(555-620) Babası : Hüveylid b. Esed Kabile : Esedoğulları / Mekke Akrabalar : Zübeyr b Avvam ve
Hakim b Hizam'ın halası Amca : Amr b. Esed Babasının amca oğlu : Varaka b. Nevfel Kardeşleri : Avvam,Nevfel,Hizam,
Hale ve Rukiyye Oğulları : Hind b. Ebu Hale, Haris b Ebu Hale Kasım, Abdullah
Hz. Hatice varlıklı, şerefli, Cahiliyet’te bile
“Tahir [Temiz]” lakabıyla anılan bir hanımdı.
İslamiyet’ten önce Şam taraflarına kervanlar gönderir, ticaretle meşgul olurdu.
Çalıştığı kimselere malının kazancından verirdi.
O sıralarda Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
doğruluğunu, emin oluşunu, sadakatini,
güzel ahlakını işitmişti.
Meysere ile birlikte Şam tarafına bir ticaret
kervanı götürme teklifinde bulundu. Hz. Muhammed (a.s.m.) bu teklifi kabul etti.
Kervan hazırlandı ve Hz. Muhammed (a.s.m.), Meysere ile birlikte yola çıktı. Şam yakınlarındaki bir manastır civarında konakladılar.
İstikbalin nebisi, bir ağacın altında gölgeleniyordu.
Manastırda bulunan rahip, Meysere’ye ağacın altında oturanın kim olduğunu sordu.
Meysere, “Mekke halkından ve Kureyş kabilesinden bir zattır.” dedi. Rahip heyecanlanmıştı. “O ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka kimse inmemiştir!” dedi.
Sonra da Peygamberimizin (a.s.m.)
İncil’deki vasıflarından birini sordu.
Müspet cevap alınca da, “O, peygamberdir, hem de peygamberlerin sonuncusudur.
Keşke ben onun peygamber olarak
gönderileceği zamana erişmiş olsaydım!” dedi. Nihayet Resûlullah, Meysere ile birlikte
götürdükleri ticaret mallarını sattılar. Bir hayli kâr ederek Mekke’ye döndüler. Meysere, rahibin sözlerini ve yolculuk esnasında Peygamberimizden gördüğü birtakım harikalıkları Hz. Hatice’ye haber verdi.
Hz. Hatice merakla kervanın gelmesini bekledi.
Nihayet kervan karşıdan göründü. Kafile yaklaştığında, Peygamberimizin
başında onu sıcaktan koruyan bir bulut gördü.
Çok heyecanlandı. Yanındaki kadınlara, “Bakın, bakın!
Muhammed melekler tarafından gölgeleniyor.” dedi. Bir müddet sonra Peygamberimiz evin önüne geldi ve malları Hatice’ye (r.anha) teslim etti.
Hatice, konuşulan ücretin daha fazlasını vererek Peygamberimizi memnun etti. Hz. Hatice, Peygamberimizle evlenmeyi, bundan sonraki hayatını onunla birlikte geçirmeyi düşündü. Resûlullah’a bir haberci göndererek şöyle dedi: “Şeref ve emniyet sahibi olman, güzel ahlakın ve doğruluğun sebebiyle bana yakın olmanı isterim.”
Hz. Hatice bu sözleriyle, Resûlullah ile evlenmek istediğini belirtiyordu.
Resûlullah bu teklifi alınca amcalarıyla istişare etti. Böyle bir evliliği uygun görüp görmediklerini sordu.
Onlar bunu uygun buldular. Ebû Tâlib, Hatice’ye giderek meselenin mahiyetini araştırdı. Yeğeniyle evlenmek istediğini bizzat onun ağzından işitti. Bunun üzerine her iki taraf da düğün hazırlıklarına başladı. Düğün merasiminin tarihini Hatice tespit etti.
Merasim onun evinde yapılacaktı. Belirtilen tarihte Peygamber Efendimiz, amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ile gelenleri, Hatice’nin evine geldiler. Diğer taraftan Hatice’nin amcası Amr bin Esed, amcasının oğlu Varaka bin Nevfel ve diğer akrabası da Hz. Hatice’yi temsilen hazır bulunuyorlardı. Düğün için hazırlıklar tamamlandı, koyunlar kesildi, yemekler yapıldı.
Yemekler yenildikten sonra geleneğe göre Ebû Tâlib ayağa kalktı ve soyunu şerefini anlatan bir konuşma yaptıktan sonra, yeğeni Muhammed (a.s.m.) için Hatice’ye talip olduklarını bildirdi. Şöyle bir konuşma yaptı: “Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, sizin akrabanızdır.
Onunla Kureyş’ten hiçbir genç tartılmaz ve ölçülmez.
O şeref ve asaletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstündür.
Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki!
Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey!
Allah’a yemin ederim ki, bundan böyle onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir.
Şimdi o sizden kızınız Hatice’yi zevceliğe istemekte, mehir olarak da 20 erkek deve vermeyi kabul etmektedir.” Ebû Tâlib’in bu konuşmasından sonra Varaka bin Nevfel ayağa kalktı.
O da soyunu methettikten sonra Hatice’yi Peygamberimize uygun gördüğünü ilan ederek şöyle dedi: “Allah’a hamd olsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı.
Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi.
Biz de Arapların büyüğü ve reisiyiz, siz de...
Araplardan ve diğer insanlardan hiç kimse sizin faziletinizi ve iftihar ettiğiniz şeyleri reddetmez.
Biz de sizinle akrabalık kurmak ve şereflenmek istiyoruz.
Ey Kureyş topluluğu, şahit olunuz ki, ben Huveylid’in kızı Hatice’yi 20 deve mehirle Muhammed bin Abdullah ile nikâhladım.” Varaka bin Nevfel konuşmasını bitirince, Hatice’nin amcası Amr bin Esed de ayağa kalkarak bu evliliğe razı olduğunu söyledi. Böylece Hz. Hatice,Kâinatın Efendisi’ne hanım olma şerefine erişti. Peygamberimiz muhterem zevcesini alarak amcası Ebû Tâlib’in evine geldi.
Burada iki deve kestirerek düğün yemeği verdi.
Ebû Tâlib de bu mesut evliliğin hatırasına deve kesti, halka ziyafet verdi. Bu arada Cenâb-ı Hakk’a, verdiği bu nimet için teşekkür ediyor, “Allah’a hamd olsun ki, bizden bütün üzüntüleri giderdi.” diyordu.
Peygamberimiz (a.s.m.), amcasının evinde ancak birkaç gün kalabildi.
Sonra hanımı Hz. Hatice’nin evine yerleşti. Hz. Hatice, Peygamberimizle evlendiği sırada 40 yaşında bulunuyordu. Peygamberimiz ise o sırada 25 yaşında bir gençti. Peygamber Efendimiz böylece ilk evliliğini,
kendisinden 15 yaş büyük bulunan dul
bir kadınla yapıyordu. Hz. Hatice bütün servetini Peygamber Efendimizin “emin” ellerine teslim etti. Resûlullah (a.s.m.) ticarete devam etti. Muazzez hanımının güvenini boşa çıkarmadı.
Bol kazanç elde etti.
Fakat bu varlık onun sade hayatını değiştirmedi.
Önceki hâli ne ise o hâlini muhafaza etti.
Hiçbir zaman israfa ve gösterişe kaçmadı.
Zaten onun kalbini ve ruhunu bambaşka ulvi duygular kuşatmıştı.
Dünya sevgisine o kalpte yer yoktu. Hz. Hatice, Peygamberimizden yaşça büyük olmasına rağmen, ona karşı son derece hürmetkâr, nazik ve saygılı idi.
Bir dediğini iki etmiyordu.
Hanım olmanın gerektirdiği bütün vazifelerini yerine getiriyor, maddi manevi hiçbir fedakârlıktan sakınmıyordu. Artık gönlündeki boşluk dolmuş, Son Peygamber’e hanım olma şerefine erişmişti. Peygamber Efendimiz bu mesut evlilikleriyle “Bir aile nasıl kurulur?
İki eş nasıl geçinir?
Aile yuvası nasıl cennetten bir köşe olur?...” suallerine canlı misaller vererek beşeriyet âlemine rehberlik ediyordu. Hz. Hatice, misafirperverlikte ve cömertlikte eşsiz bir mevkie sahipti.
Bu itibarla, evden misafir hiç eksik olmuyordu. Peygamber Efendimizin, Hz. Hatice ile evliliğinin ilk meyvesi olarak Kâsım dünyaya geldi.
Peygamberimiz “Ebû’l-Kâsım” künyesini aldı. Daha sonra, Zeyneb, Rukiyye, Fâtıma, Ümmü Gülsüm; peygamberlikle vazifelendirildikten sonra da Abdullah (Tayyib) dünyaya geldi. Bunlardan Kâsım ve Abdullah, Mekke’de daha küçük yaştayken vefat ettiler. Peygamberimizin Hz. Fâtıma haricindeki diğer çocukları da kendisinden önce vefat etti.
Fâtıma da muhterem babasının dünya değiştirmesinden altı ay sonra vefat etti.
Miladi 610 yılının Ramazan ayıydı... Peygamberimizin mübarek ömrü 40’ı bulmuştu.
Her zamanki âdeti üzere yine Hira Mağarası’na gitmiş, sabaha kadar Rabb’ine ibadet etmişti.
Zaman seher vakti idi. Nihayet İlahî vazifenin tebliğ edileceği vakit gelmişti.
Rabb’inden emir alan Cebrâil (a.s.), en güzel bir insan suretinde ve etrafa güzel kokular saçarak, kâinatın yaradılış sebebi olan Peygamber Efendimizin ziyaretine geldi.
Onu korkutmak istemiyordu.
Gür, fakat tatlı bir sesle, “Oku!” dedi.
Konuşurken göklerden ve dağlardan onun sesi geliyordu.
Peygamberimiz çok korkmuştu. “Ben okuma bilmem.” diyebildi. Cebrâil onu kucakladı, sıktı. Yere bıraktıktan sonra tekrar, “Oku!” dedi. Peygamber Efendimiz yine aynı cevabı verdi.
Cebrâil, Resûlullah’ı (a.s.m.) tekrar tuttu ve sıktı. Bir kere daha “Oku!” dedi.
Peygamberimiz yine aynı cevabı verince, Hz. Cebrâil ona ilk âyetleri vahyetti: “Yaratan Rabb’inin ismiyle oku.
O Rabb’in ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku.
Rabb’in sonsuz kerem sahibidir.
O, insana kalemle yazı yazmayı öğretendir.
O, insana bilmediğini öğretendir.”
Hz. Cebrâil bunları söyledikten sonra birden kayboldu.
Bu arada Peygamberimizin (a.s.m.) heyecan ve korkusu son haddine varmıştı. Hemen mağaradan çıktı ve Mekke’ye doğru hareket etti. Başından geçenleri bir an önce hanımına
anlatmak istiyor, onun kendisini teselli edeceğini umuyordu. Peygamberimizin hızlı adımlarla Mekke’ye doğru ilerlerken geçtiği yerlerdeki dağ, taş ve ağaçlar “Esselâmu aleyke yâ Resûlallah!” diyerek ona selam veriyor, onun peygamberlik vazifesini tebrik ediyorlardı. Peygamber Efendimiz sağına soluna
baktığında ağaçtan ve taştan başka bir şey göremedi. Nihayet eve gelebildi.
Hz. Hatice, Peygamberimizi sevinçle karşıladı.
Onun şimdiye kadar hiç görmediği şekilde nurlanmış yüzünü görünce gözlerini bir müddet Peygamberimizin mübarek yüzünden ayıramadı.
Bu arada Peygamberimizden etrafa güzel bir koku da yayılıyordu. Hz. Hatice bir şeyler olduğunu tahmin etti.
Peygamber Efendimizin mübarek alnından
öptü ve tatlı bir şekilde: “Anam babam sana feda olsun!
Ben senin yüzünde şimdiye kadar görmediğim bir nur görüyor, şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir koku alıyorum.” dedi. Hz. Hatice bunun Varaka bin Nevfel’in
müjdelemiş olduğu peygamberlik
olabileceğini tahmin etmişti. Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Hatice’yi (r.anha) daha fazla merakta bırakmak istemiyordu. Fakat çok korkmuştu, heyecanlıydı.
Biraz kendisini toparlamak istiyordu.
“Beni örtünüz, beni örtünüz!” diyebildi.
Hz. Hatice hemen Peygamberimizi yatırdı,
üzerini örttü ve rahat etmesi için elinden
gelen gayreti gösterdi. Daha sonra da merak ve sabır içerisinde, Peygamberimizin, başından geçen hadiseleri kendisine anlatacağı zamanı bekledi.
Bir müddet sonra Resûlullah uyandı.
Korkusu ve heyecanı bir parça olsun geçmişti.
Başından geçenleri Hz. Hatice validemize anlattı. Daha sonra da, “Yâ Hatice! Ben bazı ışıklar görüyorum.
Birtakım sesler işitiyor ve endişe ediyorum!
Putlardan ve kâhinlerden nefret ediyorum! Böyle iken bana cinler musallat olacak diye korkmaktayım!” dedi. Peygamberimize ilk zevce olabilecek kadar basiret ve yüksek anlayışa sahip olan Hz. Hatice validemiz onu şöyle teselli etti: “Ey amcam oğlu!
Böyle konuşma!
Korku ve endişe duymana sebep yok.
Üzülme, Allah’a yemin ederim ki, O senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandırmaz.
Çünkü sen sözün doğrusunu söylersin.
Emanete riayet edersin.
Akrabana yakın alaka gösterirsin.
Komşularına nazik ve müşfik davranırsın. Fakirlere yardım elini uzatırsın.
