.
Ukbe b. Ebû Muayt, Irkuzzubye’de yahut Safrâ mevkiinde Âsım b. Sâbit veya Hz. Ali tarafından öldürüldü.
Hz. Osman’ın babası Affân b. Ebü’l-Âs’ın ölümünden sonra Ukbe, Hz. Osman’ın annesi Ervâ bint Küreyz ile evlenmiş, Ervâ’dan Velîd, Umâre, Hâlid, Ümmü Külsûm, Ümmü Hakîm ve Hind adlarında altı çocuğu dünyaya gelmiş, anneleriyle birlikte çocukların hemen hepsi İslâmiyet’i kabul etmiştir.
Bunlardan Mekke döneminde müslüman olan Ümmü Külsûm, Hudeybiye Antlaşması’nın ardından şehir dışındaki bahçelerine gitme bahanesiyle Mekke’den uzaklaşmış ve Medine’ye hicret etmiştir.
Peşinden giden iki kardeşi, Hudeybiye Antlaşması’nın Mekke’den Medine’ye kaçanların iade edilmesini gerektiren şartına göre kardeşlerini geri götürmek istemiş, ancak Hz. Peygamber, antlaşmada sadece erkek mültecilerden söz edildiğini ve kadınların antlaşma kapsamında bulunmadığını söyleyerek onu iade etmemiştir.
Bu sırada Mümtehine sûresinin, Medine’ye hicret ederek müslüman olduğunu söyleyen kadınların samimiyetleri denendikten sonra müşriklere iade edilmemesini emreden onuncu âyeti inmiştir.
Ukbe’nin oğlu Velîd, Hz. Osman zamanında Kûfe valiliği yapmıştır.
Onun soyundan gelenlerin hemen hemen tamamının fetihlerden sonra Irak ve el-Cezîre’de yerleştiği kaydedilir.
Müslümanlar tarafından ilk asılan budur Bedir günü  Peygamberimizin mübarek yüzüne tükürme alçaklığını yapan kafir Ayrıca Peygamberimiz (as) ı boğma girişiminde bulunan kafir budur.
Ukbe b. Ebi Muayt bir gün bir zenbile doldurduğu insan pisliğini Peygamberimiz (a.s.) m kapısının önüne dökmek isterken, Peygamberimiz (a.s.)ın halası Ervâ Hatunun oğlu Tuleyb b. Umeyr gördü.
Hemen zenbilini elinden alarak, Ukbe'nin başına döktü!
Secdede iken de işkembe pisliğini koyan da bu ukbe kafiridir

12- ESVED B.ABDİ YAGUS

Peygamberimizi (sav) alaya alan kafir (ölümü feci oldu)