Evinin kapısını gariplere açar, onları misafir edersin.
Uğradıkları felaket ve musibetlerde halka yardım edersin.
Ey amcamın oğlu, sebat et.
Vallahi senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ederim...” En yakın sırdaşı, teselli kaynağı ve hayat arkadaşının bu inandırıcı ifadeleri Peygamberimizi sükûnete kavuşturdu. Hz. Hatice bununla da kalmadı, “Senin peygamber olduğuna ben inanıyorum.” diyerek İki Cihanın Güneşi’ne manen destek oldu. Böyle bir zamanda hanımının tereddütsüz
iman edişi Resûlullah’ı çok sevindirdi,
şevkini artırdı. Peygamber Efendimiz bundan sonra Hz. Hatice’ye, Hz. Cebrâil’den öğrendiği şekilde abdest aldırdı, birlikte namaz kıldılar. Böylece Hz. Hatice validemiz, Peygamberimize ilk zevce olma şerefine sahip olduğu gibi, ona ilk iman etme ve birlikte ilk namaz kılma bahtiyarlığına da nail oldu.
Başından beri Peygamberimize karşı gösterdiği sayısız fedakârlık, Hz. Hatice’nin faziletine bir yenisini daha ekledi.
Allah, vahiy meleği Cebrâil ile bir gün Hz. Hatice’ye selam gönderdi ve ona cennette bir saray hazırladığını bildirdi.
Cebrâil şöyle diyordu: “Hatice’ye Rabb’inden ve benden selam söyle.
Ve onu cennette inciden yapılmış bir saray ile müjdele.
Orada ne gürültü patırtı vardır, ne de çalışıp çabalamak...
Zahmetli ve külfetli şeyler bulunmayacaktır.” Hz. Hatice, Peygamberimiz Mekke’den
Medine’ye hicret etmeden üç yıl önce
65 yaşındayken vefat etti. Ondan kısa bir müddet önce de Peygamberimizin amcası Ebû Tâlib vefat etmişti.
Gerek Ebû Tâlib gibi müşriklerin bütün düşmanlıklarına hedef olan ve Peygamberimizi bağrına basarak onu korumaktan geri durmayan fedakâr amcasını, gerekse Hz. Hatice gibi cefakâr ve fedakâr hayat arkadaşını peş peşe kaybetmek Peygamberimiz için üzücü olmuştu.
Bu sebeple o yıla “Hüzün Yılı” denildi. Peygamberimiz, Hz. Hatice’ye olan sevgisini onun vefatından sonra da devam ettirdi.
Hz. Hatice’nin yakınlarından birisi yanına gelse hâlini hatırını sorar, ona ikramda bulunurdu.
Hz. Hatice’nin keremkârlığını, en sıkışık ânında kendisine yaptığı büyük yardımları her zaman zikrederdi.
Öyle ki, Hz. Hatice hayatta olmadığı hâlde, Hz. Âişe validemizin, Peygamberimizin ondan bahsetmesinden dolayı kıskançlık duyduğu da olurdu.
Bir defasında Resûlullah (a.s.m.) yine Hz. Hatice’nin iyiliklerinden bahsediyordu.
Hz. Âişe de orada idi.
Kendisini tutamadı ve “Hep Hatice’den bahsedersiniz.
Hâlbuki Allah size ondan daha genç ve güzel hanımlar vermiştir.” dedi.
Peygamberimiz, Hz. Âişe’nin bu sözleri üzerine şöyle buyurdu: “Hayır, Allah ondan daha hayırlısını bana vermedi.
Çünkü o herkesin küfür içerisinde olduğu bir zamanda bana iman etti.
Herkesin beni yalanladığı bir zamanda beni tasdik etti.
Herkesin her şeyi benden esirgediği bir zamanda, o beni malına ortak etti.
Ve Allah bana ondan çocuklar ihsan etti.”
Bunun üzerine Hz. Âişe validemizdeki Hz. Hatice’ye (r.anha) karşı olan kıskançlık duygusu tamamen ortadan kalktı.
Bu sözünden dolayı mahcup oldu ve “Ey Allah’ın Resûl’ü, seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra Hatice’nin menkıbelerini bize anlatmanı istiyorum.” diyerek Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gönlünü aldı. Peygamber Efendimiz şu hadis-i şerifiyle, kadınlar arasında Hz. Hatice’nin mevkiini ifade etmektedir: “Cennet kadınlarının en hayırlısı Hatice, Fâtıma, Meryem ve Asiye’dir.”
Allah onlardan razı olsun!
Sevde binti Zem’a bin Kays bin Abdişems bin Abdivüdd bin Nasr bin Mâlik bin Hasel bin Âmir, el-Kureyşi, el-Âmiridir. Annesinin ismi ise, Şemmûs bint-i Kays Hazreti Sevde’nin vefâtı Hazreti Ömer’in halifeliğinin son yıllarına rastlamaktadır. Hazreti Sevde, amcasının oğlu Sekran
İbn-i Âmir ile ilk evliliğini yapmıştı. İslâmiyetin geldiği ilk yıllarda; kocası Sekran İbn-i Amr ile îmân ederek müslüman oldular. Bu sırada Mekkeli müşriklerin müslümanlara yaptıkları eza ve cefâlar dayanılmaz, akıllara durgunluk verecek halde idi. Bunun üzerine
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) müslümanların Habeşistan’a hicretine izin vermişlerdi. Hazreti Sevde; kocası Sekran ile birlikte ikinci Habeşistan hicretine katılarak oraya gitmişlerdi. Daha sonra Habeşistan’dan
Mekke’ye döndüler. Hazreti Sekran Mekke’ye dönüşünden kısa bir müddet sonra vefât etti. Hazreti Sevde, kocası Hazreti Sekran’ın vefâtında 50 yaşlarında idi. O’nun imânındaki sadakati, bütün zorluklara rağmen İslâm Dîni’nden dönmemesi, bu yolda başını ortaya koyması, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) üzerinde çok derin bir tesir bırakmıştı. Fakat Hazreti Sevde kocasının vefâtı ile çok üzüldü, sanki kolu kanadı kırılmış gibiydi. Hiçbir sahabenin üzülmesine ve kalbinin kırılmasına dayanamayan
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) yaşlı ve dul olan Hazreti Sevde’ye evlilik teklif etti. O ise bunu sevinerek kabûl etti. Peygamber efendimiz evlenmelerinin hepsini; Hazreti Âişe’yi Allahü teâlânın emri ile nikahlandıktan sonra yaptı. Bunlar dinî, siyâsî veya merhamet ve ihsân ederek yapılan evlenmelerdir. Nitekim Sevde ( radıyallahü anha ) ile olan evlenme de böyledir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrâil(a.s)’ın Allahü teâlâ’dan getirdiği izinle olmuştur.” Sevde ( radıyallahü anha ) îmân edip müslüman olduğu zaman, babası Zem’a ile kardeşi Abdullah henüz İslâm Dîni’ni kabûl etmemişlerdi. O’nun İslâmiyetten aldığı güzel ahlâkı, edebi ve terbiyesi; çevresi üzerinde çok büyük tesir yapmıştı. Onlara devamlı hareket ve sözleriyle İslâmiyetin üstünlük ve büyüklüğünü anlatırdı.
Hazreti Sevde’nin, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) ile evlenmesini duyan kardeşi Abdullah bin Zem’a çok üzüldü.
Daha sonra pişman oldu Annemizin (ra) yakınlarının hepsi Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) Medine’ye hicretinden önce îmân ederek müslüman olmuşlardı. Hazreti Sevde, Peygamberimize ( aleyhisselâm ) karşı çok itaatkâr idi.
O’na karşı edeb ve terbiyesinde hiç kusur etmez, emirlerini titizlikle yerine getirirdi. Her yerde O’nunla beraber olmayı ve O’na hizmetle şereflenmeyi canla başla isterdi. Çok şakacı ve latifeyi severdi. Birçok kerre Peygamberimizi ( aleyhisselâm ) şakalarıyla sevindirmiş ve duâsını almıştır.
Hazreti Sevde de,
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) ile birlikte diğer hanımları gibi sırası geldiğinde savaşlara iştirâk ederdi.
Uhud Savaşına katılarak, oradaki birçok müslümanın yarasını sarmış, onlara su taşıyarak çok büyük hizmetler etmişti.
Peygamberimizle ( aleyhisselâm ) son veda haccında bulunmuş, O’nun vefâtından sonra bir daha hac ve umreye gitmemiştir.
Sevde ( radıyallahü anha ), alçak gönüllülüğü, eli açıklığı, bol sadaka dağıtmasıyla tanınırdı. Kendisine gelen bütün hediyeleri fakîrlere verir, onların sevinmesinden çok zevk duyardı. Bir gün Peygamber efendimizin hanımları huzûra toplanarak Ona sordular. “Yâ Resûlallah, bizim içimizden hangimiz size en önce kavuşacak dersiniz?” Bunun üzerine Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) de; “Vefâtımdan sonra bana ilk kavuşacak olan kolu uzun olanınızdır” buyurduğunu Sevde ( radıyallahü anha ) rivâyet etmiştir.
Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra hanımlarının içinde en çok sadaka dağıtan ve cömert olan Hazreti Zeyneb binti Cahş vefât etti.
Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) diğer hanımları ise yukarıdaki hadîs-i şerîfin mânâsını ancak o zaman anlayabilmişlerdi.
Peygamberimizden ( aleyhisselâm ) bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler dört-beş taneyi geçmemektedir.
Sevde’nin ( radıyallahü anha ) Hazreti Ömer’in halifeliğinin son zamanlarında vefât etmesi de, az hadîs rivâyetinde bulunduğunu doğrulamaktadır.
Ümmü’l-Esved Sevde bint Zem‘a b. Kays el-Kureşiyye (ö. 23/644) Mekke’de doğdu. Sevde kocası vefat edince beş çocuğu ile yalnız kaldı.
Peygamberliğin 10. (620) yılında Hz. Hatice’nin vefatının ardından sahâbeden Osman b. Maz‘ûn’un hanımı Havle bint Hakîm’in tavsiyesiyle Resûl-i Ekrem Sevde’ye evlenme teklif etti.
Sevde çocuklarının kendisini rahatsız edebileceği endişesini dile getirdiyse de Hz. Peygamber bunda bir sakınca bulunmadığını söyledi
Resûl-i Ekrem, Medine’ye hicret edip orada Hz. Âişe ile evleninceye kadar Sevde onun üç yıl boyunca tek eşi oldu.
Hz. Hatice vefat ettiğinde yaşları küçük olan Ümmü Külsûm ile
Fâtıma’ya annelik etti.
Resûlullah da kendisiyle evlendiğinde yaşı ellinin üzerinde olan Sevde’yi müşrik yakınlarından gelebilecek sıkıntılara karşı korudu.
Hicâb âyetinin nüzûlüne vesile oldu
Resûl-i Ekrem’in diğer hanımlarıyla ve bilhassa Hz. Âişe ile iyi geçinirdi. Âişe de onu sever, kendisine benzemeyi arzuladığını söylerdi
Tahrîm sûresinin ilk âyetlerinin nâzil olmasına sebep olan bal şerbeti olayında Sevde, Hz. Âişe’nin dediğini yaptı, fakat daha sonra pişman oldu
Hayatının ilerleyen dönemlerinde Hz. Peygamber’in kendi yanında geceleme sırasını Âişe’ye bırakmış, onun bu davranışı benzeri durumlar için delil olarak kullanılmıştır
Bir rivayete göre Sevde, yaşlandığı için kendisini boşamasından endişe duyarak Resûl-i Ekrem’e başvurmuş, âhirette peygamber hanımı olarak haşrolmak istediğini ve geceleme hakkını Hz. Âişe’ye devrettiğini belirtmiş, bunun üzerine Nisâ sûresinin 128. âyeti nâzil olmuştur.
Sevde (ra) 23 (644) yılında Medine’de vefat etti, cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı ve Cennetü’l-bakī‘a defnedildi.
Peygamber Efendimizin mübarek hanımı, “müminlerin annesi,” Resûlullah’ın (a.s.m.) en sadık sahabisi olan Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) kızı Hz. Âişe’nin fazilet ve meziyetleri saymakla bitmez.
İlim, ahlak, takva bakımından da eşsiz olan Hz. Âişe, fıkıh, hadis ve Kur’ân tefsiri gibi hususlarda temayüz etmiş, müstesna bir insandır.
Hz. Âişe, nübüvvet güneşinin Mekke ufuklarını aydınlatmasından dört yıl sonra dünyaya gözlerini açmıştı. İman-küfür mücadelesinin üzerinden henüz 10 yıl geçmişti. Hz. Âişe altı yaşlarında bir kızcağızdı.
Sevimli, zeki ve güzeldi.
Hz. Ebû Bekir gibi büyük bir sahabinin terbiyesinde yetişiyordu.
Gerek böyle bir babanın terbiyesi, gerekse yaradılıştan Allah’ın kendisine verdiği zekâ ve kabiliyetler, onun büyük bir vazifeye namzet olduğunu gösteriyordu. 10. yıl, Peygamberimiz için “Hüzün Yılı” olmuştu.
Zira aynı yıl içinde pek sevdiği, en zor günlerde yardım ve himayelerini gördüğü iki büyük insanı kaybetmişti.
Bunlardan biri amcası Ebû Tâlib, diğeri de hanımı Hz. Hatice idi. Hz. Hatice’nin vefat ettiği bu Hüzün Yılı’nda Cebrâil, Resûl-i Ekrem’e gelerek onu teselli etti, Hz. Âişe’nin suretini ona göstererek, “Ey Allah’ın Resûl’ü, Hatice’ye mukabil bu kız senin hüzün ve yalnızlığını bir nebze giderip, sana hanım olacaktır.” dedi. Resûlullah (a.s.m.), Hz. Ebû Bekir’in evine sık sık gider, İslam’ın yayılması hususunda kendisiyle istişarelerde bulunurdu. Bu sırada bir gün yine bu mesut eve gittiğinde Ümmü Rûmân’a, “Aişe’yi koruyup ona iyi muamele etmenizi tavsiye ederim.” demişti. Osman bin Maz’un’un hanımı Havle, Peygamberimize gelerek Âişe ile nikâhlanması teklifinde bulundu. Peygamberimiz o sırada yalnız bulunuyordu.
Havle’nin teklifini müspet karşıladı.
Onu kendisine vekil tayin etti.
Havle (r.anha), sevinçle Hz. Ebû Bekir’in evinin yolunu tuttu. Kapıyı ona Ümmü Rûmân açtı.
Hz. Havle hemen müjdeyi verdi.
Ümmü Rûmân, sevinmekle beraber bir şey diyemedi, çünkü Hz. Ebû Bekir evde yoktu. Biraz sonra Ebû Bekir (r.a.) geldi.
Bu teklif karşısında sevinç ve heyecan duydu. Bundan sonra Peygamberimizin
Hz. Âişe ile nişanı yapıldı. Fakat o zaman Hz. Âişe altı yaşındaydı. Bunun için üç sene nişanlı kaldılar. Hz. Âişe’yi nikâhlayarak yanına aldı.
Hz. Âişe o sıralar dokuz yaşında bulunuyordu. Burada hatıra gelebilecek bir sual üzerinde kısaca durmak istiyoruz:
Bundan 1400 sene evvel Arap âdetlerine göre, bir kız 9-10 yaşındayken evlenebiliyordu. Bu, gayet normaldi. Hattâ bir kızın 10 veya 12 yaşını geçmesi onun evde kalmasına sebep olabiliyordu Diğer taraftan, sıcak memleketlerde kız çocuklarının daha çabuk geliştiklerini de unutmamak gerekir. İşte, Peygamber Efendimiz, yaşadığı zaman ve iklimin örf ve âdetlerine uyarak, normal ve hoş görülecek bir yaşta Hz. Âişe ile evlenmiştir. Gerek Peygamberimize dünürlük yapan Hz. Havle’nin, o sırada henüz altı yaşında bulunan Hz. Âişe’yi Peygamberimize teklif etmesi, gerekse dokuz yaşına girdiğinde babasının, Peygamberimizden, artık Hz. Âişe’yi yanına almasını istemesi, bunun normal olduğunu gösteren başka cihetlerdir. Peygamberimiz bu evliliğiyle, erkeklerden ilk Müslüman ve sadık bir sahabisi olan Hz. Ebû Bekir’le daha da yakınlaştı.
Ama Peygamberimizin bu evliliğindeki en büyük hikmet, Hz. Âişe’nin, nikâhında bulunduğu dokuz yıllık kısa bir müddet içinde kazandığı İslami ilim ve faziletle İslam’a yaptığı hizmette aranmalıdır.
Dinî hükümlerin zahirî olanlarını Ashâbının görüp bilmesi her zaman mümkündü.
Ama İslam’ın aile mahremiyetine ait hükümleri böyle değildi.
Bunların ümmete duyurulması için böylesine zeki ve ferasetli bir hanıma ihtiyaç vardı.
Bu mühim vazifeye namzet olacak birinin de, daha küçük yaştan itibaren Resûlullah’ın terbiyesinde bulunması gerekiyordu.
Zira bir insanın belli bir gaye için yetiştirilmesi, onun kabiliyetlerini tâ küçük yaştan itibaren o gayeye doğru yönlendirmekle mümkündür.
Nitekim kadınlardan Hz. Âişe bu vazifeyi yerine getirirken, erkeklerden de Enes bin Mâlik aynı şekilde Resûlullah’ın terbiyesinde küçük yaştan beri bulunmuş, görüp duydukları birçok hadisi ümmete duyurmuştur.
Gençliğinin en verimli çağını Resûlullah’ın yanında geçiren Hz. Âişe, kısa zamanda ondan pek çok şey öğrendi.
Hz. Âişe’nin, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Resûlullah onu pek çok sever ve bunu da zaman zaman ifade ederdi.
Bir defasında Resûlullah’a sordular: “İnsanlardan sana en sevimli kimdir?” Peygamberimiz (a.s.m.), “Âişe’dir.” buyurdu.
“Erkeklerden, yâ Resûlallah?” dediklerinde ise, “Babası.” buyurdu.
Hz. Âişe, Peygamberimizin diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu, bir şükür vesilesi olarak bizzat kendisi de ifade ederdi: “Benim gibi genç yaşta Resûlullah ile nikâhlanan olmadı.
Anne-babası benden başka muhacir olan olmadı.
Benim beraatimi Allah semadan indirdi.
Cebrâil (a.s.), Harîre’de inip benim suretimi ona arz etmiş ve ‘Onunla evlen, çünkü o senin hanımındır.’ demiştir.
Resûlullah ile aynı kapta birlikte yıkanırdık, başkalarıyla böyle olmazdı.
Namazda yanında dururdum, başkaları duramazdı.
Yanında olduğum hâlde Cebrâil huzuruna girerdi, hâlbuki diğer hanımlarının yanında gelmezdi.
Allah onun ruhunu, başı göğsüme yaslı olduğu sırada aldı.
Benim evimde vefat etti, yine benim evime defnedildi…”
Hz. Âişe’nin de ifade ettiği gibi, Cebrâil’i (a.s.) görme şerefi ona nasip olmuştu.
Bunu da Hz. Âişe şöyle anlatır: Bir gün Cebrâil’i (a.s.) odamdan gördüm. At üzerindeydi. Resûlullah ona nida ediyordu. Resûlullah evin içine girdiğinde ‘Yâ Resûlallah, o çağırdığın kimdi?’ diye sordum. “Sen onu gördün mü?” buyurdu. “Evet.” dedim. “Onu kime benzettin?” diye sordu. “Dıhyetü’l-Kelbî’ye.” dedim. “Sen muhakkak büyük bir hayır görmüşsün.
İşte o, Cibril’dir.” buyurdu.
Biraz sonra da, “Ey Âişe, Cibril sana selam ediyor!” dedi.
Ben de selamına mukabele ettim… Hz. Âişe, hassas bir mizaca sahipti. İnsanlık icabı zaman zaman sinirlenir ve kızardı. Kızdığında bunu Resûlullah’a olan hitap tarzıyla ortaya koyardı.
Bir defasında Resûl-i Ekrem (a.s.m.), “Ey Âişe, senin kızdığın ve memnun olduğun zamanları ben bilirim.” buyurdu.
Hz. Âişe, “Nasıl biliyorsun, yâ Resûlallah?” diye sordu. Peygamberimiz, “Memnun olduğun zaman ‘Muhammed’in Rabb’ine’ diye yemin ediyorsun.
Kızdığın zaman ise İbrahim’in Rabb’i hakkı için.’ diyorsun!”
Hz. Âişe validemiz, Peygamberimizi sevindiren ve ona olan saygısını ifade eden şu mukabelede bulundu: “Evet, yâ Resûlallah, vallahi öyledir. Fakat ben sinirli olduğum zamanlarda sadece sizin isminizi dilimden bırakırım, sevginiz ise daima gönlümde yaşar.”
Resûlullah ona iyi davranır, bir dediğini iki etmezdi. Hattâ onunla yarış ederdi. Bir defasında yarışı Hz. Âişe kazanmıştı. İkinci yarışta biraz şişmanladığı için Hz. Âişe yarışı kaybetmişti.
Resûlullah, “Bu, öncekine bedeldir [ödeştik].” diye latifede bulundu.
Resûlullah, Tebük ve Hayber Seferi’nden dönüyordu. Evin ön kısmında bir örtü vardı. Esen rüzgâr örtüyü kaldırmış, arkasında Hz. Âişe’nin çocukluğundan kalan oyuncakları meydana çıkmıştı.
Bu sebeple aralarında şöyle bir konuşma geçti: “Ey Âişe, bunlar da ne?” “Kızlarım.” Fakat aralarında iki kanatlı bir de at bulunuyordu. Resûlullah onu kastederek: “Peki aralarındaki şu nedir?” “Bir at.” “Ya üzerindeki?” “Kanatları.” “Kanatlı at olur mu?” “Duymadın mı, Hz. Süleyman’ın kanatlı atı vardı!”
Resûlullah bu cevap üzerine, mübarek dişleri görününceye kadar tebessüm etti.
Bu aynı zamanda Hz. Âişe’nin zekâsına ve kültürüne işaret eden bir cevaptı.
Hz. Âişe ilim ve zekâsı ile temayüz etmiş, Resûlullah’ın (a.s.m.) vefatından sonra Sahabe’nin mercii olmuştu.
Hz. Âişe hadis, fıkıh ve diğer dinî hususlarda ümmetin kendisine yaptığı müracaatlara cevaplar verirdi.
Ebû Mûsâ el-Eş’arî onun hadisteki derecesini ifade ederken, “Biz Peygamber’in Ashâbı, bir hadis üzerinde müşkilata uğradığımızda Hz. Âişe’ye sorar ve Hz. Âişe’yi muhakkak o hadisin üzerinde bilgi sahibi olarak bulurduk.” demiştir.
Bazı dinî hususlarda tek başına hüküm çıkararak fakih sahabiler sırasına da geçmiştir.
Hz. Âişe’nin esas hizmeti şüphesiz, dinin aile mahremiyetine ait ve ümmetin öğrenmesi çok zor olan meselelerde olmuştur.
Mahrem meselelerin Resûlullah’ın yanında bahsedilmesinden, önceleri o da utanırdı. Fakat zamanla, dinin hükümlerini bildirmekte utanma olmayacağını idrak etmişti. Bir gün Ümmü Süleym, Peygamberimize gelmiş ve şöyle bir sual sormuştu: “Yâ Resûlallah, kadın rüyasında erkeğin gördüğünü görse gusül icap eder mi?” Âişe de oradaydı. Ümmü Süleym’e, “Kadınları rezil ettin, ey Ümmü Süleym!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah, “Hayır, kadınları rezil eden sensin!” diye Âişe’ye karşılık verdi. Sonra Ümmü Süleym’e, “Evet, ey Ümmü Süleym, gusletmesi gerekir.” buyurdu. Ümmü Süleym bu hadiseyi anlatırkan, bundan dolayı utandığını ifade eder…
Hz. Âişe’den hadis rivayet eden Tâbiîn âlimlerinden Mesrûk, bir gün Hz. Âişe’ye gelir ve selam verir. Sonra da “Size bir şey sormak istiyorum, fakat utanıyorum!” der. Bunun üzerine Hz. Âişe’nin, “Ben senin annenim, sen de benim oğlumsun.” demesi üzerine Mesrûk, “Kadın, hayızlı iken kocasına neresi helal olur?” diye sorunca, Hz. Âişe, “Cinsî münasebet hariç her çeşit oynaşma.” cevabını vermiştir.
Resûlullah’ın dizi dibinde yetişen Hz. Âişe, takvada da çok ileri gitmişti.
Namaz kılarken cübbe, geniş elbise ve göğüsleri üzerine sarkan bir başörtüsü giyerdi.
Onun takva derecesini gösteren şu hadise de ibretlidir: “Evlerinizde vakarınızla oturun. İlk [Cahiliye Devri kadınlarının] açılıp saçılarak ziynetlerini göstererek yürüdükleri gibi yürümeyin.”mealindeki âyeti okuduğunda Cahiliye kadınlarının içinde bulunduğu fecaati hatırlayıp örtüsü ıslanacak kadar ağlardı.
Tesettüre son derece dikkat eden Hz. Âişe, yanına gelenleri bu hususta ikaz ederdi.
Bir gün kardeşi Abdurrahman’ın kızı Hafsa yanına gelmişti. Üzerinde içini gösteren şeffaf bir elbise vardı. Hz. Âişe bunu görünce, o elbiseyi giymemesi için ikazda bulunmuş ve “Bilmiyor musun, Allah Teâla, Nûr Sûresi’nde ne buyuruyor?!” demiştir.
Bir defa hac mevsiminde kadınlar Hz. Âişe’ye gelerek onunla birlikte Hacerü’l-Esved’i ziyaret etmek istediklerini söylediler. Hz. Âişe onlara, “Siz gidebilirsiniz, ben erkeklerle birlikte ziyaret edemem.” dedi. Tavaf vazifesini de kalabalık döndükten sonra yerine getirdi.
Tâbiîn’den Hz. İshak’ın gözleri görmezdi. Hz. Âişe onu kabul ettiği zaman başını örterdi. Bir gün İshak, Hz. Âişe’ye “Ben âmâ olduğum hâlde benim yanımda örtünüyormuşsun. Hâlbuki benim sizi görmeme imkân yok!” demişti. Hz. Âişe, “Evet, sen beni görmüyorsun, fakat ben seni görüyorum!” diye cevap vermiştir.
Hz. Âişe kimseyi incitmez ve fenalık etmezdi. Binlerce hadis rivayet ettiği hâlde, onun birisi hakkında fena bir söz söylediği vaki değildir.
Müminlerin annesi, vaktinin büyük bir kısmını ibadetle geçirirdi. Resûl-i Ekrem’le birlikte geceleri teheccüt namazına devam ederdi. Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra da bu namazları bırakmadığı rivayet edilir. Bir gece teheccüt namazı kılarken yeğeni Kâsım gelmiş, namazdan sonra “ne namazı kıldığı”nı sorduğunda Resûl-i Ekrem’in kıldığı teheccüt namazını kıldığını söylemişti.