13-NADR b. HÂRİS

Nadr b. el-Hâris b. Alkame b. Kelede el-Kureşî (ö. 2/624)
Hz. Peygamber’in en azılı düşmanlarından biri.
Kureyş’in zenginlerinden olup ticaret için Hîre’ye ve İran’a giderdi.
Bu seyahatleri sırasında Fars sanat ve kültürüyle ilgilenerek ud çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrenmiş, oralardan Mekke’ye şarkıcı câriyeler getirmişti.
Nadr b. Hâris, Mekke müşrikleri içinde İslâm’a karşı çıkanların başında geliyordu; sazını ve sözünü Hz. Peygamber’i ve onun dinini kötülemeye hasretmişti.
Düşmanlıklarında Nadr b. Hâris gibi aşırı gidenler Hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli telmihler vardır.
Müfessirlerin pek çoğu bazı âyetlerin nüzûl sebeplerini onun faaliyetleriyle ilişkilendirir.
Nadr b. Hâris aynı zamanda Kureyş’in en iyi hatiplerinden biriydi ve sık sık kabilesinin önüne çıkarak, “Hangimiz daha güzel konuşuyoruz?
Ben mi, Muhammed mi?” diye sorardı.
Müşriklerin Kur’an Hakkında söyledikleri “esâtîrü’l-evvelîn” (öncekilerin masalları) sözü de ona aittir.
“Âyetlerimiz onlara okunduğu zaman, ‘İşittik işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır’ derlerdi” (el-Enfâl 8/31); “Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, ‘Öncekilerin masallarıdır’ der” (el-Mutaffifîn 83/13) meâlindeki âyetler Nadr ile ilgili olarak indirilmiştir.
Nadr b. Hâris’in kendi kabilesine seslenişi çok anlamlıdır ve onun Hz. Muhammed’in gerçek peygamber olduğunun farkına vardığını göstermektedir.
“Ey Kureyşliler! Başınıza öyle bir iş açılmıştır ki artık siz onun üstesinden gelemezsiniz. Muhammed henüz gencecik bir delikanlı iken sözce en doğrunuz, emanetçe en emininiz idi ve en çok ondan razıydınız.
Saçlarına ak düştüğü ve size bir misyonla geldiği zaman ona sihirbaz dediniz.
Hayır o sihirbaz değildi; zira biz sihirbazların ne yaptıklarını biliriz. Ona kâhin dediniz.
Hayır o kâhin değildi; zira onların sözlerindeki secileri biliriz.
Ona şair dediniz.
O şair değildir; çünkü biz şiiri ve o sanatın inceliklerini biliriz.
Sonra ona mecnun dediniz.
Hayır o mecnun değildir; çünkü biz mecnunları da biliriz.
Onun ne karıştırması vardır ne de vesvesesi.
Ey Kureyşliler, durumunuzu bir düşünün!
Gerçekten başınıza büyük bir iş gelmiştir.”
Hz. Peygamber’in ve onun misyonunun Kureyş toplumunda yapacağı değişim ve etkiyi tahmin eden Nadr b. Hâris, diğer Kureyşliler gibi çeşitli bahanelerle oyalanmadan âcil tedbirler alınması gerektiğine inanıyordu.
Bu çerçevede Ukbe b. Ebû Muayt ile birlikte Resûl-i Ekrem’in durumu Hakkında bilgi edinmek ve ona fikrî planda karşı koyabilmek için yahudi âlimleriyle görüşmek üzere Yesrib’e (Medine) gittiler.