Resûlullah (a.s.m.) bir gün eve dönmüş, Hz. Âişe’nin başının şiddetle ağrıdığını görmüş idi. Hz. Âişe ağrının şiddetinden “Vah başım, vay başım!” diyordu. Bunun üzerine Resûlullah kendisine, “Ne ehemmiyeti var Âişe? Eğer benden önce vefat edersen seni kendi elimle teçhiz eder, tekfin eder, namazını kılarım.” diye latife etti. Hz. Âişe “Yoksa ölmemi mi istiyorsun?!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (a.s.m.), “Ey Âişe! Senin başının ağrısı geçicidir. Asıl baş ağrısı benimkidir ki, ondan kurtuluşum yoktur!” diyerek kendisinin vefat edeceğini haber verdi.Sonra da Hz. Âişe’nin evinde kalmak için diğer hanımlarından izin istedi. Başını onun göğsüne dayadığı hâlde ruhunu Rahmân’a teslim etti. Ve onun odasına defnedildi.
Resûlullah’ın vefatından sonra herkes Hz. Âişe’ye hürmet duyuyor, bilmedikleri hususlarda ona müracaatta bulunuyorlardı. Onunla iftihar eden Hz. Ebû Bekir ölüm, döşeğindeyken ona karşı hislerini şöyle dile getiriyordu: “Ey kızım, benden sonra senden daha sevimli bir servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum.”
Hz. Âişe aynı zamanda hadis ve fıkıhta talebeler de yetiştirmiştir. Bazı hanımlar ondan aldıkları ilimle temayüz etmişlerdir. Bunlar arasında Âişe bint-i Talha ile Amre bint-i Abdurrahman, Hafsa bint-i Şîrîn, en meşhur olanlarıdır. Hattâ Âişe bint-i Talha, çeşitli beldelerden Hz. Âişe’ye gelen çeşitli hediye ve mektuplara cevap verir, bir nevi Hz. Âişe’nin kâtipliğini yapardı. Ömer bin Abdülaziz bu kadın için, “Hz. Âişe’nin hadislerini ondan daha iyi bilen yoktur.” demiştir. Hz. Âişe’den hadis rivayet eden Tâbiîn büyükleri de vardı.
Bunlar arasında Sâid bin el-Müseyyeb, Alkame bin Kays, Mesruk bin el-Ecda en meşhurlarıdır.
Mesruk, bir gün Hz. Âişe’nin huzuruna çıkmıştı. Ona “Rasulullah’ın ahlakını bana anlatır mısın?” dedi. Hz. Âişe, “Sen Kur’ân okuyan bir Arap değil misin?” dedi. O “Evet.” deyince, “İşte, onun ahlakı Kur’ân’ın tâ kendisidir.” diye cevap verdi.
Hanım talebelerinden Amre de bir gün kendisine “Resûlullah evde bulunduğu zaman nasıl idi?” diye sordu. Hz. Âişe buna şöyle cevap verdi: “O da sizin erkeklerinizden biri gibiydi; lakin insanların en yumuşağı ve en iyisi, çok gülümseyen ve tebessüm eden birisiydi.”
Hz. Âişe çok ıstıraplı ve sıkıntılı günler yaşamasına rağmen hiçbir zaman geçim darlığından şikâyetçi olmamıştır. Hz. Peygamber’in saadethanesinde maddi refah görmemekle beraber, o hep başkalarının refahını ister, kanaatkâr bir hayatı her şeye tercih ederdi. Resûlullah’ın vefatından sonra İslam fetihleri gelişmiş, halk ganimetler sayesinde refaha ermişti. Ancak Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem zamanındaki hayatından kılpayı bile ayrılmamış, kanaatkârlığına devam etmişti. Bir gün Ümran bin Zeyd huzuruna girmiş ve “Selâmün aleyküm, ey anne!” demişti. “Aleykümü’s-selâm!” dedikten sonra da Hz. Âişe ağlamaya başlamıştı. Ümran “Ey anne, seni ağlatan ne?” diye sorunca, Hz. Âişe şöyle cevap vermişti: “Duydum ki, sizlerden bazıları her çeşit yemekten istediği kadar yiyebiliyor ve bu kendilerine hoş geliyormuş. Nebinizi hatırladım, onun için ağlıyorum! Çünkü o, bu fâni âlemden ayrılıncaya kadar midesini bir günde iki yemekle doyuramamıştı. Kâh hurmadan yer, ekmekten yiyemezdi; ekmeği bulduğunda da hurmadan yiyemezdi. İşte beni ağlatan budur…”
Hz. Âişe günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Bir defasında kızgın bir arefe gününde oruçlu idi. Şiddetli sıcak sebebiyle baygınlık geçirmişti. Bu hâlini gören kardeşi Abdurrahman, ona orucunu bozmasını söylemişti. Hz. Âişe kardeşine şöyle cevap vermişti: “Resûl-i Ekrem’den duydum: Arefe günü oruç tutanın bir senelik günahları bağışlanır.”
Hz. Âişe, 2 bin 210 hadis rivayet ederek “en çok hadis rivayet eden yedi sahabiden dördüncüsü” oldu.
Bu hadislerden birkaçının meali şöyledir: “Kadınların en hayırlısıyla evlenmeye bakın. Denginiz olan kadınlarla evlenin ve emsalinizin kızlarını isteyin.”“Resûlullah hiçbir hizmetçisini ve hiçbir hanımını dövmemiştir.”
Hz. Âişe her hâliyle Müslüman hanımlarının ideal manada örnek alacağı bir hayat geçirmiştir. O da her fâni gibi bu âleme veda etmiş, Resûlullah’a kavuşmuştur. Muâviye devrinin son zamanlarıydı… Birçok karışık hadiseyi görüp geçiren ve ismi etrafında dalgalanmalar meydana gelen Hz. Âişe, artık hastalanmıştı.
Hicret’in 58. senesi Ramazan ayının 17. gecesi 66 yaşındayken vitir namazından sonra ruhunu Rahmân’a teslim etti. Hastalığı sırasında kendisini ziyaret eden İbni Abbas, “Âişe ezelden beri müminlerin annesi idi, Hz. Peygamber’in en sevgili zevcesidir.
Teyemmüm hükmü onun sebebiyle nazil olmuştur.
Kur’ân’ın, onun şanına inen âyetleri mescitlerde okunuyor.” sözleriyle onu methedince, Hz. Âişe sözünü kesti ve “İbni Abbas, beni bu gibi medihlerden uzak tut!” dedi.
Vefatı ümmet arasında derin bir üzüntü meydana getirdi.
Cenazesine çok büyük bir kalabalık katıldı. Namazını o sırada Medine vali yardımcısı olan Ebû Hüreyre kıldırdı. Baki Kabristanı’na defnedildi.
Allah ona rahmet eylesin!
ÂİŞE عائشة Ümmü’l-mü’minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678) Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımı. Babası Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine Âişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti’s-Sıddîk denilmiştir. Annesi, Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir b. Uveymir’dir. Bi‘setin 4. yılında (614) Mekke’de doğdu. Hudeybiye Musâlahası’na da katılmış, Hayber’in fethinden sonra Hz. Peygamber diğer hanımlarıyla birlikte ona da bir miktar hisse ayırmıştır. Hz. Ömer Hayber yahudilerini Filistin taraflarına sürdüğü zaman, Hz. Peygamber’in hanımlarını Hayber’deki hisselerini mahsul veya toprak olarak almakta serbest bırakmış, Hz. Âişe toprak almayı tercih etmiştir. Mekke fethi için hazırlıklara başladığında seferin ne tarafa olacağını herkesten gizleyen Hz. Peygamber bunu sadece Âişe’ye bildirmiş, Hz. Ebû Bekir bu hazırlığın Mekke için olduğunu kızından öğrenmişti. Hicretin 10. yılında yapılan Vedâ haccına diğer ümmehâtü’l-mü’minîn ile birlikte katılmıştır. Hz. Âişe’nin iştirak ettiği en mühim seferlerden biri, hicretin 5. yılı (bazı kaynaklara göre 6. yıl) Şâban ayındaki (Ocak 627) Benî Mustalik Gazvesi’dir.
Hz. Peygamber hicretin 11. yılı Safer ayının (Mayıs 632) son haftasında rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak Hz. Âişe’nin odasına geçti ve mübârek başı onun kucağında olduğu halde vefat etti ve onun odasına defnedildi.
On sekiz yaşında dul kalan Hz. Âişe, Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’an hükmüne uyarak bir daha evlenmedi.
Hz. Peygamber’den sonra kırk yedi yıl daha yaşadı ve altmış beş (veya atmış altı) yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine’de vefat etti. 56, 57 veya 59 yıllarında 19 veya 13 Ramazan’da vefat ettiği de rivayet edilmiştir.
Bakī‘a defnedilmiştir.
Resûlullah’ın mübârek hanımlarından. Ömer bin Hattab’ın ( radıyallahü anh )
kızı olup, annesinin ismi Zeyneb binti Mad’un’dur. Kâ’be’nin Kureyş tarafından yapıldığında, Biset’ten beş sene önce doğdu. Hazreti Ömer, İslâmiyeti kabûl edince, Mekke’de müslüman oldu. Huneys bin Huzafe ile evlendi. Huneys ile ilk muhacirlerden olup, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etti. Huneys, Bedir ve Uhud gazvelerine katılıp, Uhud’da yaralanıp, Medine’de şehit oldu. Genç yaşta dul kaldı. Hazreti Hafsa, genç yaşında dul kalınca; babası Hazreti Ömer hicretin üçüncü yılında, Hazreti Ebû Bekir’e ve Hazreti Osman’a kızımı alır mısın dedikde, düşüneyim, demişlerdi. Bir gün, Resûlullah ( aleyhisselâm ), her üçü ve başkaları yanında iken, “Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?” diye sordu.
Ömer de, Yâ Resûlallah
( aleyhisselâm ) kızımı Ebû Bekir’e ve Osman’a ( radıyallahü anh ) teklif ettim, almadılar diye cevap verdi. Resûlullah ( aleyhisselâm ), en çok sevdiği üç Eshâbının üzülmesini hiç istemediğinden, onları sevindirmek için, hemen buyurdu ki: “Yâ, Ömer! Kızını, Ebû Bekir’den ve Osman’dan ( radıyallahü anh ) daha iyi birisine versem ister misin?” Ömer şaşırdı. Çünkü Ebû Bekir’den ve Osman’dan ( radıyallahü anh ) daha yüksek ve daha iyi kimse olmadığını biliyordu. (Evet Yâ Resûlallah) dedi. “Yâ Ömer, kızını bana ver!” buyurdu. Bu sûretle, Hafsa ( radıyallahü anha ), Ebû Bekir’in ve Osman’ın ve bütün mü’minlerin anneleri oldu. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) Hazreti Hafsa’yı bir ara boşadıysa da, Cebrâil (aleyhisselâm)ın işâretiyle tekrar nikâhına aldı. Hazreti Hafsa âyet-i kerîme içinde geçip, hakkında hâdîs-i şerîf söylendi. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) kendisine hitaben; “Ey Hafsa! Sakın çok konuşma! Allah’ı anmadan çok konuşmak, kalbi öldürür. Allah’ın zikri ile çok konuşmak ise kalbi diriltir” buyurdu. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Hazreti Hafsa’ya husûsi olarak kendisinden sonra; Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’in halife olacağını bildirdi. Hazreti Hafsa, bilgili, irâdesi kuvvetli, özü sözü bir idi. Hazreti Âişe, O’nun hakkında; “Hafsa tam mânâsıyle babasının kızıydı, buyurdu. Dîni vecibeleri hakkıyla yerine getirirdi. Geceleri ibâdetle geçirir, gündüzleri oruç tutardı. Senenin çoğunu oruçlu geçirirdi. Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) nikahıyla şereflendikten sonra dînî pek çok husûslara bizzat şâhid oldu. Çok bilgili idi. Abdullah bin Ömer, Safiye binti Ebû Ubeyde, Ümmü Mübeşşir, Hamza bin Abdullah, Harise bin Vehb, Abdurrahmân bin Haris talebeleri olup, pek çok husûsu rivâyet edip, haber verdi. Hazreti Hafsa’ya, Peygamberimiz vefât edince, Beyt-ül-mal’dan tahsisat ayrıldı. Babası şehit olurken, Hazreti Ebû Bekir’in toplatmış olduğu Kur’ân-ı kerîm’i muhafaza etmekle vazîfelendirildi. Hazreti Hafsa, 45 (m. 665) senesi Şaban ayında Medine-i Münevvere’de vefât etti. Cenâze namazını Mervan Âmil kıldırdı. Bakî Kabristanlığında Abdullah bin Ömer, Âsım bin Ömer, Sâlim bin Abdullah, Hamza bin Abdullah kabre koyup, defn ettiler. Rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bazıları: “Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) Ramazan’da müezzin ezan okuyunca, yiyip içmeyi keser, iki rekât namaz kılardı.”
“Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) yataklarına yattıkları zaman mübârek sağ ellerini başlarının altına koyar ve şöyle duâ ederdi: “Rabbi kınî azâbeke yevme teb’asü bâdeke”“Yâ Rabbi insanların ba’s olunacakları günde beni azâbdan koru”
(3 defa). Peygamber efendimiz sağ eliyle yer, sağ eliyle içer, abdeste, giyinmeye, almaya ve vermeye sağdan başlardı. Bundan başka işlere soldan başlardı.”
“Birgün Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) elbisesini diz kapaklarının altına kadar sıvayıp istirahat ediyordu.
Hazreti Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) gelip izin istedi. Habîb-i Ekrem izin verdiler. Hallerini değiştirmediler. Sonra Hazreti Ömer ( radıyallahü anh ) gelip izin istedi. Ona da izin verdiler ve hallerini değiştirmediler.