Orada Hz. Peygamber’in durumunu, onun çok iddialı sözler söylediğini anlattılar ve sözlerinden bir kısmını aktardılar.
Bunun üzerine yahudi âlimleri, “Siz ona şu üç şeyi sorun.
Eğer cevap verebilirse gerçekten gönderilmiş bir peygamberdir, ona tâbi olun; eğer cevap veremezse yalancıdır” dediler.
Sorulacak üç soru Ashâb-ı Kehf, Zülkarneyn ve ruh meseleleriydi.
Nadr ile Ukbe, Mekke’ye döndüklerinde müşriklerden bir grupla birlikte Resûl-i Ekrem’in yanına giderek yahudi âlimlerinin sorularını sordular.
Hz. Peygamber, “Size yarın cevap vereceğim” dediyse de beklediği vahiy gecikti.
Nadr b. Hâris ve diğerleri, “Muhammed sorduğumuz sorulara cevap veremedi” diye propaganda yapmaya başladılar; ancak uzunca bir süre sonra Kehf sûresi nâzil oldu.
Nadr b. Hâris, Hz. Peygamber’i âdeta takip altına almıştı.
Resûl-i Ekrem herhangi bir şey söyleyince ya da Kur’an’dan âyetler okuyunca hemen gidip bunların tesirini yok etmeye çalışıyordu.
Nitekim Hz. Peygamber, Kureyş’e tek Allah’ı anlatarak geçmiş ümmetlerin karşılaştığı felâketlerden kavmini sakındırmaya çalıştığında, “Muhammed size Âd ve Semûd’un hikâyelerini anlattı, ben de size kisrâların haberlerini getirdim” diyerek Kureyşliler’in kafasını karıştırmıştı.
Ayrıca mûsiki bilgisini de İslâm’a ve Resûl-i Ekrem’e karşı kullanıyor, bazı şarkı sözlerini Kur’an’a alternatif olarak sunuyordu.
“İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır.
İşte alçaltıcı azap bunlar içindir” meâlindeki âyetin de (Lokmân 31/6) Nadr b. Hâris sebebiyle nâzil olduğu kabul edilmektedir.
Nadr b. Hâris bir gün eline çürümüş bir kemik alıp ufalayarak, “Bunu kim diriltebilir yâ Muhammed?” diye sormuştu.
Bunun üzerine “... kendi yaratılışını unutur da çürümüş kemikleri kim diriltecek diyerek bize misal vermeye kalkar?” meâlindeki âyet (Yâsîn 36/78) inmişti.
Bunların dışında onun Hakkında veya onun görüşlerine cevap niteliğinde başka âyetlerin de nâzil olduğu rivayet edilir (es-Saf 61/16; en-Nahl 16/103; el-Furkān 25/4-5; el-Fâtır 35/42).
Nadr b. Hâris, Kureyş’in müslümanlara uyguladığı ambargo kararının alınmasında ve tâvizsiz uygulanmasında da rol almış, bir rivayete göre bu kararın yazılı bir metin haline getirilmesini o yapmıştı.
Hicret öncesinde Hz. Peygamber’i öldürmek amacıyla evini kuşatanlar arasında onun da yer aldığı bilinmektedir.
Nadr b. Hâris, Bedir Gazvesi’nde müşriklerin sancağını taşırken müslümanlara esir düşmüş ve Resûlullah’ın emriyle savaş dönüşü Safra denilen yerde Hz. Ali tarafından öldürülmüştür.
(Bedir'de boynu vuruldu)
 

14- ÜMEYYE b. HALEF

Ebû Safvân Ümeyye b. Halef b. Vehb el- Kureşî
(ö. 2/624)
Hz. Peygamber’in azılı düşmanlarından biri.
Kureyş’in önemli kollarından Benî Cumah’a mensuptur.
İslâmiyet’in zuhuru sırasında kardeşi Übey b. Halef gibi Mekke’nin ileri gelenleri arasında bulunuyordu.
Mekke müşriklerinin, “Ne olurdu bu Kur’an Ümeyye b. Halef, Mes‘ûd b. Amr, Kinâne b. Abdüyâlîl ya da Mes‘ûd b. Muttalib’e inseydi!” şeklindeki sözleri onun toplumdaki itibarlı konumuna işaret etmektedir
Ümeyye, Hz. Peygamber’i davasından vazgeçirmek amacıyla müşrik liderleri tarafından girişilen teşebbüslerin hepsinde kardeşiyle birlikte yer aldı.
Nitekim farklı zamanlarda Resûl-i Ekrem’in amcası Ebû Tâlib’in yanına farklı zamanlarda giderek yeğenini bu davadan vazgeçirmesini isteyen Kureyş heyeti içerisinde de bulundu.
Resûlullah’a Safâ tepesini altın yaparak bir mûcize gösterirse iman edeceklerini söyleyen müşrikler arasında o da vardı.
Bir gün Hz. Peygamber, Kâbe civarında namaz kılarken içlerinde Ümeyye b. Halef’in de olduğu müşrikler onunla alay etmeye başladılar.
Ebû Cehil’in teşvikiyle Ukbe b. Ebû Muayt, yeni doğuran bir devenin etenesini (döl eşi, meşime) ve diğer artıklarını getirip secdeye vardığı sırada Resûlullah’ın üzerine attı.
Buna karşılık Resûl-i Ekrem şöyle dedi: “Allahım! Bu Kureyşliler’in bana yaptıklarını sana arzediyorum.
Ebû Cehil b. Hişâm’ı, Utbe b. Rebîa’yı, Şeybe b. Rebîa’yı, Ukbe b. Ebû Muayt’ı, Ümeyye b. Halef’i sana havale ediyorum”
Kâfirûn sûresinin Ümeyye b. Halef, Esved b. Muttalib, Velîd b. Mugīre ve Âs b. Vâil’in Kâbe’yi tavaf etmekte olan Resûlullah’a, “Ey Muhammed! Biz senin taptığına tapalım, sen de bizim taptığımıza tap, seninle ortaklık yapalım” demeleri üzerine indiği bildirilmektedir
Hz. Peygamber’in müslüman olmalarını istediği Utbe b. Rebîa, Ebû Cehil, Abbas b. Abdülmuttalib ve Ümeyye ile konuştuğu bir sırada yanına gelen âmâ İbn Ümmü Mektûm ile ilgilenememesi üzerine Abese sûresinin nâzil olduğuna, Hümeze sûresinin de Resûl-i Ekrem’in ardından kaş göz işaretleriyle alay etmeleri yüzünden Cemîl b. Âmir, Ahnes b. Şerîk, Velîd b. Mugīre veya Ümeyye b. Halef hakkında indiğine dair rivayetler vardır.
Yine Leyl sûresinin, müslüman köleleri satın alıp âzat etmek suretiyle servetini Allah yolunda harcayan Hz. Ebû Bekir ile cimrilik yaparak malını ihtiyaç sahiplerinden esirgeyen Ümeyye b. Halef hakkında nâzil olduğu bildirilmektedir.
Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl-i Habeşî’yi İslâm’ı kabul ettiği için kızgın güneş altında yatırır, büyük bir kaya parçasını göğsünün üzerine koydurur, İslâmiyet’ten vazgeçerek Lât ve Uzzâ’ya tapmaya zorlardı
İşkence gören müslümanların simgesi haline gelen Bilâl acılar içinde kıvranırken, “Allah birdir, Allah birdir” demekten geri durmamıştır.
Hicretten hemen önce Hz. Peygamber’in öldürülmesine karar verilen Dârünnedve’deki toplantıya katılan ve hicret esnasında sığındığı Sevr mağarasının önüne kadar giden müşriklerin arasında bulunan Ümeyye, Resûl-i Ekrem’e ve müslümanlara karşı olan düşmanlığını hicretten sonra da sürdürdü.
Resûlullah, Buvât Gazvesi’ni Ümeyye’nin emrindeki 100 kişilik bir muhafız birliğinin himayesinde 2500 deveden oluşan Kureyş kervanının geçişini engellemek için düzenlemişti (Rebîülevvel 2 / Eylül 623).
Bedir Gazvesi’nde öldürülen Ümeyye b. Halef’in yaşlılığını ve şişmanlığını öne sürüp bu savaşa katılmak istemediği, ancak Ukbe b. Ebû Muayt’ın onu korkaklıkla itham ederek kadına benzetmesi üzerine katılmak zorunda kaldığı bildirilir.
Hz. Peygamber’in kendisini öldüreceğine dair sözünü duyduğu ve onun sözlerinin hep doğru çıktığını bildiği için bu savaşta yer almaktan kaçındığı da nakledilmektedir.
Ümeyye’nin Bedir Gazvesi’ne sebebiyet veren Kureyş kervanına 2000 miskal altınla iştirak ettiği ve savaş hazırlıkları sırasında önemli katkıda bulunduğu bilinmektedir.
Nitekim müşrik ordusuna katılanlara yol boyunca ziyafetler verilirken Ümeyye de bu amaçla Usfân’da dokuz deve kestirdi
Savaşın müslümanların lehine geliştiğini gören Ümeyye, elinde birkaç zırhla gördüğü eski dostu Abdurrahman b. Avf’a kendisini ve yanındaki oğlu Ali’yi esir almasının elindeki zırhlardan daha iyi olacağını ima ederek âdeta kendini esir aldırmıştı
Ancak Bilâl-i Habeşî onu görünce,“İşte küfrün başı!
Eğer o kurtulursa ben ölürüm” diyerek ona hücum etti.
Bilâl’in bağırmasıyla Ümeyye’nin etrafını saran müslümanlar kendisini ve oğlunu öldürdüler.
Oğlu Safvân, Tâif Seferi dönüşü müslüman olmuştur.
Safvân’ın oğlu Abdullah da Kureyş eşrafından olup cömertliği ve üstün zekâsıyla tanınan bir tâbiîdir. (Bedir'de öldürüldü)