Bir grup Eshâb-ı kiram da gelip izin istedi. Onlara da izin verdiler ve hallerini değiştirmediler.
Daha sonra Hazreti Osman gelip izin isteyince Resûl-i Ekrem hemen toparlandı. Elbisesini düzelttiler.
Hepsi gittikten sonra Resûlullah’a “Ey Allah’ın Resûlü, Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer ve diğer Eshâb-ı kiram geldiler. Durumunuzu değiştirmediniz.
Sonra Hazreti Osman ( radıyallahü anh ) geldi, elbisenizi düzelttiniz” deyince, Resûlullah “Meleklerin bile haya ettiği Osman’dan haya etmeyeyim mi?” buyurdu.
Ümmü’l-mü’minîn Hafsa bint Ömer b.
el-Hattâb el-Adeviyye (ö. 45/665 )
Hz. Ömer’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımı.
605 yılında Mekke’de doğdu.
Sahâbîlerden Osman b. Maz‘ûn ile Kudâme b. Maz‘ûn dayıları, kendisinden altı yaş küçük olan Abdullah b. Ömer de ana baba bir kardeşidir.
Hafsa, ilk müslümanlardan Abdullah b. Huzâfe’nin kardeşi Huneys b. Huzâfe ile evlendi. Hafsa kocasıyla birlikte Medine’ye hicret etti. Bedir Gazvesi’ne katılan Huneys dönerken yolda hastalandı ve daha sonra Medine’de öldü
Hafsa (ra) en çok Hz. Âişe ile anlaşmış, ikisinin Resûlullah’ı diğer hanımlarından kıskandıkları ve zaman zaman bu konuda iş birliği yaptıkları da olmuştur.
Okuma yazma bildiği anlaşılan Hafsa’ya yazıyı hanım sahâbîlerden Şifâ bint Abdullah öğretmiştir . Ayrıca Hafsa’nın hâfız sahâbîlerden olduğu rivayet edilmektedir
Hafsa’nın 45 yılının Şâban ayında (Ekim 665) Medine’de vefat ettiği, cenaze namazını Medine Valisi Mervân b. Hakem’in kıldırdığı ve Baki Mezarlığı’na defnedildiği belirtilmektedir.
Resûlullahın mübârek hanımlarından. Zeynep binti Huzeyme bin Abdillah bin Amr bin Abdimenaf bin Hilâl bin Âmir bin Sa’saa el-Hilâliyye Lakabı “Ümmül mesâkin”dir. Mü’minlerin annesi Hazreti Zeyneb önce Hazreti Abdullah bin Cahş ile evli idi. Abdullah, Resûlullah’ın halası
Ümeyme’nin oğlu idi. Uhud Savaşı’nda şehit oldu. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) Hazreti Hafsa’dan sonra hicretin üçüncü senesi Ramazan ayında Hazreti Zeyneb ile evlendi. Hazreti Zeyneb, İslâmiyetten önceki devirde fakîr, yoksul ve muhtaçlara çok merhamet ettiği ve şefkatli davrandığı, onlara dâima yemekler yedirip sadakalar verdiği için “Ümmül mesâkin” (Fakirlerin annesi) lakabıyla tanınırdı. Çok ibadet yapar, çok sadaka verirdi. Eline geçen mal ve parayı bekletmeden hemen sadaka olarak dağıtır, bizzat fakîr ve düşkünleri arar, bulur ve onlara yardım ederdi. Hazreti Zeyneb binti Huzeyme, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) nikâhı ile şereflendikten sekiz ay kadar kısa bir zaman sonra 4 (m. 626) senesi Rebiulâhir ayında otuz yaşlarında vefât etti. Resûlullah ( aleyhisselâm ) namazını kıldırdıktan sonra Onu Medine’nin Bâki’ Kabristanına defn etti. Peygamberimiz hayatta iken yalnız Hazreti Hadîce ve Hazreti Zeyneb vefât ettiler. Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra ise hanımları arasında ilk vefât eden Hazreti Zeyneb binti Cahş’dır.
Benî Âmir b. Sa‘saa kabilesinin Hilâl koluna mensuptur. Resûl-i Ekrem’in evlilikleri içinde en kısa süreli olanı Zeyneb’le olan evliliğidir. Resûlullah’ın Zeyneb bint Huzeyme’nin anne bir kız kardeşi Meymûne ile evlenmesi, Zeyneb’in vefatından yaklaşık dört yıl sonra 7 yılının Zilkade ayında (Mart 629) gerçekleşmiştir.
Resûlullah’ın Eşi, Mü’minlerin Annesi Zeynep binti Cahş, Resûlüllah’ın halası olan Ümeyye binti Abdulmuttalib’in kızıdır. Asıl adı “Berra” dır.
“Zeynep” ismini ona Resûlüllah vermiştir. Zeynep’in babası Mekke’ye dışardan gelip yerleşmiş bulunan Cahş b. Riyab’dır. Zeynep, Mekke’de 588 yılında doğmuş ve hicretin beşinci yılında Hz. Peygamberle evlenmiştir. Künyesi “Ümmü’l-Hakem” olan Zeynep Medine’ye ilk hicret eden hanım sahabiler arasında yer alır . Kendini Hz. Aişe’ye rakip sayan hanımların birincisidir. Zeynep binti Cahş, ilk Müslümanlardan oluşu, itikadî ve amelî meselelerdeki hassasiyeti ve takvâsı ile Hz. Muhammed de dahil herkesin dikkatini çekiyordu. Zeynep validemiz samimi bir Müslüman ve inançlarına bağlı bir mümindi. O, Allah’ı hoşnut etmeyecek her hareketten uzak bir hayatı yaşamayı prensip edinmişti. Hz. Zeynep için Resûlüllah “evvah” sıfatını takmıştı.
Sahâbe-i kiram Resûlüllah’a “ya Resûlüllah evvâh nedir?” diye sorduklarında Hz. Peygamber: “Evvah: Namazda alçak gönüllü ve mütevazi, Allah’a içten yalvarıcı ve yalnız O’ndan dileyici” diye izah etmişti Hz. Aişe’ye iftira atıldığı zaman o, “Aişe hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum” diyerek rakibi hakkında iyi niyetle şahadette bulunmuştu. İlk evliliğini Peygamberimizin kölesi iken azat ettiği ve bir evlat sevgisiyle sevdiği Zeyd b. Harise ile yaptı.
Hz. Zeynep’in Zeyd b. Harise İle Evliliği ve Yaşadığı Dönemde Sosyal Hayat
Zeyd b. Harise azatlı bir köle idi. Hz. Peygamber, halasının kızı olan olan Zeynep’i Zeyd ile bizzat kendisi evlendirmişti. Araplar soy bağına önem veriyorlar, insanları şahsî marifet ve erdemlerinden ziyade, geldiği soya göre sınıflandırıp değerlendiriyorlardı. Halbuki İslâmiyet bütün insanları yaratılış bakımından eşit sayıyordu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem, eski gelenek ve anlayışın ortadan kaldırılmasını önce kendi akrabası arasında uygulamaya başladı. Böylece eski gelenek yıkılmış oluyordu Bilindiği gibi Resûlüllah’ın en önemli tebliğ metodlarından biri de Allah tarafından gelen emir ve yasakları önce kendisinde uygulaması, şâyet bunları kendi şahsında uygulama imkânı yoksa veya böyle bir imkân bulamamışsa, o emir ve yasakları en yakın akrabasına uygulamasıydı. Zira ona göre Allah korkusu ve takvâdan başka hiçbir faktör insanlara ayrıcalık getirmemeliydi. Nitekim Kur’an bu konuda “Allah katında en şerefliniz, takvâca en ileri olanınızdır” (Hucurât, 49/13) diyordu. En hassas konulardan biri olan evlilikle bu iş gerçekleşmeliydi. Medine’ye hicret eden halasının kızı ve Abdullah b. Cahş’ın da kız kardeşi olan Zeynep, bu evlilik için uygun bir adaydı. Zeynep’in evliliğinden söz edildiği bir günde Resûlüllah eski ve kötü âdetin kaldırılma zamanının geldiğine hükmederek Zeynep’i evlatlığı Zeyd için istedi. Fakat, Zeynep ileri giderek kendisinin böyle biri ile evlenemeyeceğini söyledi. O dönemde örf ve geleneklerin tesiri o kadar güçlü idi ki, Resûlüllah’ı bile geri çevirdiler. Hz. Peygamber, Zeyd’in İslâm’daki ve kendi katındaki değerini onlara anlatıp onun anne ve baba tarafından da soylu bir kimse olduğunu söylemesine rağmen onlar bu evliliğin gerçekleşmesini istemiyorlardı. Bunun üzerine şu âyeti kerime nazil oldu: “Allah ve Resûlü bir işe karar verip hükmettiği zaman, mü’min bir erkekle, mü’min bir kadın için işlerinde muhayyerlik hakları yoktur.
Kim Allah’a ve Resûlüne isyan ederse, muhakkak ki o, apaçık bir sapıklık etmiş olur” (Ahzâb, 33/36). Hz. Zeynep, Allah ve Resûlü’nün emrine itaat etmek için bu evliliğe razı oldu. Ancak Zeyd’e bir türlü kalbi ısınmamış, devamlı bir huzursuzluk içerisindeydi. Evlendikten sonra da bu hoşnutsuzluğu devam etmiş, Zeyd ile arasında sevgi bağı oluşmamıştı.
Zaman zaman da Zeyd’e karşı kendi üstünlüğünü söylemekten geri durmuyordu.
Gerçekten de her iki taraf ta böyle bir evlilikten mutlu görünmüyordu.
Bu evlenme isteksiz olduğu için eşler arasında ülfet meydana gelmedi ve bir sene sonra Zeyd, Resûlüllah’a müracaat ederek, bu evliliği götüremeyeceğini söylemişti. Hz. Peygamber de bundan çok müteessir oldu ve ona şunu tavsiye etti: “Hanımını yanında tut ve Allah’tan kork. (Ahzâb, 33/37)” Yani kadını boşamanın, önemsiz bir mesele olmadığını, Allah katında sorumluluk getiren bir iş olduğunu düşün. Çünkü “ Allah katında helallerin en çirkini, boşamadır” Resûlüllah’ın tavsiyelerine rağmen Zeyd ile Zeynep geçinemediler. Zeyd’in komutanlık yapacak seviyedeki üstün vasıflarına rağmen, azadlı bir köle olması, Mekke’nin soylu ailelerinden birinin kızı olan Zeynep’in yanında onu küçük düşürüyordu. Dolayısıyla Zeyd, birlikte olmak istemediği eşini boşamaya kesin olarak karar verdi Böylece Zeynep binti Cahş serbest kalmış oldu. Aradan bir süre geçtikten sonra bu defa sıra başka bir kötü âdetin kaldırılmasına gelmişti.
Bu âdet ise evlatlıkların hanımlarının öz evladın hanımı gibi kabul edilip öz gelin muamelesine tabi tutulması idi. Evlatlık Müessesesinin Kaldırılması
Cahiliye döneminde, bâtıl âdetlerden bir tanesi; evlatlık olarak alınan çocukların öz evlat olarak telakki edilmesiydi.
Bunun sonucu olarak evlat edinilen; nesep, evlenme, miras ve mahremiyet gibi konularda öz çocuk gibi kabul edilirdi.
Bu dönemde bir çocuğu evlat edinmek isteyen kişi, halkın önünde onu evlat edindiğini söylediğinde, çocuk artık evlat edinilen kişinin öz oğlu sayılır; evlat edinenin adıyla çağrılır ve birbirlerine varis olurlardı. İslâm’dan önce Araplar arasında erkek çocukları evlat edinme anlayışı olduğundan Hz. Peygamber de bu konudaki hüküm bildirilmeden önce kölesi Zeyd b. Harise’yi evlat edindi. Evlatlık öz evlat gibi muamele gördüğünden başlangıçta Zeyd b. Harise’ye, Zeyd b. Muhammed deniliyordu. Bu anlayışa göre hareket edildiği takdirde elbetteki öz evlat ile baba arasındaki hükümler neyi gerektiriyorsa evlatlık ile baba arasındaki hukuk ta bunu gerektiriyordu.
Bu durumdan anlaşıldığı gibi evlatlığın hanımı, öz oğlun hanımı gibi kabul ediliyordu.
Ne var ki, İslâm’ın ilk yıllarında eski geleneğin devamı olarak bir süre muhafaza edilen evlat edinme Medine döneminde nazil olan şu âyetle yasaklanmıştır: “ …Allah, evlatlıklarınızı öz oğullarınız gibi saymanızı meşru kılmamıştır.
Bunlar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir.
Allah gerçeği söylemektedir; doğru yola O ulaştırır.
Evlatlıkları babalarına nispet edin; bu, Allah katında en doğru olandır.
Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin.
İçinizden kastederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur; Allah bağışlar ve merhamet eder” (Ahzâb, 33/4-5). İşte bu âyeti kerime ile Allah evlat edinme sebebi ile evlat edindikleri gerçek evlatlar olarak kabul etmediğinden Zeyd, bu âyetin nüzulünden sonra Zeyd b. Harise şeklinde öz babasına nispet edilerek çağrılmaya başlanmıştır.
Zeynep’in Hz. Peygamberle Evliliği
Zeyd, Zeynep’i boşadıktan sonra Hz. Peygamber iki hadiseyle karşı karşıya kaldı.
Bunlardan biri; arzu edilmeyen bir şekilde sonuçlanan bu evlilik sonucu halasının kızının dul kalması.