15- MUT‘İM b. ADÎYY

Ebû Vehb el-Mut‘im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenâf
(ö. 2/623)
Hz. Peygamber’i Tâif dönüşü himayesine alan kabile reisi.
Kureyş’in Benî Nevfel koluna mensuptur.
Soyu Abdümenâf’ta Hz. Peygamber’in soyu ile birleştiği için onun amcasının oğullarından sayılır.
Babasının ölümünden sonra liderliği üstlenen Mut‘im kabilesinin ve hacıların su ihtiyacını karşılamak için bazı faaliyetlerde bulundu.
Rivayete göre, Resûl-i Ekrem’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’ın Mekke’de kazdırdığı Secle Kuyusu’nu satın alarak kabilesine tahsis etti.
Daha sonra Abdülmuttalib’in izniyle Zemzem Kuyusu’nun yakınında yaptırdığı havuzdan hacılara zemzem dağıtmaya başladı.
Bu hizmetleriyle Mekke’nin ileri gelenleri arasına girdi ve Abdülmuttalib’le birlikte, Kâbe’yi yıkma kararından vazgeçmesi için Ebrehe’nin yanına giden heyette yer aldı
Mut‘im, Hz. Peygamber’in davetini engellemeye çalışan kabile reisleriyle birlik olmasına rağmen ona ve ashabına düşmanlıkta ileri gitmemiş, hatta sıkıntılı zamanlarında kendilerine yardım etmiştir.
Mut‘im’in müslümanların Ebû Tâlib mahallesinde kuşatılması esnasında onlara gizlice yiyecek gönderdiği bilinmektedir.
Ayrıca birkaç arkadaşıyla beraber boykotun kaldırılması için çaba göstermiş ve sonunda boykotu kaldırma kararını açıklama ve Kâbe’nin içinde asılı boykot metnini kaldırma görevini üstlenmiştir.
Bu sırada Câhiliye Arapları’nın kullandığı besmele (bi’smikellāhume) dışındaki bütün metnin ağaç kurtları tarafından yenilmiş olduğunu gördüğü rivayet edilir.
Mut‘im ayrıca Hâris b. Harb b. Ümeyye ile birlikte, Akabe’de Hz. Peygamber’le gizli bir toplantı yaptıktan sonra Medine’ye dönerken müşriklerin yakalayıp Mekke’ye götürdükleri Hazrec reisi Sa‘d b. Ubâde’yi kurtarmıştır
Hz. Peygamber, hicretten önce davet maksadıyla gittiği Tâif’ten dönerken Hira mağarasına kadar gelmiş, ancak daha fazla ilerlemeyerek Mekke’ye girmek için müşrik liderlerinden birinin himayesini almayı uygun görmüştü.
Resûl-i Ekrem’in haber gönderdiği üçüncü kişi olan Mut‘im b. Adî onun himaye isteğini kabul etti ve yanına gidip kendisini Mescid-i Harâm’a getirdi; orada bulunan müşriklere onu himayesine aldığını duyurduktan sonra evine kadar götürdü
Hz. Peygamber’in o geceyi Mut‘im’in evinde geçirdiği de rivayet edilir.
Bu davranışının müslüman olduğu şeklinde yorumlanmasına tepki gösteren Mut‘im bundan sonra da iman etmedi, hatta müşrik liderlerinin Dârünnedve’de Resûl-i Ekrem’i öldürme kararı aldıkları toplantıya katıldı
Onun, Hz. Ebû Bekir’in kızı Âişe’yi oğlu Cübeyr’e istediği ve bu sırada oğlunun bu evlilik dolayısıyla müslüman olmasından korktuğunu söylediği için Hz. Ebû Bekir’in kızını vermediği bilinmektedir
Mut‘im b. Adî, Bedir Gazvesi’nden önce öldü (Safer 2 / Ağustos 623)
Ölümü dolayısıyla bir yıl yas tutulduğuna dair rivayet Mekke halkının onu ne kadar sevdiğini göstermektedir.
Onun ölümü Medine’deki müslümanları da üzmüştür.
Resûl-i Ekrem de Mut‘im’e karşı duyduğu minnettarlığı, Bedir esirlerinin serbest bırakılmasını sağlamak için Medine’ye gönderilen heyette yer alan oğlu Cübeyr’e söylediği şu sözlerle ifade etmiştir: “Eğer Mut‘im yaşasaydı ve bu esirler hakkında benimle konuşacak olsaydı onların tamamını serbest bırakırdım” (Bedirde öldürüldü)

16- EBU LEHEB

Peygamberimiz (as) ın öz amcası.
En büyük İslam düşmanı.
Hakkında sure inmiştir.
(tebbet suresi).
Peygamberimizin ardı sıra gezer,
buna kulak vermeyin ,inanmayın derdi.
Bedir zaferi yüreğine inmiş ölmüştür.
Peygamberimiz (as) kızları ,Rukiye ve Ümmü Gülsüm bu adamın oğulları utbe ve uteybe ile nikahlı idiler,daha sonra ayrıldılar.
Karısı Ümmü Cemil de düşmanlıkta kocası ile beraber idi

17- UBEYY B. HALEF

Peygamberimiz (sav) efendimizin yanına çürürümüş kemikle gelip bunlar mı dirilecek demiş cevabı almıştır



Bismillahirrahmanirrahim
 
HİCRİ 1.YIL 
Peygamberimiz'in (sav) Mescidinin Yapılışı
Ezan
 Hz. Hamza'nın (ra) Sîfü'l-Bahr'e Gönderilişi
Ubeyde b. Hâris'in (ra) Râbığ'a Gönderilişi
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Harrar'a Gönderilişi

 HİCRİ 2.YIL
 Cihat Emri / İzni 
 Ebvâ (Veddan) Gazâsı
 Buvat Gazâsı 
 Sefvan Gazâsı 
  Zü'l-Uşeyre Gazâsı 
 Nahle Seferi 
 Kıblenin Kâbe'ye Çevrilişi
  Ramazan Orucunun Farz Kılınışı 
  Teravih Namazı
   Bedir Savaşı 
  Sevık Gazası
  Fıtır Sadakası ve Bayram Namazları Zekat Farizası
 

HİCRİ 3.YIL
Karkaratü'l Küdr Gazası
Ka'b b. Eşref'in Öldürülmesi,
Gatafan Gazası
Ebu Râfi'in öldürülüşü
İbn Süneyne (Sübeyne)'nin Öldürülüşü
Buhran Gazası
Karde Seferi
Hz Hasan'ın (ra) doğumu
Uhud Savaşı

HİCRİ 4.YIL
Katan Seferi
Abdullah b. Üneys (ra) Seriyyesi
Reci Seferi
Bi'r-i Mauna olayı
Amr b. Ümeyye Seriyyesi
Beni Nadir yahudileri Medine'den Sürüldü
İçki Haram Kılındı
Hz Ali 'nin (ra) annesi Fatıma hatun vefat etti
Hz. Zeyneb'in Vefatı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Torunu ve Hz. Osman'ın Oğlu Abdullah'ın Vefatı
Ebu Seleme Abdullah b Abdulesed (ra) vefat eti
Hz Hüseyin Doğdu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ümmü Seleme ile Evlenişi
Bedru'l Mev'id Gazvesi
 
HİCRİ 5.YIL
Zatürrika Gazvesi
Dümetü'l Cendel Gazvesi
Müzeyneler Müslüman oluyor
Beni Mustalık Gazası (Müreysi’ Savaşı)
Rasulullah (sav)'ın Cüveyriye binti Haris ile evlenmesi
Hz. Aişe ve İfk (İftira) olayı
Peygamberimiz'in (sav) ,Hz Zeyneb b.Cahş ile evliliği
HENDEK SAVAŞI
Beni Kurayza Gazası

HİCRİ 6.YIL
Kurata seferi
Beni Lihyan seferi
Gabe gazası
Gamre seferi
Zülkasse  seferi
Cemum seferi
Iys seferi
Tarf seferi
Dümetül Cendel seferi
Fedek seferi
Beni Fezare seferi
Ükl ve Üraniler
 Hudeybiye Antlaşması