İkincisi ise; Cahiliye düşüncesine göre, Zeynep ancak bir köle ile evlenebilirdi. Dolayısıyla Resûlüllah kendisini, akrabalarına karşı bu yarayı sarma zorunluluğunda hissediyordu. Çünkü, Allah Resûlü, Cenab-ı Hakk’ın bildirmesiyle bir gün Zeynep’in kendi hanımı olacağını biliyordu. Ancak Zeyd evlatlığı olduğu için ortaya çıkacak fitne ve dedikodular onu korkutuyordu.
Zira o günkü geleneğe göre bir kimsenin kendi evlatlığının boşadığı kadınla evlenmesi caiz değildi.
Lâkin İslâm’ın getirdiği bu prensip, kesinlikle kendisi üzerinde uygulanacaktı.
Nitekim bu husus Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Allah’ın açığa çıkarıcı olduğu şeyi kalbinde gizliyordun.
Ve halktan korkuyordun.
Halbuki korkulmaya en ziyade layık olan Allah’tır.
Zeyd, o kadından alakasını kesince biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestiğinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın.
Allah’ın emri yerine getirilmiştir” (Ahzâb, 33/ 37). Resûlüllah’a Zeynep’le evlenme hükmü çok ağır gelmesine rağmen, Allah’ın emrini yerine getirmek için bunu reddetmek mümkün değildi.
Çünkü bu evliliğin nikahı, bizzat Yüce Yaratıcı tarafından kıyılmış, buna melekler de şahitlik yapmışlardı. Resûlüllah’ın Hz. Zeynep ile nikâhlandığını bildiren âyetler inince Efendimiz, Kim gidip Zeynep’e Allah’ın onu, gökte bana nikahladığını müjdeleyecek, buyurdu ve gelen âyetleri okudu. Hz. Aişe validemiz, bu âyetleri Efendimiz’den duyduğu zaman, “İşlerin en büyüğü ve en faziletlisi Zeynep’e nasip oldu ve Allah onu gökte Resûlüne nikahladı.
Zeynep, bize karşı bununla iftihar edecektir.”dedi. Enes (r.a.)’in bildirdiğine göre Zeynep boşanıp iddeti bitince Resûlülullah Zeyd b. Hârise’ye gidip Zeynep’i kendisi için istemesini söylemiş, başlangıçta Zeyd’e zor ve ağır gelen bu vazife, Zeyd tarafından yerine getirilmişti. Zeynep’e Resûlüllah’ın evlenme teklifi ulaştırılınca, Zeynep, istihâre yapmadan cevap veremeyeceğini belirtti.
Sonra secdeye kapandı ve bazı rivayetlere göre, iki rekat namaz kılarak şöyle dua etti: “ Ey Rabbim eğer ben O’na layık isem, beni O’nunla evlendir”.
Daha sonra yukarıdaki âyetin gönderildiği ve Peygamber’in Zeynep’e Rabbi tarafından kendisi ile evlendirildiğine dair haber gönderdiği bildirildi.
Zeynep bu haberi duyunca, bütün mücevherlerini çıkarıp müjdeyi getiren câriye Seleme’ye verdi, secdeye kapandı ve iki ay oruç tutmayı adadı. Hz. Peygamber, Zeynep’in düğününde, başka hiçbir hanımı için vermemiş olduğu muhteşem bir velime (düğün ziyafeti) verdiği söylendi.
Bir keçi kesilmişti.
Bu ziyafete yaklaşık 300 kişi katılmıştı.
Tesettür âyetleri bu vesileyle indirildi. Bazı kimseler gereksiz yere Peygamber’in evinde geç vakte kadar kaldılar.
Bu, sadece bir odaları olması sebebiyle Peygamber’in ve ehli beytinin büyük rahatsızlık duymasına sebep oldu.
Kur’an bunu şu sözlerle zikretmektedir: “ Ey iman edenler, (bundan sonra) Peygamber’in evlerine, yemeğe davet olunmaksızın ve vaktine de bakmaksızın girmeyin.
Fakat davet olunduğunuz zaman girin.
Yemeği yediğiniz zaman dağılın.
Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin.
Çünkü bu, Peygamber’e eza vermekte, o (sizden) utanmaktadır.
Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez. …” (Ahzâb, 33/53). Sırf Allah ve Resûlünün emrini yerine getirmek için Zeyd ile evlenmiş olan validemiz Hz. Zeynep, bu itaatının mükâfatı olarak, Zeyd’in onu boşamasından sonra, Yüce Allah tarafından Hz. Peygamber ile evlendirildi. Şüphesiz bu nikah, yapılmış ve yapılacak nikahların en güzeli ve en mukaddesi idi. Çünkü yüce Allah tarafından ve Cebrâil’in elçiliği ile yapılmıştı. Ortaklarına karşı üç şeyle iftihar eder ve kendisini onlardan farklı görürdü: Hz. Peygamber’in yakın akrabası olması Nikahının Yüce Allah tarafından kıyılmış olması
Bu nikahta aradaki elçinin Cebrail olması… Hz. Zeynep, Hz. Peygamber’le (Ümmü Seleme’den sonra) hicretin beşinci yılındaevlendi Onun evlendiği sırada 35 yaşında olduğu söylenmektedirler. Resûlullah, ise 57 veya 58 yaşındaydı .
Hz. Zeynep’in İş Atölyesi
Hz. Zeynep, eli her işe yatkın bir hanım idi.
Kesilen hayvanların derilerini yüzer, temizler ve güneşte kuruturdu. Dikiş ve elbise tamir işinde de becerikli idi.
Ham deriyi, o devrin usûlünce işler, sonra da ondan kullanılacak eşyalar dikip satar ve bunun gelirini Allah yolunda sarfederdi.
Hz. Zeynep’in Vefatı
Ömer’in hilafeti döneminde, hicretin yirminci yılında vefat eden Zeynep’in cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı.
Resûlüllah’ın vefatından sonra ona kavuşan ilk hanımıydı.
Cenazesi, vasiyeti üzerine Resûlüllah’ın sediri üzerinde taşındı.
Yakın akrabalarından Muhammed b. Abdullah b. Cahş ile Abdullah b. Ebi Ahmed b. Cahş onu Bâki mezarlığındaki kabrine indirmişlerdir. Vefat ettiği zaman 53 yaşlarında idi.
Zeyneb bint Cahş b. Riâb el-Esediyye ö. 20/641
Annesi Resûl-i Ekrem’in halası bint Abdülmuttalib’dir. Babası Cahş ise bi‘set zamanında ölmüş, bütün çocukları İslâm’ı kabul etmiş, daha sonra ailenin tamamı Medine’ye hicret etmiş, Mekke’de terkettikleri yerlere de Kureyş el koymuştur.
Hicret’in 5. senesinde, Müslümanların vücudunu ortadan kaldırmak maksadıyla harekete geçen Huzâa kabilesinin Benî Mustalık kolu üzerine bir gaza tertip edilmişti. Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle bu gaza zaferle neticelendi. Birçok esir ve ganimet elde edilmişti. Alınan esirler arasında Benî Mustalık’ın reisi Hâris bin Ebî Dırar’ın kızı Berre (Cüveyriye) de vardı. Berre’nin kocası savaşta öldürülmüştü. Esirler mücahitler arasında taksim edildi Berre, Sâbit bin Kays bin Şemmas ile onun amcasının oğlunun hissesine düştü. Berre, efendileriyle bir miktar para karşılığında anlaşma yaptı.
Bu parayı ödediğinde serbest bırakılacaktı.
Fakat kendisinden istenilen fidye çok fazlaydı, ödeyecek durumda değildi. Bunun üzerine Peygamber Efendimize müracaat etti ve durumunu ona bildirdi: “Ben, Benî Mustalık reisi Hâris bin Ebî Dırar’ın kızıyım.
Bildiğiniz gibi, ben Sâbit bin Kays’ın ve onun amcasının oğlunun hissesine düştüm.
Bir miktar para karşılığında onlarla anlaştım.
Ödemek zorunda kaldığım bu fidye için sizden yardım dilemeye geldim. ” Peygamberimiz ona, “Senin için bundan daha hayırlı olanı yok mudur?” buyurdu.
Berre, “O nedir, yâ Resûlallah?” diye sordu.
Resûlullah “Kurtuluş akçeni ödemem ve seni zevceliğe kabul etmemdir.” cevabını verdi. Berre, bir an kendi âlemine daldı. Zaten savaştan üç gün önce rüyasında, Medine’den doğup yükselen ayın gelip kendi koynuna düştüğünü görmüştü.
Peygamberimizin teklifini duyunca hidayet nuru yüzünde parlamaya başladı. Resûlullah’ın teklifini kabul etti. Ardından da Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olma şerefine kavuştu. Bu arada Hâris bin Ebî Dırar, kızının fidyesi olmak üzere yanına birkaç deve alarak, kavminden bazı kimselerle birlikte Medine’ye gitmek üzere yola çıktı. Daha sonra Medine’ye geldi.
Peygamberimizi buldu ve ona, “Benim kızım esir olarak tutulamaz.
Bu benim mevkiimle ve şerefimle bağdaşmaz.
Onu serbest bırak!” dedi. Resûlullah, “Onu dilediğini seçmekte serbest bırakmamı ister misin?” buyurdu. Hâris, “Evet, üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiş olursun.” dedi. Bunun üzerine Hâris, kızının yanına gitti ve şöyle dedi: “Şu zat, seni dilediğini seçmekte serbest bıraktı.
Sakın bizi rezil etme!” Fakat Berre hiçbir şeyi Peygamberimize tercih edemezdi. Nitekim babasını mahcup etmek pahasına da olsa şöyle dedi: “Ben Resûlullah’ı tercih ediyorum.”
Hâris buna çok içerledi, “Vallahi sen bizi rezil ve rüsvay ettin!” dedi. Sonra da Peygamberimize dönerek, “Şu develer, kızım için fidyedir; bunları alıp kızımı bana veriniz.” dedi. Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimize, Hâris’in develerden ikisini sakladığını bildirmişti.
Hâris’e, “Akik Vadisi’nde sakladığın iki deve nerede, onları niçin getirmedin?” diye sordu. Bu mucize, Hâris’in ve yanındakilerin hidayetine vesile oldu. Hâris büyük bir heyecanla,“Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.
Muhakkak sen de Allah’ın Resûl’üsün.
Vallahi bunu Allah’tan başka bilen yoktu.” diyerek Müslüman oldu.
Yanında bulunan iki oğlu ve kavminden bazı kimseler de Müslüman oldular. Bundan sonra Peygamberimiz, Berre’yi babasından istedi. Hâris, “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah!
Onu sana bağışladım.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, Berre ile Hicret’in 5. yılında evlendi. Cüveyriye o sırada 20 yaşında idi.
Peygamberimizin Cüveyriye ile evlenerek Benî Mustalık kabilesiyle akraba olduğunu duyan sahabiler, “Resûlullah’ın akraba olduğu bir kabile artık esir kalamaz.” diyerek yanlarındaki bütün esirleri serbest bıraktılar. Böylece Hz. Cüveyriye, kabilesinden 700 esirin azat edilmesine vesile oldu. Ayrıca Benî Mustalık’dan birçok kimse, Peygamberimizin bu davranışı karşısında Müslüman oldular. Bundan dolayıdır ki Hz. Âişe validemiz, Hz. Cüveyriye’yi çok takdir ederdi. Hz. Cüveyriye validemiz çok oruç tutar ve çok namaz kılardı. Aynı zamanda zikir ve tespihe çok ehemmiyet verirdi. Bir gün sabah namazını kıldıktan sonra dua ve zikir ile meşgul olmaya başladığı bir sırada,Peygamberimiz yanından ayrıldı.
Öğleye doğru tekrar geldiğinde Hz. Cüveyriye’yi Allah’ı zikrederken buldu, “Sen hâlâ yanından ayrıldığım hâl üzere mi devam ediyorsun?” buyurdu. Hz. Cüveyriye, “Evet.” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Ben senden ayrıldıktan sonra üç defa şu dört kelimeyi söyledim.
Bunlar, bugün sabahtan beri senin söylediklerinle tartılsa onlardan daha ağır gelir. Bu kelimeler şunlar: ‘Sübhanallahi adede halkıhî, sübhanallahi rıza nefsihî, sübhanallahi zinete Arşihî ve sübhanallahi midâde kelimâtihî [Yarattıkları sayısınca Allah’ı tespih ederim.
Allah’ı kendisinin razı olacağı şekilde tespih ederim.
Allah’ı Arş’ın ağırlığınca tespih ederim.
Kelimelerin miktarınca Allah’ı tespih ederim.]” Hz. Cüveyriye, Peygamberimizin bu tavsiyesinden sonra artık bunları söylemeye devam etti. Cüveyriye validemiz, Peygamberimizin diğer hanımları gibi çok hayırseverdi. Kendisi yemez, fakirlere yedirirdi.
Peygamberimiz bir defasında onun odasına gelmişti.
“Yiyecek bir şey var mı?” diye sordu.
Hz. Cüveyriye, “Vallahi yanımda yiyecek yok.
Biraz kemik vardı, onu da sadaka olarak verdim.” dedi. Peygamberimizin bu mübarek hanımı, Hicret’in 56. yılında 65 yaşındayken vefat etti.
Cenaze namazını Mervan bin Hakem kıldırdı.
Allah ondan razıolsun!
Cüveyriye bint el-Hâris b. Ebî Dırâr (ö. 56/676) 607 yılı civarında doğdu Huzâa kabilesinin Benî Mustalik kolunun reisi Hâris b. Ebû Dırâr’ın kızıdır. Hicretin 5. yılında (626-27) Hz. Peygamber’le evlenmeden önce amcasının oğluyla evliydi. Bu evliliğin Mustalikoğulları ile müslümanlar arasındaki düşmanlığı giderdiği ve Hz. Peygamber’in Cüveyriye ile evlenmesinin asıl hedefinin bu kabileyi İslâm’a yaklaştırmak olduğu anlaşılmaktadır.
Mustalikoğulları’nın bu evlilikten sonra İslâmiyet’i kabul etmeleri de bunu göstermektedir.
Cüveyriye’nin müslüman olmadan önceki adı “sâliha, hayırlı kadın” anlamında Berre idi.
Böyle adlar almayı insanın kendi kendini temize çıkarması olarak değerlendiren ve bunu hoş karşılamayan Hz. Peygamber ona “küçük kız” anlamında Cüveyriye adını verdi.
Hz. Âişe’nin belirttiğine göre Cüveyriye ibadete çok düşkündü.
Cüveyriye Hz. Peygamber’den yedi hadis rivayet etmiştir.
Bunlardan biri Sahîh-i Buhârî’de, biri Sahîh-i Müslim’dedir.
Kendisinden de İbn Abbas, Câbir b. Abdullah, İbn Ömer ve Mücâhid b. Cebr gibi sahâbî ve tâbiîler rivayette bulunmuşlardır. Cüveyriye 56 yılı Rebîülevvelinde (Şubat 676) Medine’de vefat etmiştir
İsmi: Remle’dir. Babası : Ebû Süfyân bin Harb Annesi : Hz. Osman’ın halası Safiyye bint-i Âs Kabile : Ümeyyeoğulları Doğum : M.593 / Mekke Vefat : M.664 - H.44 / Medine
(Baki Kabristanı) Hazreti Mu’âviye’nin kız kardeşidir. Evlilik Tarihi : H.6 - M.626 Ümmü Habîbe, ilk önce Resûlullah’ın halasının oğlu Ubeydullah bin Cahş ile evlendi. Ubeydullah ibn Cahş dan doğan kızı Habibe’den dolayı “Ümmü Habibe” künyesini almıştı. Kocasıyla İslâmiyeti kabûl eden ilk müslümanlardandır. Mekke’deki kâfirlerin, müslümanlara eziyet ve zararları dayanılmayacak bir dereceye geldiğinde Habeşistan’a hicret etti. Kızı Habîbe, Habeşistan’da doğup, kendisi de bu isimle meşhûr oldu.
Kocası Hıristiyan oldu
Kocası Ubeydullah bin Cahş, papazların propagandalarına aldanıp, fakirlikten kurtularak, dünyâ malına kavuşmak için mürted oldu. Dînini bıraktı. Zaten kocasının mürted olacağını rüyasında görmüştü.
Rüyada, kocasının suratı gayet çirkinleşip, kapkara olduğunu gördü.
Rüyasının sabahı da tabir etmek için düşünürken, kocası hıristiyan olduğunu söyleyip, “Sen de hıristiyan ol” dedi. Kocası dînini dünyâya değişince, Ümmü Habîbe’yi de İslâmiyetten çıkıp, zengin olmaya zorladı. O, fakîrliğe, ölüme râzı olacağını, fakat “Muhammed aleyhisselâmın dînini ve sevgisini, bütün dünyâya değişmeyeceğini bildirdi. Ubeydullah bin Cahş, Ümmü Habîbe’yi boşayıp, sürünerek ölmesini bekledi.
Fakat kendisi içki âlemlerine dalıp az zaman sonra sarhoşken öldü.
Evlilik teklifi
Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ), Ümmü Habîbe’nin dîninin kuvvetini ve başına gelen acı hâli işitti. Îmân kuvvetine hayran kalıp, haline çare aradı.
Kendisi de, Mekke kâfirlerinin başkumandanı Ebû Süfyân ile mücadele ediyordu. Müslüman olan Habeşistan hükümdârı Necâşî’ye Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) hicretin yedinci senesinde mektûb yazıp, Amr bin Ümeyye ile gönderdi.
Mektûpda, “Oradaki Ümmü Habîbe ile evleneceğim.
Nikâhımı yap!
Sonra kendisini buraya gönder.” şeklinde talepte bulundu. Necâşî, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) mektûbuna çok hürmet edip, hemen hazırlıklara başladı.
Câriyesini gönderip, Resûlullah’ın isteğini bildirdi.
Ümmü Habîbe, Resûlullah’ın nikâhına girmeyi kabûl edince, Habeşistan hükümdârı iki gümüş gerdanlık, mücevherat, yüzükler ve bilezikler hediyye etti. Necâşî, Muhacir ve müslümanları sarayına davet etti ve Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile Ümmü Habîbe’nin nikâhını kıydı. Ümmü Habîbe, îmânın mükafatına kavuşarak orada zengin ve rahat oldu.
O’nun sayesinde Habeşistan’daki müslümanlar da çok rahat etti, ferah yaşadı.
Medineye Dönüş
Daha sonra, Ümmü Habîbe ( radıyallahü anha ) muhacirlerle Necâşî’nin temin ettiği iki gemiye binip Car Limanında indiler. Deveye binip Medine’ye geldi.
Baba Ebu Süfyana tavır...
Ümmü Habîbe ( radıyallahü anha ) Peygamberimizi ( aleyhisselâm ) çok severdi.
Mekkeli müşrikler Hudeybiye antlaşmasını bozduktan sonra endişeye kapılıp, anlaşmayı yenilemek istediler.
Bu iş için o zaman henüz müslüman olmamış olan Ebû Süfyân’ı Medine’ye gönderdiler.
Ebû Süfyân, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) hanımı olan kızı Ümmü Habîbe’nin odasına girdiğinde, Peygamberimizin her zaman oturduğu mindere oturmak üzere iken kızı Ümmü Habîbe “Sen bu mübârek yere oturmaya lâyık değilsin” diyerek oturmasına mâni oldu.
Ebû Süfyân kızından bu sözleri işitince, O’nun dînine bağlılığına hayret etti. Ebû Süfyân daha sonra Mekke’nin fethinde müslüman oldu. Ümmü Habîbe ( radıyallahü anha ), Mekke-i Mükerreme’nin feth edildiği gün Resûlullahın ( aleyhisselâm ) kadınlar ile sözleşmesinde Hazreti Ümmü Habîbe de bulunup, bîat etti.
Hazreti Muâviye'ye kızkardeşi Ümmü Habîbe’nin sevgisi çoktu.
Müslümanlar, Ümmü Habîbe’ye duydukları saygıdan dolayı kardeşi Muâviye’ye hilâfeti devrinde “müminlerin dayısı” diye hitap ediyorlardı Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra Eshâb-ı kiram Ümmü Habîbe’ye (ra) çok hürmet gösterdi. Hazreti Ömer, O’na geçimini sağlaması için yıllık maaş bağladı. Hazreti Ümmü Habîbe çok fazıl, kâmil birisiydi.
Peygamberimizden pek çok hâdiseye şehâdet edip, otuz hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hadîs-i şerîflere çok dikkat ederdi.
Bu husûsta kendisine danışılırdı.
Ümmü Habîbe, rivayet ettiği hadisler bakımından Hz. Peygamber’in hanımları arasında Âişe ve Ümmü Seleme’den sonra gelir.
Hazreti Ümmü Habîbe kardeşi Hazreti Mu’âviye’nin ( radıyallahü anh ) hilâfeti zamanında hastalandı. Hasta yatağında Hazreti Aişe’yi (radıyallahü anha) çağırtıp, “Benimle senin ve diğerlerinin aramızda münasebetler vardı.
Eğer her ne sûretle olursa olsun, aramızda hatâen bir şey geçmiş ise senden afv etmeni isterim.
Afv eyle ve hayır duâ ile yâd edip benim için mağfiret talep et” deyince Hazreti Âişe bu söz üzerine duâ edip, “Sen beni memnun etmişsin.
Hak teâlâ da seni memnun kılsın.” buyurdu.
Medine-i Münevvere’de 44 (m. 664) senesinde yetmişüç yaşında vefât etti ve Baki‘ Mezarlığı’na defnedildi.
Hz. Peygamber’le dört yıl evli kalan Ümmü Habîbe (r.anha), onun vefatından sonra otuz yıl daha ömür sürdü. Bu dönemde gerçekleşen siyasi hadiselerden ve fitne ortamından uzak kalmaya çalıştı.
Doğum : M.610 / Hayber Vefat: H.50 - M.670
(Baki Kabristanlığı) Medine
Babası : Benî Nadîr’in reisi Huyey b. Ahtab, Annesi : Berre bint Semev’el’dir. Kabile : Nadiroğulları İlk eşler : Selam b. Mişkem,
Kinane b. Ebi Hukayk Evlilik tarihi : H.7 / M.628
Hayber’in fethinden sonra esir alınanlar içerisinde Hz. Safiyye de (asıl ismi Zeyneb) bulunuyordu. Hayber Yahudilerinin reislerinden Rebî bin Hukayk’ın oğlu Kinâne ile evliydi.
Hayber Savaşı’nda kocası öldürülmüştü.
Hayber fethinde kocası öldürülen Safiyye esir alındı ve esirlerin taksiminde sahâbeden Dihye b. Halîfe’ye verildi. Benî Kurayza ve Benî Nadîr’in hanımefendisi olduğu için Resûlullah’tan başkasına verilmesinin uygun olmayacağı söylenince Dihye memnun edilerek Resûl-i Ekrem’in hissesine ayrıldı. Yanına geldiğinde de ona İslamiyet’i anlattı ve teklifte bulundu: “Eğer Müslüman olursan seni kendime zevce olarak alacağım.
Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni serbest bırakırım.
Sen de gider, kavmine kavuşursun.” Hz. Safiyye, Peygamberimizin hanımı olacağını rüyasında görmüştü. Böyle bir teklifi bekliyordu.
Hiç tereddüt etmeden tercihini yaptı ve şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Siz beni İslamiyet’e davet etmeden önce, konak yerine geldiğimde Müslümanlığı arzulamış ve sizi tasdik etmiştim. Yahudilerle benim hiçbir ilgim kalmadığı gibi, artık onlara ihtiyacım da yoktur. Hayber’de artık ne babam ne de kardeşim vardır.
Siz beni küfür ile İslam’dan birini seçmekte serbest bırakıyorsunuz. Allah ve Allah’ın Resûl’ü bana, serbest bırakılmamdan ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir.” Onun bu sözlerinden çok memnun olan Sevgili Peygamberimiz, Hz. Safiyye’yi azat etti ve onu mübarek hanımları arasına alarak şereflendirdi. Hz. Safiyye’nin yüzünde bir darbe çürüğü vardı. Peygamberimiz onu gördü ve “Bu nedir?” diye sordu. Hz. Safiyye şu cevabı verdi: “Kinâne ile evlendiğim ilk gece bir rüya gördüm. Medine tarafından bir ay gelip kucağıma düştü.
Bunu Kinâne’ye anlattığımda kızdı, ‘Sen Hicaz hükümdarı Muhammed’e varmak istiyorsun!’ dedi ve yüzüme bir tokat vurdu! İşte bu, o tokadın izidir.” Safiyye validemiz tok gözlü bir kadındı.
Medine’ye geldiği zaman bütün mücevherlerini Hz. Fâtıma’ya ve Peygamberimizin diğer hanımlarına hediye etti.” Hz. Safiyye, Peygamberimizi çok sever, ondan ayrılmak istemezdi. Bir gün Peygamber Efendimiz mescitte itikafta iken ziyarete gitti. Bir saat kadar yanında kaldıktan sonra eve dönmek istedi. Resûlullah onu götürmek için ayağa kalktı. Ümmü Seleme validemizin odası önündeki mescit kapısına geldiğinde Ensar’dan iki zat ile karşılaştı. Onlar Peygamberimize selam verdiler ve aceleyle oradan uzaklaşmaya çalıştılar. Peygamber Efendimiz, onların kendisi hakkında suizan etmeyeceklerini biliyordu. Fakat şeytanın kalplerine bir şüphe atma ihtimalini düşünerek peşlerinden seslendi: “Acele etmeyin, durun. Yanımdaki kadın, Safiyye bint-i Huyey’dir.” Sahabiler, “Biz Cenâb-ı Hakk’ı tenzih ederiz.” dediler. Peygamberimizin, onların suizan etmelerinden korkarak yanındaki kadının kim olduğunu açıklaması kendilerine ağır geldi. Bunun üzerine Resûlullah, onların şahsında bütün ümmetini şöyle ikaz etti: “Şeytan, insanın vücudunda dolaşan kan mesabesindedir. Ben haklı olarak, gönüllerinize şeytanın bir şüphe atmasından korktum!” Hz. Safiyye, Peygamberimizin hastalanmasına, onun bir yerinin ağrımasına tahammül edemez, o acıları kendisinin çekmesini arzu ederdi.
Peygamber Efendimiz hastalandığında müminlerin anneleri etrafını sardı. Safiyye validemizin gözü yaşlı idi.
Bütün samimiyetiyle şöyle dedi: “Yâ Nebiyallah! Keşke sizin bütün ağrılarınızı, acılarınızı ben çekseydim!.
Resûl-i Ekrem’in hanımlarının kıskançlık yüzünden aralarındaki rekabetten etkilenmiş ve Hz. Âişe’nin bulunduğu grupta yer almıştır
Hz. Safiyye, isyancılar Halife Osman’ın evini kuşattığında ona yiyecek götürdü. Safiyye validemiz, Hicret’in 52. yılında Hz. Muâviye’nin hilafeti zamanında, Medine’de vefat etti, cenaze namazını Muâviye b. Ebû Süfyân (veya Saîd b. Âs) kıldırdı ve Bakī‘ Mezarlığı’na defnedildi.
Doğum : 594
Vefat : 676 / H. 56 Mekke
Babası : Haris b. Hazen
Annesi : Hind b. Avf
Kabile : Amr ibn Sa'sa/Necid
Evlilik tarihi : 629 / H. 7
İsmi daha önce “Birre” iken Resûlullah
( aleyhisselâm ) değiştirerek “Meymûne” yaptı. Hazreti Meymûne ilk önce cahiliyyet devrinde Mes’ûd bin Amr bin Umeyr es-Sekatî ile evlenmişti. Ondan ayrılınca Ebû Rühm bin Abdiluzza ile nikahlandı. Bu da vefât edince dul kaldı. Hz. Meymûne’nin, Kız kardeşlerinden Ümmü’l-Fadl, Peygamberimizin amcası Hz. Abbas’la,diğer kardeşi Esmâ ise Peygamberimizin amcasının oğlu Hz. Câfer’le evli idi. Resûlullah bu üç kız kardeşe “mümin kardeşler” ismini vermişti. Resûlullah ( aleyhisselâm ) Hicretin yedinci senesi Hayber’in fethinden sonra Zilka’de ayında umre niyyeti ile yola çıktı.
Cuhfe’de bulunduğu sırada Hazreti Abbâs ile buluşunca, Hazreti Abbas: “Yâ Resûlallah! Meymûne binti Haris dul kaldı. Onu kendine hanımlığa alsan olmaz mı?” diye teklifte bulundu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Ebû Rafi ile Ensâr’dan bir zatı Mekke’ye dünürlüğe gönderdi. Hazreti Meymûne, Resûlullah’ın
( aleyhisselâm ) haberini deve üzerinde iken alınca “Deve de, üzerindeki de Resûlullah’ındır ( aleyhisselâm ) dedi. Bu işin gereğinin yapılmasını da ablası Ümmü’l Fadl’a, o da kocası Hazreti Abbâs’a, bıraktı. Böylece Hazreti Abbas, Hazreti Meymûne’nin nikâhlanmasında vekîl oldu. Resûlullah ( aleyhisselâm ) Mekke’de umreyi tamamladıktan sonra Medine’ye dönerlerken Şerîf mevkiine gelince Hazreti Abbâs, Peygamberimizden ( aleyhisselâm ) dörtyüz dirhem mehr alarak Hazreti Meymûne’yi Resûlullaha nikahladı. Burada düğün merasimi de yapıldı. Hazreti Meymûne, Resûlullahın nikâhı ile şereflenerek son hanımı oldu. Peygamberimiz bundan sonra bir daha evlenmedi. Kendisinden 46 hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Hazret-i Âişe onun hakkında: “Meymûne bizim hepimizden fazla Allahü teâlâdan korkan ve sıla-i rahmi (yakın akrabaları) gözeten bir hatun idi.” buyururdu. Bazan borç alır ve hayır işlerine harcardı. Bir ara çok borçlanmıştı, bunu nasıl ödeyeceğini sordukları zaman “Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Herkes iyi niyetle borçlanırsa, Allahü teâlâ onun borcunu öder.” buyurdu. Dînî emir ve yasaklara da son derece dikkat ederdi. Hz. Meymûne validemiz, 80 yaşındayken vefat etti. Hazreti Meymûne Mekke’de hastalandı: “Beni Mekke’den çıkarınız! Çünkü Resûlullah benim Mekke’nin dışında vefât edeceğimi haber verdi.”, dedi. Kendisini çıkardıkları zaman, Resûlullah’a nikâhı yapılmış olduğu yerde vefât etti. Cenâze namazını yeğeni Hazreti Abdullah bin Abbâs kıldırdı. Cenâzesi kaldırılacağı zaman şöyle dedi. “Bu Resûlullah’ın hanımıdır. Cenâzeyi fazla sarsmayın ve edeble yola devam edin.” O Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) son nikâhlısı olduğu gibi, hanımlarının da en son vefât edeni idi.
Doğum : 608
Vefat : 632 / H. 10 (Baki Kabristanlığı)
Baba adı : Zeyd b. Amr
Evlilik tarihi : 627 / H. 5
Kabile : Nadiroğulları
Peygamber efendimizin câriyesi iken müslüman olan muhterem hanımlarından. Medînede bulunan Yahudilerin Benî Kureyza kabilesindendir. Peygamberimiz’den ( aleyhisselâm )
önce 10. (m. 631) Medine’de vefât etti. Peygamber efendimiz Hendek Savaşı’ndan sonra 5 (m. 626) senesinde Medine’nin dışında bulunan ve bir kaleye sığınan Beni Kureyza Yahudilerinin üzerine yürüdü. Çünkü bunlar orada devamlı huzûrsuzluk kaynağı oluyorlardı. Beni Kureyza Yahudilerinin bulunduğu kale; muhasara ve kuşatmadan sonra Müslümanların eline geçti. İçinde bulunan Yahudiler malları, mülkleri, çocukları ve kadınları ile birlikte ganîmet olarak alındılar. Benî Kureyzâdan alınan savaş ganîmetleri ve esîrleri müslümanlar arasında İslâm dinine uygun bir şekilde taksim edildi. Reyhâne ( radıyallahü anha ) da savaş esîrleri arasında bulunuyordu. Ganîmetler taksim edilip, sıra esîrlere gelmişti. Reyhâne ( radıyallahü anha ) da Peygamber efendimizin hissesine düşmüştü. O zaman Yahudilik dinine inanan Reyhâne’yi ( radıyallahü anha ) dilerse kendi dininde kalmak, dilerse müslüman olmak husûsunda serbest bırakmışlardı. Reyhâne ( radıyallahü anha ) de: “Ben kendi dinimde kalmak istiyorum diye Peygamberimize ( aleyhisselâm ) arz etmişti. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) daha sonra Reyhâne ( radıyallahü anha )’ya şöyle buyurdular: “Sen Allahü teâlânın ve O’nun Resûlünün yolunu tutmak ister misin. Ben böyle münasip (uygun) görüyorum.” Reyhâne ( radıyallahü anha ) da, “Evet,” dedi. Peygamber efendimiz bu davranışından sonra Reyhâne’yi ( radıyallahü anha ) âzâd (hür serbest) ettiler. Kendilerini, bizzat Mehir vererek, nikâhına aldılar. Ayrı bir ev açarak hanımları arasına koydular. Reyhâne, 10. (632) yılda Resûl-i Ekrem Vedâ haccından döndükten bir müddet sonra Medine’de vefat etti Peygamber efendimiz, evlenmelerinin hepsini Hazreti Âişe’yi Allahü teâlânın emri ile nikahladıktan sonra yaptı. Bunlar dînî, siyâsî veya merhamet ve ihsân ederek yapılan evlenmelerdir. Nitekim Reyhâne ( radıyallahü anha ) ile de olan evlenme böyledir. Reyhâne ( radıyallahü anha ) sakin, temiz karaktere sahip, yumuşak huylu bir hanımefendi idi. Reyhâne bint Şem‘ûn
Doğum : 608
Doğum Yeri : Hafn/Mısır
Babası : Şemun
Evlilik tarihi : 629 / H. 7
Vefat : 637 / H. 16 (Baki Kabr.)
Mâriye bint Şem’ûn el-Kıbtiyye (ö. 16/637),
Hz. Peygamber, hicretin 7. (628) yılında komşu ülkelerin hükümdarlarını İslamiyet’e davet etmeye başlayınca Bizans’ın İskenderiye valisi ve Mısır’ın mukavkısı olan Cüreyc b. Mînâ’ya da Hâtıb b. Ebû Beltea ile bir mektup gönderdi. Mektup okuyup ona değer verdiği, hatta benimsemesine rağmen Bizans imparatorundan çekindiği için İslamiyet’i kabul etmediği ileri sürülen Cüreyc b. Mînâ Rasûl-i Ekrem’e yazdığı cevabî mektupla birlikte cariyelerinden Mâriye ile kız kardeşi Sîrîn’i, ayrıca 1000 miskal altın, kıymetli elbiseler, kumaşlar, güzel kokular, bir merkep, bir katır vb. hediyeler yolladı. Mâriye (r.anha) dolayısıyla Mısırlılar’ı kendine hısım kabul eden Rasûl-i Ekrem, ileride Mısır fethedildiği zaman halkına iyi davranılmasını tavsiye etmiş ve bu tavsiyesi yerine getirilmiştir. Hâtıb b. Ebû Beltea’nın Medine’ye dönerken yanındakilere İslamiyet’i anlattığı, Mâriye ve Sîrîn’in Müslüman olduğu,zikredilmektedir Hz. Hatice dışında hiçbir hanımından çocuğu olmayan Rasûl-i Ekrem’in 8 yılının Zilhicce ayında (Nisan 630) Mâriye (r.anha)’den bir erkek çocuğu dünyaya gelince Mâriye “ümmüveled” statüsüne geçerek hürriyetine kavuştu. Güzel bir hanım olduğu belirtilen Mâriye (r.anha)’ye Rasûl-i Ekrem’in ilgi göstermesi başta Hz. Aişe (r.anha) olmak üzere diğer eşlerinin kıskanmasına yol açtı.
Bismillahirrahmanirrahim
HİCRİ 1.YIL
Peygamberimiz'in (sav) Mescidinin Yapılışı
Ezan
Hz. Hamza'nın (ra) Sîfü'l-Bahr'e Gönderilişi
Ubeyde b. Hâris'in (ra) Râbığ'a Gönderilişi
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Harrar'a Gönderilişi
HİCRİ 2.YIL
Cihat Emri / İzni
Ebvâ (Veddan) Gazâsı
Buvat Gazâsı
Sefvan Gazâsı
Zü'l-Uşeyre Gazâsı
Nahle Seferi
Kıblenin Kâbe'ye Çevrilişi
Ramazan Orucunun Farz Kılınışı
Teravih Namazı
Bedir Savaşı
Sevık Gazası
Fıtır Sadakası ve Bayram Namazları Zekat Farizası
HİCRİ 3.YIL
Karkaratü'l Küdr Gazası
Ka'b b. Eşref'in Öldürülmesi,
Gatafan Gazası
Ebu Râfi'in öldürülüşü
İbn Süneyne (Sübeyne)'nin Öldürülüşü
Buhran Gazası
Karde Seferi
Hz Hasan'ın (ra) doğumu
Uhud Savaşı
HİCRİ 4.YIL
Katan Seferi
Abdullah b. Üneys (ra) Seriyyesi
Reci Seferi
Bi'r-i Mauna olayı
Amr b. Ümeyye Seriyyesi
Beni Nadir yahudileri Medine'den Sürüldü
İçki Haram Kılındı
Hz Ali 'nin (ra) annesi Fatıma hatun vefat etti
Hz. Zeyneb'in Vefatı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Torunu ve Hz. Osman'ın Oğlu Abdullah'ın Vefatı
Ebu Seleme Abdullah b Abdulesed (ra) vefat eti
Hz Hüseyin Doğdu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ümmü Seleme ile Evlenişi
Bedru'l Mev'id Gazvesi
HİCRİ 5.YIL
Zatürrika Gazvesi
Dümetü'l Cendel Gazvesi
Müzeyneler Müslüman oluyor
Beni Mustalık Gazası (Müreysi’ Savaşı)
Rasulullah (sav)'ın Cüveyriye binti Haris ile evlenmesi
Hz. Aişe ve İfk (İftira) olayı
Peygamberimiz'in (sav) ,Hz Zeyneb b.Cahş ile evliliği
HENDEK SAVAŞI
Beni Kurayza Gazası
HİCRİ 6.YIL
Kurata seferi
Beni Lihyan seferi
Gabe gazası
Gamre seferi
Zülkasse seferi
Cemum seferi
Iys seferi
Tarf seferi
Dümetül Cendel seferi
Fedek seferi
Beni Fezare seferi
Ükl ve Üraniler
Hudeybiye Antlaşması
HİCRİ 7.YIL
Peygamber (sav) elçileri
Hayberin fethi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile Evlenişi
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması
Vâdi'l-kurâ Gazası
Hısma Seferi
Teymâ seferi
Benî Fezâre Seferi
Türebe Seferi
Hz. Ebu Bekr'in Necd seferi
Benî Mürre Seferi
Meyfaa seferi
Cinab Seferi
UMRETÜ'L-KAZA
HİCRİ 8.YIL
Peygamberimiz Aleyhisselam'ın Kızı Hz. Zeyneb'in Vefatı
Mute Gazası
Mekke'nin Fethi
Huneyn Savaşı
Taif Kuşatması
Halid b. Velid ile Osman b. Talha'nın Müslüman Oluşu
HİCRİ 9.YIL
Müslüman Kabilelere Valiler ve Zekat Tahsil Memurları Gönderilişi
Medine'ye Gelen Benî Temim Heyeti
Hâris b. Dırâr el-Huzâî'nin Medine'ye Gelişi, Müslüman Oluşu ve Benî Mustalıkların da Müslüman Olmalarını Sağlayışı
Benî Esed b. Huzeymelerin Müslüman Oluşu
Urve b. Mes'ud'un Müslüman Olup Taiflileri Müslümanlığa Davet Edişi ve Şehit Edilişi
Benî Uzre Heyetinin Medine'ye Gelmeleri ve Müslüman Olmaları
Kutbe b. Âmir'in Has'amlara Gönderilişi
Abdullah b. Avsece'nin Hârise b. Amr b. Kurayt Oğullarına Gönderilişi ;
Dahhâk b. Süfyan'ın Kurataları Te'dibe Gönderilişi
Beliyy Heyetinin Medine'ye Gelişi ve Müslüman Oluşu
Habeş Necaşî'si Ashama'nın Vefat Edişi ve Kendisi İçin Gıyâbî Olarak Medine'de Cenaze Namazı Kılınışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevcelerinden 1 ay inzivaya çekilişi