HİCRİ 7.YIL
Peygamber (sav) elçileri
Hayberin fethi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile Evlenişi
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması
Vâdi'l-kurâ Gazası
Hısma Seferi
Teymâ seferi
Benî Fezâre Seferi
Türebe Seferi
Hz. Ebu Bekr'in Necd seferi
Benî Mürre Seferi
Meyfaa seferi
Cinab Seferi
UMRETÜ'L-KAZA
 
HİCRİ 8.YIL
Peygamberimiz Aleyhisselam'ın Kızı Hz. Zeyneb'in Vefatı
Mute Gazası
Mekke'nin Fethi
Huneyn Savaşı
Taif Kuşatması
Halid b. Velid ile Osman b. Talha'nın Müslüman Oluşu

 HİCRİ 9.YIL
Müslüman Kabilelere Valiler ve Zekat Tahsil Memurları Gönderilişi
Medine'ye Gelen Benî Temim Heyeti
Hâris b. Dırâr el-Huzâî'nin Medine'ye Gelişi, Müslüman Oluşu ve Benî Mustalıkların da Müslüman Olmalarını Sağlayışı
Benî Esed b. Huzeymelerin Müslüman Oluşu
Urve b. Mes'ud'un Müslüman Olup Taiflileri Müslümanlığa Davet Edişi ve Şehit Edilişi
Benî Uzre Heyetinin Medine'ye Gelmeleri ve Müslüman Olmaları
Kutbe b. Âmir'in Has'amlara Gönderilişi
Abdullah b. Avsece'nin Hârise b. Amr b. Kurayt Oğullarına Gönderilişi ;
Dahhâk b. Süfyan'ın Kurataları Te'dibe Gönderilişi
Beliyy Heyetinin Medine'ye Gelişi ve Müslüman Oluşu
Habeş Necaşî'si Ashama'nın Vefat Edişi ve Kendisi İçin Gıyâbî Olarak Medine'de Cenaze Namazı Kılınışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevcelerinden 1 ay inzivaya çekilişi
Tebük Seferi
Hz. Ümmü Külsûm'un Vefatı
Himyer Krallarının Müslüman Oluşu
Sakîflerin Müslüman Oluşu
İslamiyet Arabistanda yayılıyor
Baş Münafık Abdullah b Übeyy b Selül'ün Ölüşü
9.Yıl Haccı

HİCRİ 10.YIL
Hz. İbrahim'in Vefatı
Veda Haccı

HİCRİ 11. Yıl
Usame b. Zeyd (ra)'in Suriye Seferi
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatı

 

Peygamberimiz Aleyhisselamın İlk Cuma Hutbeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam, bu Cuma günü, ayakta durarak ardarda irad ettiği hutbelerinde, Allah'a lâyık olduğu veçhile hamd ve sena­da bulunduktan sonra, şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Kendiniz için, önden ahiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Elbette, bilirsiniz ki; her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır! Sonra Rabbi ona tercümansız, perdedarsız olarak: 'Sana Resûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için [âhiret azığı olarak] ne gönderdin? buyuracak. O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek! Sonra önüne bakacak. Önünde de cehennemden başka birşey göremeyecek! Öyle ise yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayır işlesin! Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın. Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir! Selam ve Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!" "Allah'a hamd olsun! Allah'a hamd eder ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden, Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz! Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez! Şehadet ederim ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! O, birdir; O'nun şerîki yoktur! Sözlerin en güzeli, Yüce Allah'ın Kitabıdır. Allah kimin kalbini Kur'ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyete girdirir, o da Kur'ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuş, kurtulmuştur. Doğrusu, Kitabullah sözlerin en güzeli, en belâgatlısıdır. Allah'ın sevdiğini seviniz! Allah'ı candan gönülden seviniz! Allah'ın kelamından, zikrinden usanmayınız! Allah'ın kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin! Çünkü, Allah'ın kelamı, herşeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, kıssaların iyisini zikreder. Helal ve haram olan herşeyi beyan eyler. Artık Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız. O'ndan gereği gibi sakınınız. Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz. Allah'ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz. Muhakkak biliniz ki: Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder. Selam olsun sizlere!"[3] Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Salim mescidinde Cuma günü irad buyurduğu hutbe olmak üzere, Saîd b. Abdurrahman el-Cumahî'den nakledilen hutbede de şöyle buyurulmustur: "Hamd, Allah'a mahsustur. Ben, O'na hamd eder, O'ndan yardım, yarlıganmak ve hidayet dilerim. O'na iman ederim, inanmazlık etmem. İnanmazlık edenlere de düşmanlık ederim. Ben Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, şerîki ve nazîri olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim. Allah, onu peygamberlerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapkınlığa düştüğü, zamanın kesintiye uğradığı, Kıyametin kopma ve âlemin sona erme zamanının yaklaştığı bir sırada, tam bir hidayet, tam bir nur, tam bir öğüt olan Kur'ân'la göndermiştir. Allah'a ve Resûlüne boyun eğen, muhakkak doğru yolu bulmuştur. Allah'a ve Resûlüne karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlıktan sapkınlığa düşmüştür. Size Allah'tan korunmayı tavsiye ederim. Zaten bir Müslümanın bir Müslümana en hayırlı tavsiyesi de, onu ahirete isteklendirmesi, ona Allah'tan korunmayı emretmesidir. Allah'ın sizi sakındırdığı şeylerden sakınınız! Bundan daha üstün ve hayırlı bir öğüt, bundan daha üstün ve hayırlı bir hatırlatma yoktur. Rabbinden korkarak, ürpererek ibadet eden kimse için, Allah'tan korunmak, istediğiniz ahiret mut­luluğu için en güvenilir bir yardımdır. Kim gizli ve açık her işinde Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek Allah'la arasını düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır. Öldükten sonra da, bu, kendisinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir zamanda kendisine azık olur. Bunun dışındaki işlerden uzak uzak kaçmayı, onlarla kendi arasında uzun mesafeler olmasını ister. Allah, azabından sizi korkutur. Allah, kulları hakkında çok esirgeyici ve merhametlidir. Sözünü doğrulayan, va'dini yerine getiren Allah'a andolsun ki; bundan cayma yoktur! Çünkü, Yüce Allah 'Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, kullara zulümkâr da değilim' [Kâf: 29] buyuruyor. Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah'tan korununuz! Kim Allah'tan korunursa, Allah onun günahlarını örter, ecrini de büyütür. Allah'tan korunan büyük bir kurtuluşa ermiştir. Allah'tan korunmak, insanı Allah'ın azab ve gazabından korur. Allah'tan korunmak, yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir. Nasibinizi alınız! Allah katında ifrartlı olan hareketlerde bulunmayınız. Allah doğruları da, yalancıları da bilsinler diye size Kitabını ve yolunu açıkça öğretmiştir. Allah'ın size ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulununuz. Allah'ın düşmanlarına düşman olunuz. O'nun yolunda, gereği gibi cihad ediniz! Sizi O seçip Müslümanlar diye adlandırdı ki, helak olan açık delillerle helak olsun, sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın. Allah'tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur. Allah'ı anmayı çoğaltınız. Bu günden sonrası için çalışınız. Kim Allah'la arasını düzeltirse, Allah da onun insanlarla arasını düzeltir. Çünkü Allah insanlar üzerinde hükmünü yürütür. İnsanlar ise Allah üzerinde hükümlerini yürütemezler. Allah insanlar üzerinde tasarruf eder. İnsanlar ise Allah üzerinde tasarruf edemezler. Allah en büyüktür. Büyük olan Allahtan başkasında kuvvet ve kudret yoktur.


 
 HİCRİ AYLAR
Muharrem 
Safer
Rebiülevvel
Rebiülahir
Cemaziyelevvel
Cemaziyelahir 
Recep
Şaban
Ramazan
Şevval
Zilkade 
Zilhicce
 
Facebook beğen
 
 
5 ziyaretçi (6 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol