Efendimizin Hanımları

Hatice binti Hüveylid (ra)
Sevde binti Zem'a (ra)
Aişe binti Ebi Bekir (ra)
Hafsa binti Ömer (ra)
Zeynep binti Huzeyme (ra)

Ümmü Seleme (ra)
Zeynep binti Cahş (ra)
Cüveyriye binti Haris (ra)
Ümmü Habibe (ra)
Safiyye binti Huyey (ra)
Meymune binti Haris (ra)
Reyhane binti Zeyd (ra)

Mariyetü'l Kıptiye (ra)


(555-620)
Babası : Hüveylid b. Esed
Kabile : Esedoğulları / Mekke
Akrabalar : Zübeyr b Avvam ve
Hakim b Hizam'ın halası 
Amca : Amr b. Esed
Babasının amca oğlu : Varaka b. Nevfel
Kardeşleri : Avvam,Nevfel,Hizam,
Hale ve Rukiyye
Oğulları : Hind b. Ebu Hale, Haris b Ebu Hale
Kasım, Abdullah 


Hz. Hatice varlıklı, şerefli, Cahiliyet’te bile
“Tahir [Temiz]” lakabıyla anılan bir ha­nımdı.

İslamiyet’ten önce Şam taraflarına kervanlar gönderir, ticaretle meş­gul olurdu.
Çalıştığı kimselere malının kazancından verirdi.
O sıralarda Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
doğruluğunu, emin oluşunu, sadakatini,
güzel ahlakını işitmişti.
Meysere ile birlikte Şam tarafına bir ticaret
kervanı götürme teklifinde bulundu.

Hz. Muhammed (a.s.m.) bu teklifi kabul etti.
Kervan hazırlandı ve Hz. Muhammed (a.s.m.), Meysere ile birlikte yola çıktı.

Şam yakınlarındaki bir manastır civarında konakladılar.
İstikbalin nebisi, bir ağacın altında gölgeleniyordu.
Manastırda bulunan rahip, Meysere’ye ağacın altında oturanın kim olduğunu sordu.
Meysere, “Mekke halkından ve Kureyş kabilesinden bir zattır.” de­di.

Rahip heyecanlanmıştı. “O ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka kim­se inmemiştir!” dedi.
Sonra da Peygamberimi­zin (a.s.m.)
İncil’deki vasıflarından birini sordu.
Müspet cevap alınca da, “O, peygamberdir, hem de peygamberlerin sonun­cu­su­dur.
Keşke ben onun pey­gamber olarak
gönderileceği zamana erişmiş olsaydım!” dedi.

Nihayet Re­sû­lul­lah, Meysere ile birlikte
götürdükleri ticaret mallarını sattı­lar.

Bir hayli kâr ederek Mekke’ye döndüler.
Meysere, rahibin sözlerini ve yolculuk esnasında Peygamberimizden gördü­ğü birtakım harikalıkları Hz. Hatice’ye haber verdi.
Hz. Hatice merakla kervanın gelmesini bekledi.
Nihayet kervan karşıdan gö­ründü.

Kafile yaklaştığında, Peygamberimizin
başında onu sıcaktan koruyan bir bulut gördü.
Çok heyecanlandı.

Yanındaki kadınlara, “Bakın, bakın!
Muhammed melekler tarafından gölgeleniyor.” dedi.

Bir müddet sonra Peygamberimiz evin önüne geldi ve malları Hatice’ye (r.anha) teslim etti.
Hatice, konuşulan ücretin daha fazlasını vererek Peygamberimizi memnun etti.

Hz. Hatice, Peygamberimizle evlenmeyi, bundan sonraki hayatını onunla birlikte geçirmeyi düşündü.
Re­sû­lul­lah’a bir haberci göndererek şöyle dedi: “Şeref ve emniyet sahibi olman, güzel ahlakın ve doğruluğun sebebiyle bana yakın olmanı isterim.”
Hz. Hatice bu sözleriyle, Re­sû­lul­lah ile evlenmek istediğini belirtiyordu.
Re­sû­lul­lah bu teklifi alınca amcalarıyla istişare etti.

Böyle bir evliliği uygun görüp görmediklerini sordu.
Onlar bunu uygun buldular.

Ebû Tâlib, Hatice’ye giderek meselenin mahiyetini araştırdı.
Yeğeniyle evlenmek istediğini bizzat onun ağ­zından işitti.
Bunun üzerine her iki taraf da düğün hazırlıklarına başladı.
Düğün merasimi­nin tarihini Hatice tespit etti.
Merasim onun evinde yapılacaktı.

Belirtilen tarih­te Peygamber Efendimiz, amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ile gelenleri, Hatice’nin evine geldiler.
Diğer taraftan Hatice’nin amcası Amr bin Esed, amca­sının oğlu Varaka bin Nevfel ve diğer akrabası da Hz. Hatice’yi temsilen hazır bulunuyorlardı.
Düğün için hazırlıklar tamamlandı, koyunlar kesildi, yemekler yapıldı.
Ye­mekler yenildikten sonra geleneğe göre Ebû Tâlib ayağa kalktı ve soyunu şere­fini anlatan bir konuşma yaptıktan sonra, yeğeni Muhammed (a.s.m.) için Hati­ce’ye talip olduklarını bildirdi.

Şöyle bir konuşma yaptı: “Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, sizin akrabanızdır.
Onunla Ku­reyş’ten hiçbir genç tartılmaz ve ölçülmez.
O şeref ve asaletçe, akıl ve fazilet­çe onların hepsinden üstündür.
Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki!
Ge­çici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey!
Allah’a yemin ederim ki, bundan böyle onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir.
Şimdi o sizden kızınız Hatice’yi zevceliğe istemekte, mehir olarak da 20 erkek deve vermeyi kabul etmektedir.”

Ebû Tâlib’in bu konuşmasından sonra Varaka bin Nevfel ayağa kalktı.
O da soyunu methettikten sonra Hatice’yi Peygamberimize uygun gördüğünü ilan ederek şöyle dedi: “Allah’a hamd olsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı.
Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi.
Biz de Arapların büyüğü ve reisiyiz, siz de...
Arap­lardan ve diğer insanlardan hiç kimse sizin faziletinizi ve iftihar ettiğiniz şeyleri reddetmez.
Biz de sizinle akrabalık kurmak ve şereflenmek istiyoruz.
Ey Kureyş topluluğu, şahit olunuz ki, ben Huveylid’in kızı Hatice’yi 20 deve mehirle Muhammed bin Abdullah ile nikâhladım.”

Varaka bin Nevfel konuşmasını bitirince, Hatice’nin amcası Amr bin Esed de ayağa kalkarak bu evliliğe razı olduğunu söyledi.
Böylece Hz. Hatice,Kâinatın Efendisi’ne hanım olma şere­fine erişti.
Peygamberimiz muhterem zevcesini alarak amcası Ebû Tâlib’in evine geldi.
Burada iki deve kestirerek düğün yemeği verdi.
Ebû Tâlib de bu mesut evlili­ğin hatırasına deve kesti, halka ziyafet verdi.

Bu arada Cenâb-ı Hakk’a, verdiği bu nimet için teşekkür ediyor, “Allah’a hamd olsun ki, bizden bütün üzüntüleri giderdi.” diyordu.
Peygamberimiz (a.s.m.), amcasının evinde ancak birkaç gün kalabildi.
Sonra hanımı Hz. Hatice’nin evine yerleşti.

Hz. Hatice, Peygamberimizle evlendiği sırada 40 yaşında bulunuyordu. Peygamberimiz ise o sırada 25 yaşında bir gençti.
Peygamber Efendimiz böylece ilk evliliğini,
kendisinden 15 yaş büyük bulunan dul
bir kadınla ya­pıyordu.

Hz. Hatice bütün servetini Peygamber Efendimizin “emin” ellerine teslim et­ti.
Re­sû­lul­lah (a.s.m.) ticarete devam etti.
Muazzez hanımının güvenini boşa çı­karmadı.
Bol kazanç elde etti.
Fakat bu varlık onun sade hayatını değiştirmedi.
Önceki hâli ne ise o hâlini muhafaza etti.
Hiçbir zaman israfa ve gösterişe kaç­madı.
Zaten onun kalbini ve ruhunu bambaşka ulvi duygular kuşatmıştı.
Dünya sevgisine o kalpte yer yoktu.

Hz. Hatice, Peygamberimizden yaşça büyük olmasına rağmen, ona karşı son derece hürmetkâr, nazik ve saygılı idi.
Bir dediğini iki etmiyordu.
Hanım olma­nın gerektirdiği bütün vazifelerini yerine getiriyor, maddi manevi hiçbir fe­dakârlıktan sakınmıyordu.

Artık gönlündeki boşluk dolmuş, Son Peygamber’e hanım olma şerefine erişmişti.
Peygamber Efendimiz bu mesut evlilikleriyle “Bir aile nasıl kurulur?
İki eş nasıl geçinir?
Aile yuvası nasıl cennetten bir köşe olur?...” suallerine canlı misaller vererek beşeriyet âlemine rehberlik ediyordu.

Hz. Hatice, misafirperverlikte ve cömertlikte eşsiz bir mevkie sahipti.
Bu itibarla, evden misafir hiç eksik olmuyordu.

Peygamber Efendimizin, Hz. Hatice ile evliliğinin ilk meyvesi olarak Kâsım dünya­ya geldi.
Peygamberimiz “Ebû’l-Kâsım” künyesini aldı.

Daha sonra, Zeyneb, Ru­kiyye, Fâ­tıma, Ümmü Gülsüm; peygamberlikle vazifelendirildikten sonra da Abdullah (Tay­yib) dünyaya geldi.
Bunlardan Kâsım ve Abdullah, Mekke’de daha küçük yaştayken vefat ettiler.
Peygamberimizin Hz. Fâtı­ma haricindeki diğer çocukları da kendisinden ön­ce vefat etti.
Fâtıma da muhte­rem babasının dünya değiştirmesinden altı ay sonra vefat etti.

Miladi 610 yılının Ramazan ayıydı...
Peygamberimizin mübarek ömrü 40’ı bulmuştu.
Her zamanki âdeti üzere yine Hira Mağarası’na gitmiş, sabaha kadar Rabb’ine ibadet etmişti.
Zaman seher vakti idi.

Nihayet İlahî vazifenin tebliğ edileceği vakit gelmişti.

Rabb’inden emir alan Cebrâil (a.s.), en güzel bir insan suretinde ve etrafa güzel kokular saçarak, kâinatın yaradılış sebebi olan Peygam­ber Efendimizin ziyaretine geldi.
Onu korkutmak istemiyordu.
Gür, fakat tatlı bir sesle, “Oku!” dedi.
Konuşurken göklerden ve dağlardan onun sesi geliyordu.
Peygamberimiz çok korkmuştu. “Ben okuma bilmem.” diyebildi. Cebrâil onu kucakladı, sıktı. Yere bıraktıktan sonra tekrar, “Oku!” dedi. Peygamber Efendi­miz yine aynı cevabı verdi.
Cebrâil, Re­sû­lul­lah’ı (a.s.m.) tekrar tuttu ve sıktı. Bir kere daha “Oku!” dedi.
Peygamberimiz yine aynı cevabı verince, Hz. Cebrâil ona ilk âyetleri vahyetti: “Yaratan Rabb’inin ismiyle oku.
O Rabb’in ki, insanı bir kan pıhtısından yarat­tı.
Oku.
Rabb’in sonsuz kerem sahibidir.
O, insana kalemle yazı yazmayı öğre­tendir.
O, insana bilmediğini öğretendir.”
Hz. Cebrâil bunları söyledikten sonra birden kayboldu.
Bu arada Peygambe­rimizin (a.s.m.) heyecan ve korkusu son haddine varmıştı. Hemen mağaradan çıktı ve Mekke’ye doğru hareket etti.

Başından geçenleri bir an önce hanımına
anlatmak istiyor, onun kendisini teselli edeceğini umuyordu.

Peygamberimizin hızlı adımlarla Mekke’ye doğru ilerlerken geçtiği yerler­deki dağ, taş ve ağaçlar “Esselâmu aleyke yâ Re­sû­lal­lah!” diyerek ona selam ve­riyor, onun peygamberlik vazifesini tebrik ediyorlardı.
Peygamber Efendimiz sağına soluna
baktığında ağaçtan ve taştan başka bir şey göremedi.

Nihayet eve gelebildi.
Hz. Hatice, Peygamberimizi sevinçle karşıladı.
Onun şimdiye kadar hiç görmediği şekilde nurlanmış yüzünü görünce gözlerini bir müddet Peygamberimizin mübarek yüzünden ayıramadı.
Bu arada Peygambe­rimizden etrafa güzel bir koku da yayılıyordu.

Hz. Hatice bir şeyler olduğunu tahmin etti.
Peygamber Efendimizin mübarek alnından
öptü ve tatlı bir şekil­de: “Anam babam sana feda olsun!
Ben senin yüzünde şimdiye kadar görmedi­ğim bir nur görüyor, şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir koku alıyorum.” dedi.

Hz. Hatice bunun Varaka bin Nevfel’in
müjdelemiş olduğu peygamberlik
ola­bileceğini tahmin etmişti.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Hatice’yi (r.anha) daha fazla merakta bırakmak istemiyordu.
Fakat çok korkmuştu, heyecanlıydı.
Biraz kendisini toparlamak istiyordu.
“Beni örtünüz, beni örtünüz!” diyebildi.
Hz. Hatice hemen Peygambe­rimizi yatırdı,
üzerini örttü ve rahat etmesi için elinden
gelen gayreti gösterdi.

Daha sonra da merak ve sabır içerisinde, Peygamberimizin, başından geçen hadiseleri kendisine anlatacağı zamanı bekledi.
Bir müddet sonra Re­sû­lul­lah uyandı.
Korkusu ve heyecanı bir parça olsun geçmişti.
Başından geçenleri Hz. Hatice validemize anlattı.

Daha sonra da, “Yâ Hatice! Ben bazı ışıklar görüyorum.
Birtakım sesler işitiyor ve endişe ediyorum!
Putlardan ve kâhinlerden nefret ediyorum!

Böyle iken bana cinler musallat olacak diye korkmaktayım!” dedi.
Peygamberimize ilk zevce olabilecek kadar basiret ve yüksek anlayışa sahip olan Hz. Hatice validemiz onu şöyle teselli etti: “Ey amcam oğlu!
Böyle konuşma!
Korku ve endişe duymana sebep yok.
Üzülme, Allah’a yemin ederim ki, O senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandır­maz.
Çünkü sen sözün doğrusunu söylersin.
Emanete riayet edersin.
Akrabana yakın alaka gösterirsin.
Komşularına nazik ve müşfik davranırsın. Fakirle­re yardım elini uzatırsın.
Evinin kapısını gariplere açar, onları misafir edersin.
Uğradıkları felaket ve musibetlerde halka yardım edersin.
Ey amcamın oğlu, sebat et.
Vallahi senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ederim...”

En yakın sırdaşı, teselli kaynağı ve hayat arkadaşının bu inandırıcı ifadeleri Peygamberimizi sükûnete kavuşturdu.
Hz. Hatice bununla da kalmadı, “Senin peygamber olduğuna ben inanıyorum.” diyerek İki Cihanın Güneşi’ne manen des­tek oldu.
Böyle bir zamanda hanımının tereddütsüz
iman edişi Re­sû­lul­lah’ı çok sevindirdi,
şevkini artırdı.

Peygamber Efendimiz bundan sonra Hz. Hatice’ye, Hz. Cebrâil’den öğrendiği şekilde abdest aldırdı, birlikte namaz kıldılar.
Böylece Hz. Hatice validemiz, Peygamberimize ilk zevce olma şerefine sahip olduğu gibi, ona ilk iman etme ve birlikte ilk namaz kılma bahtiyarlığına da nail oldu.
Başından beri Peygamberimize karşı gösterdiği sayısız fedakârlık, Hz. Ha­tice’nin faziletine bir yenisini daha ekledi.
Allah, vahiy meleği Cebrâil ile bir gün Hz. Hatice’ye selam gönderdi ve ona cennette bir saray hazırladığını bildir­di.
Cebrâil şöyle diyordu: “Hatice’ye Rabb’inden ve benden selam söyle.
Ve onu cennette inciden yapıl­mış bir saray ile müjdele.
Orada ne gürültü patırtı vardır, ne de çalışıp çabala­mak...
Zahmetli ve külfetli şeyler bulunmayacaktır.”

Hz. Hatice, Peygamberimiz Mekke’den
Medine’ye hicret etmeden üç yıl önce
65 yaşındayken vefat etti.

Ondan kısa bir müddet önce de Peygamberimizin am­cası Ebû Tâlib vefat etmişti.
Gerek Ebû Tâlib gibi müşriklerin bütün düşmanlık­larına hedef olan ve Peygamberimizi bağrına basarak onu korumaktan geri dur­mayan fedakâr amcasını, gerekse Hz. Hatice gibi cefakâr ve fedakâr hayat arka­daşını peş peşe kaybetmek Peygamberimiz için üzücü olmuştu.
Bu sebeple o yı­la “Hüzün Yılı” denildi.

Peygamberimiz, Hz. Hatice’ye olan sevgisini onun vefatından sonra da de­vam ettirdi.
Hz. Hatice’nin yakınlarından birisi yanına gelse hâlini hatırını so­rar, ona ikramda bulunurdu.
Hz. Hatice’nin keremkârlığını, en sıkışık ânında kendisine yaptığı büyük yardımları her zaman zikrederdi.
Öyle ki, Hz. Hatice hayatta olmadığı hâlde, Hz. Âişe validemizin, Peygamberimizin ondan bahset­mesinden dolayı kıskançlık duyduğu da olurdu.
Bir defasında Re­sû­lul­lah (a.s.m.) yine Hz. Hatice’nin iyiliklerinden bahsedi­yordu.
Hz. Âişe de orada idi.
Kendisini tutamadı ve “Hep Hatice’den bahseder­siniz.
Hâlbuki Allah size ondan daha genç ve güzel hanımlar vermiştir.” dedi.
Peygamberimiz, Hz. Âişe’nin bu sözleri üzerine şöyle buyurdu: “Hayır, Allah ondan daha hayırlısını bana vermedi.
Çünkü o herkesin küfür içerisinde olduğu bir zamanda bana iman etti.
Herkesin beni yalanladığı bir za­manda beni tasdik etti.
Herkesin her şeyi benden esirgediği bir zamanda, o beni malına ortak etti.
Ve Allah bana ondan çocuklar ihsan etti.”
Bunun üzerine Hz. Âişe validemizdeki Hz. Hatice’ye (r.anha) karşı olan kıs­kançlık duygusu tamamen ortadan kalktı.
Bu sözünden dolayı mahcup oldu ve “Ey Allah’ın Resûl’ü, seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra Hatice’nin menkıbelerini bize anlatmanı istiyorum.” diyerek Pey­gamber Efendimizin (a.s.m.) gönlünü aldı.

Peygamber Efendimiz şu hadis-i şerifiyle, kadınlar arasında Hz. Hati­ce’nin mevkiini ifade etmektedir: “Cennet kadınlarının en hayırlısı Hatice, Fâtıma, Meryem ve Asiye’dir.”
Allah onlardan razı olsun!




Sevde Binti Zem'a (ra)

Sevde binti Zem’a bin Kays bin Abdişems bin Abdivüdd bin Nasr bin Mâlik bin Hasel bin Âmir, el-Kureyşi, el-Âmiridir.
Annesinin ismi ise, Şemmûs bint-i Kays 
Hazreti Sevde’nin vefâtı Hazreti Ömer’in halifeliğinin son yıllarına rastlamaktadır.
Hazreti Sevde, amcasının oğlu Sekran
İbn-i Âmir ile ilk evliliğini yapmıştı.

İslâmiyetin geldiği ilk yıllarda; kocası Sekran İbn-i Amr ile îmân ederek müslüman oldular.
Bu sırada Mekkeli müşriklerin müslümanlara yaptıkları eza ve cefâlar dayanılmaz, akıllara durgunluk verecek halde idi. Bunun üzerine
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) müslümanların Habeşistan’a hicretine izin vermişlerdi. Hazreti Sevde; kocası Sekran ile birlikte ikinci Habeşistan hicretine katılarak oraya gitmişlerdi.

Daha sonra Habeşistan’dan
Mekke’ye döndüler.

Hazreti Sekran Mekke’ye dönüşünden kısa bir müddet sonra vefât etti.
Hazreti Sevde, kocası Hazreti Sekran’ın vefâtında 50 yaşlarında idi.
O’nun imânındaki sadakati, bütün zorluklara rağmen İslâm Dîni’nden dönmemesi, bu yolda başını ortaya koyması, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) üzerinde çok derin bir tesir bırakmıştı.
Fakat Hazreti Sevde kocasının vefâtı ile çok üzüldü, sanki kolu kanadı kırılmış gibiydi.
Hiçbir sahabenin üzülmesine ve kalbinin kırılmasına dayanamayan
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) yaşlı ve dul olan Hazreti Sevde’ye evlilik teklif etti.

O ise bunu sevinerek kabûl etti.
Peygamber efendimiz evlenmelerinin hepsini; Hazreti Âişe’yi Allahü teâlânın emri ile nikahlandıktan sonra yaptı.
Bunlar dinî, siyâsî veya merhamet ve ihsân ederek yapılan evlenmelerdir.
Nitekim Sevde ( radıyallahü anha ) ile olan evlenme de böyledir.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrâil(a.s)’ın Allahü teâlâ’dan getirdiği izinle olmuştur.”
Sevde ( radıyallahü anha ) îmân edip müslüman olduğu zaman, babası Zem’a ile kardeşi Abdullah henüz İslâm Dîni’ni kabûl etmemişlerdi.
O’nun İslâmiyetten aldığı güzel ahlâkı, edebi ve terbiyesi; çevresi üzerinde çok büyük tesir yapmıştı.
Onlara devamlı hareket ve sözleriyle İslâmiyetin üstünlük ve büyüklüğünü anlatırdı.
Hazreti Sevde’nin, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) ile evlenmesini duyan kardeşi Abdullah bin Zem’a çok üzüldü. 
Daha sonra pişman oldu
Annemizin (ra) yakınlarının hepsi Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) Medine’ye hicretinden önce îmân ederek müslüman olmuşlardı.
Hazreti Sevde, Peygamberimize ( aleyhisselâm ) karşı çok itaatkâr idi.
O’na karşı edeb ve terbiyesinde hiç kusur etmez, emirlerini titizlikle yerine getirirdi. Her yerde O’nunla beraber olmayı ve O’na hizmetle şereflenmeyi canla başla isterdi. Çok şakacı ve latifeyi severdi. Birçok kerre Peygamberimizi ( aleyhisselâm ) şakalarıyla sevindirmiş ve duâsını almıştır.

Hazreti Sevde de,
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) ile birlikte diğer hanımları gibi sırası geldiğinde savaşlara iştirâk ederdi.

Uhud Savaşına katılarak, oradaki birçok müslümanın yarasını sarmış, onlara su taşıyarak çok büyük hizmetler etmişti.

Peygamberimizle ( aleyhisselâm ) son veda haccında bulunmuş, O’nun vefâtından sonra bir daha hac ve umreye gitmemiştir.

Sevde ( radıyallahü anha ), alçak gönüllülüğü, eli açıklığı, bol sadaka dağıtmasıyla tanınırdı. Kendisine gelen bütün hediyeleri fakîrlere verir, onların sevinmesinden çok zevk duyardı. Bir gün Peygamber efendimizin hanımları huzûra toplanarak Ona sordular. “Yâ Resûlallah, bizim içimizden hangimiz size en önce kavuşacak dersiniz?” Bunun üzerine Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) de; “Vefâtımdan sonra bana ilk kavuşacak olan kolu uzun olanınızdır” buyurduğunu Sevde ( radıyallahü anha ) rivâyet etmiştir.

Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra hanımlarının içinde en çok sadaka dağıtan ve cömert olan Hazreti Zeyneb binti Cahş vefât etti.

Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) diğer hanımları ise yukarıdaki hadîs-i şerîfin mânâsını ancak o zaman anlayabilmişlerdi.

Peygamberimizden ( aleyhisselâm ) bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler dört-beş taneyi geçmemektedir.

Sevde’nin ( radıyallahü anha ) Hazreti Ömer’in halifeliğinin son zamanlarında vefât etmesi de, az hadîs rivâyetinde bulunduğunu doğrulamaktadır. 

Ümmü’l-Esved Sevde bint Zem‘a b. Kays el-Kureşiyye (ö. 23/644) Mekke’de doğdu.
Sevde kocası vefat edince beş çocuğu ile yalnız kaldı.

Peygamberliğin 10. (620) yılında Hz. Hatice’nin vefatının ardından sahâbeden Osman b. Maz‘ûn’un hanımı Havle bint Hakîm’in tavsiyesiyle Resûl-i Ekrem Sevde’ye evlenme teklif etti.

Sevde çocuklarının kendisini rahatsız edebileceği endişesini dile getirdiyse de Hz. Peygamber bunda bir sakınca bulunmadığını söyledi

Resûl-i Ekrem, Medine’ye hicret edip orada Hz. Âişe ile evleninceye kadar Sevde onun üç yıl boyunca tek eşi oldu.

Hz. Hatice vefat ettiğinde yaşları küçük olan Ümmü Külsûm ile
Fâtıma’ya annelik etti.

Resûlullah da kendisiyle evlendiğinde yaşı ellinin üzerinde olan Sevde’yi müşrik yakınlarından gelebilecek sıkıntılara karşı korudu.

Hicâb âyetinin nüzûlüne vesile oldu

Resûl-i Ekrem’in diğer hanımlarıyla ve bilhassa Hz. Âişe ile iyi geçinirdi. Âişe de onu sever, kendisine benzemeyi arzuladığını söylerdi

Tahrîm sûresinin ilk âyetlerinin nâzil olmasına sebep olan bal şerbeti olayında Sevde, Hz. Âişe’nin dediğini yaptı, fakat daha sonra pişman oldu

Hayatının ilerleyen dönemlerinde Hz. Peygamber’in kendi yanında geceleme sırasını Âişe’ye bırakmış, onun bu davranışı benzeri durumlar için delil olarak kullanılmıştır

Bir rivayete göre Sevde, yaşlandığı için kendisini boşamasından endişe duyarak Resûl-i Ekrem’e başvurmuş, âhirette peygamber hanımı olarak haşrolmak istediğini ve geceleme hakkını Hz. Âişe’ye devrettiğini belirtmiş, bunun üzerine Nisâ sûresinin 128. âyeti nâzil olmuştur.

Sevde (ra) 23 (644) yılında Medine’de vefat etti, cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı ve Cennetü’l-bakī‘a defnedildi.




Hazreti Aişe (ra)

Peygamber Efendimizin mübarek hanımı, “müminlerin annesi,” Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) en sadık sahabisi olan Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) kızı Hz. Âişe’nin fazilet ve meziyetleri saymakla bitmez.
İlim, ahlak, takva bakımından da eşsiz olan Hz. Âişe, fıkıh, hadis ve Kur’ân tefsiri gibi hususlarda temayüz etmiş, müstesna bir insandır.

Hz. Âişe, nübüvvet güneşinin Mekke ufuklarını aydınlatmasından dört yıl sonra dünyaya gözlerini açmıştı.
İman-küfür mücadelesinin üzerinden henüz 10 yıl geçmişti.
Hz. Âişe altı yaşlarında bir kızcağızdı.
Sevimli, zeki ve güzeldi.
Hz. Ebû Bekir gibi büyük bir sahabinin terbiyesinde yetişiyordu.
Gerek böyle bir babanın terbiyesi, gerekse yaradılıştan Allah’ın kendisine verdiği zekâ ve kabiliyetler, onun büyük bir vazifeye namzet olduğunu gösteriyordu.

10. yıl, Peygamberimiz için “Hüzün Yılı” olmuştu.
Zira aynı yıl için­de pek sevdiği, en zor günlerde yardım ve himayelerini gördüğü iki büyük insanı kaybetmişti.
Bunlardan biri amcası Ebû Tâlib, diğeri de hanımı Hz. Hatice idi.
Hz. Hatice’nin vefat ettiği bu Hüzün Yılı’nda Cebrâil, Resûl-i Ekrem’e gele­rek onu teselli etti, Hz. Âişe’nin suretini ona göstererek, “Ey Allah’ın Resûl’ü, Hatice’ye muka­bil bu kız senin hüzün ve yalnızlığını bir nebze giderip, sana hanım olacaktır.” dedi.
Re­sû­lul­lah (a.s.m.), Hz. Ebû Bekir’in evine sık sık gider, İslam’ın yayılması hususunda kendisiyle istişarelerde bulunurdu.
Bu sırada bir gün yine bu mesut eve gittiğinde Ümmü Rûmân’a, “Aişe’yi koruyup ona iyi muamele et­menizi tavsiye ederim.” demişti.
Osman bin Maz’un’un hanımı Havle, Peygambe­rimize gelerek Âişe ile nikâhlanması teklifinde bulundu.
Peygamberimiz o sırada yalnız bulunuyordu.
Havle’nin teklifini müspet karşıladı.
Onu kendisi­ne vekil tayin etti.
Havle (r.anha), sevinçle Hz. Ebû Bekir’in evinin yolunu tuttu.

Kapıyı ona Ümmü Rûmân açtı.
Hz. Havle hemen müjdeyi verdi.
Ümmü Rûmân, sevin­mekle beraber bir şey diyemedi, çünkü Hz. Ebû Bekir evde yoktu. Biraz sonra Ebû Bekir (r.a.) geldi.
Bu teklif karşısında sevinç ve heyecan duydu.
Bundan sonra Peygamberimizin
Hz. Âişe ile nişanı yapıldı.
Fakat o zaman Hz. Âişe altı yaşındaydı. Bunun için üç sene nişanlı kaldılar.
Hz. Âişe’yi nikâhlayarak yanına aldı.
Hz. Âişe o sıralar dokuz yaşında bulu­nuyordu.

Burada hatıra gelebilecek bir sual üzerinde kısaca durmak istiyoruz:
Bundan 1400 sene evvel Arap âdetlerine göre, bir kız 9-10 yaşınday­ken evlenebiliyordu.

Bu, gayet normaldi.
Hattâ bir kızın 10 veya 12 yaşını geçmesi onun evde kalmasına sebep olabiliyordu
Diğer taraftan, sıcak memleketlerde kız çocuklarının daha çabuk geliştikle­rini de unutmamak gerekir.
İşte, Peygamber Efendimiz, yaşadığı zaman ve ik­limin örf ve âdetlerine uyarak, normal ve hoş görülecek bir yaşta Hz. Âişe ile evlenmiştir.
Gerek Peygamberimize dünürlük yapan Hz. Havle’nin, o sırada henüz altı yaşında bulunan Hz. Âişe’yi Peygamberimize teklif etmesi, gerekse do­kuz yaşına girdiğinde babasının, Peygamberimizden, artık Hz. Âişe’yi yanına almasını istemesi, bunun normal olduğunu gösteren başka cihetlerdir.
Peygamberimiz bu evliliğiyle, erkeklerden ilk Müslüman ve sadık bir sahabisi olan Hz. Ebû Bekir’le daha da yakınlaştı.
Ama Peygamberimizin bu evliliğindeki en büyük hikmet, Hz. Âişe’nin, nikâ­hında bulunduğu dokuz yıllık kısa bir müddet içinde kazandığı İslami ilim ve fa­ziletle İslam’a yaptığı hizmette aranmalıdır.
Dinî hükümlerin zahirî olanları­nı Ashâbının görüp bilmesi her zaman mümkündü.
Ama İslam’ın aile mahremi­yetine ait hükümleri böyle değildi.
Bunların ümmete duyurulması için böylesine zeki ve ferasetli bir hanıma ihtiyaç vardı.
Bu mühim vazifeye namzet olacak birinin de, daha küçük yaştan itibaren Re­sû­lul­lah’ın terbiyesinde bulunması gerekiyordu.
Zira bir insanın belli bir gaye için yetiştirilmesi, onun kabiliyetlerini tâ küçük yaştan itibaren o gayeye doğru yönlendirmekle mümkündür.
Nitekim kadınlardan Hz. Âişe bu vazifeyi yerine getirirken, erkeklerden de Enes bin Mâlik aynı şekilde Re­sû­lul­lah’ın terbiyesinde küçük yaştan beri bulun­muş, görüp duydukları birçok hadisi ümmete duyurmuştur.
Gençliğinin en verimli çağını Re­sû­lul­lah’ın yanında geçiren Hz. Âişe, kısa za­manda ondan pek çok şey öğrendi.
Hz. Âişe’nin, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Re­sû­lul­lah onu pek çok sever ve bunu da zaman zaman ifade ederdi.
Bir defasında Re­sû­lul­lah’a sordular: “İnsanlardan sana en sevimli kimdir?” Peygamberimiz (a.s.m.), “Âişe’dir.” buyurdu.
“Erkeklerden, yâ Re­sû­lal­lah?” dediklerinde ise, “Babası.” buyurdu.
Hz. Âişe, Peygamberimizin diğer hanımlarından daha faziletli olduğunu, bir şükür vesilesi olarak bizzat kendisi de ifade ederdi: “Benim gibi genç yaşta Re­sû­lul­lah ile nikâhlanan olmadı.
Anne-babası ben­den başka muhacir olan olmadı.
Benim beraatimi Allah semadan indirdi.
Cebrâil (a.s.), Harîre’de inip benim suretimi ona arz etmiş ve ‘Onunla evlen, çünkü o senin hanımındır.’ demiştir.
Re­sû­lul­lah ile aynı kapta birlikte yıkanırdık, başkala­rıyla böyle olmazdı.
Namazda yanında dururdum, başkaları duramaz­dı.
Yanın­da olduğum hâlde Cebrâil huzuruna girerdi, hâlbuki diğer hanımlarının ya­nında gelmezdi.
Allah onun ruhunu, başı göğsüme yaslı olduğu sırada aldı.
Benim evimde vefat etti, yine benim evime defnedildi…”
Hz. Âişe’nin de ifade ettiği gibi, Cebrâil’i (a.s.) görme şerefi ona nasip olmuş­tu.
Bunu da Hz. Âişe şöyle anlatır: Bir gün Cebrâil’i (a.s.) odamdan gördüm. At üzerindeydi. Re­sû­lul­lah ona ni­da ediyordu. Re­sû­lul­lah evin içine girdiğinde ‘Yâ Re­sû­lal­lah, o çağırdığın kim­di?’ diye sordum. “Sen onu gördün mü?” buyurdu. “Evet.” dedim. “Onu kime benzettin?” diye sordu. “Dıhyetü’l-Kelbî’ye.” dedim. “Sen muhakkak büyük bir hayır görmüşsün.
İşte o, Cibril’dir.” buyurdu.
Biraz sonra da, “Ey Âişe, Cibril sana selam ediyor!” dedi.
Ben de selamına mu­kabele ettim…

Hz. Âişe, hassas bir mizaca sahipti. İnsanlık icabı zaman zaman sinirlenir ve kızardı. Kızdığında bunu Re­sû­lul­lah’a olan hitap tarzıyla ortaya koyardı.
Bir defasında Resûl-i Ekrem (a.s.m.), “Ey Âişe, senin kızdığın ve memnun olduğun zamanları ben bilirim.” buyurdu.
Hz. Âişe, “Nasıl biliyorsun, yâ Re­sû­lal­lah?” diye sordu. Peygamberimiz, “Memnun olduğun zaman ‘Muhammed’in Rabb’ine’ diye ye­min ediyorsun.
Kızdığın zaman ise İbrahim’in Rabb’i hakkı için.’ diyorsun!”
Hz. Âişe validemiz, Peygamberimizi sevindiren ve ona olan saygısını ifade eden şu mukabelede bulundu: “Evet, yâ Re­sû­lal­lah, vallahi öyledir. Fakat ben sinirli olduğum zamanlarda sadece sizin isminizi dilimden bırakırım, sevginiz ise daima gönlümde ya­şar.”
Re­sû­lul­lah ona iyi davranır, bir dediğini iki etmezdi. Hattâ onunla yarış eder­di. Bir defasında yarışı Hz. Âişe kazanmıştı. İkinci yarışta biraz şişmanladığı için Hz. Âişe yarışı kaybetmişti.
Re­sû­lul­lah, “Bu, öncekine bedeldir [ödeştik].” diye latifede bulundu.

Re­sû­lul­lah, Tebük ve Hayber Seferi’nden dönüyordu. Evin ön kısmında bir ör­tü vardı. Esen rüzgâr örtüyü kaldırmış, arkasında Hz. Âişe’nin çocukluğundan kalan oyuncakları meydana çıkmıştı.
Bu sebeple aralarında şöyle bir konuşma geçti: “Ey Âişe, bunlar da ne?” “Kızlarım.” Fakat aralarında iki kanatlı bir de at bulunuyordu. Re­sû­lul­lah onu kastede­rek: “Peki aralarındaki şu nedir?” “Bir at.” “Ya üzerindeki?” “Kanatları.” “Kanatlı at olur mu?” “Duymadın mı, Hz. Süleyman’ın kanatlı atı vardı!”
Re­sû­lul­lah bu cevap üzerine, mübarek dişleri görününceye kadar tebessüm etti.
Bu aynı zamanda Hz. Âişe’nin zekâsına ve kültürüne işaret eden bir cevap­tı.

Hz. Âişe ilim ve zekâsı ile temayüz etmiş, Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) vefatından sonra Sahabe’nin mercii olmuştu.

Hz. Âişe hadis, fıkıh ve diğer dinî hususlarda ümmetin kendisine yaptığı müra­caat­lara cevaplar verirdi.

Ebû Mûsâ el-Eş’arî onun hadisteki derecesini ifade ederken, “Biz Peygamber’in Ashâbı, bir hadis üzerinde müşkilata uğradığımız­da Hz. Âişe’ye sorar ve Hz. Âişe’yi muhakkak o hadisin üzerinde bilgi sahibi olarak bulurduk.” demiştir.

Bazı dinî hususlarda tek başına hüküm çıkararak fakih sahabiler sırasına da geçmiştir.

Hz. Âişe’nin esas hizmeti şüphesiz, dinin aile mahremiyetine ait ve ümmetin öğrenmesi çok zor olan meselelerde olmuştur.

Mahrem meselelerin Re­sû­lul­lah’ın yanında bahsedilmesinden, önceleri o da utanırdı. Fakat zamanla, dinin hükümlerini bildirmekte utanma olmayacağını idrak etmişti. Bir gün Ümmü Süleym, Peygamberimize gelmiş ve şöyle bir sual sormuş­tu: “Yâ Re­sû­lal­lah, kadın rüyasında erkeğin gördüğünü görse gusül icap eder mi?” Âişe de oradaydı. Ümmü Süleym’e, “Kadınları rezil ettin, ey Ümmü Sü­leym!” dedi. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah, “Hayır, kadınları rezil eden sensin!” diye Âişe’ye karşılık verdi. Sonra Ümmü Süleym’e, “Evet, ey Ümmü Süleym, guslet­mesi gerekir.” buyurdu. Ümmü Süleym bu hadiseyi anlatırkan, bundan dolayı utandığını ifade eder…

Hz. Âişe’den hadis rivayet eden Tâbiîn âlimlerinden Mesrûk, bir gün Hz. Âişe’ye gelir ve selam verir. Sonra da “Size bir şey sormak istiyorum, fakat uta­nıyorum!” der. Bunun üzerine Hz. Âişe’nin, “Ben senin annenim, sen de benim oğlumsun.” demesi üzerine Mesrûk, “Kadın, hayızlı iken kocasına neresi helal olur?” diye sorunca, Hz. Âişe, “Cinsî münasebet hariç her çeşit oynaşma.” ceva­bını vermiştir.

Re­sû­lul­lah’ın dizi dibinde yetişen Hz. Âişe, takvada da çok ileri gitmişti.

Na­maz kılarken cübbe, geniş elbise ve göğüsleri üzerine sarkan bir başörtüsü giyerdi.
Onun takva derecesini gösteren şu hadise de ibretlidir: “Evlerinizde vakarı­nızla oturun.
İlk [Cahiliye Devri kadınlarının] açılıp saçılarak ziynetlerini göste­rerek yürüdükleri gibi yürümeyin.”mealindeki âyeti okuduğunda Cahiliye ka­dınlarının içinde bulunduğu fecaati hatırlayıp örtüsü ıslanacak kadar ağlar­dı.
Tesettüre son derece dikkat eden Hz. Âişe, yanına gelenleri bu hususta ikaz ederdi.
Bir gün kardeşi Abdurrahman’ın kızı Hafsa yanına gelmişti. Üzerinde içini gösteren şeffaf bir elbise vardı. Hz. Âişe bunu görünce, o elbiseyi giymemesi için ikazda bulun­muş ve “Bilmiyor musun, Allah Teâla, Nûr Sûresi’nde ne buyu­ruyor?!” demiştir.
Bir defa hac mevsiminde kadınlar Hz. Âişe’ye gelerek onunla birlikte Hacerü’l-Esved’i ziyaret etmek istediklerini söylediler. Hz. Âişe onlara, “Siz gidebi­lirsiniz, ben erkeklerle birlikte ziyaret edemem.” dedi. Tavaf vazifesini de kala­balık döndükten sonra yerine getirdi.
Tâbiîn’den Hz. İshak’ın gözleri görmezdi. Hz. Âişe onu kabul ettiği zaman ba­şını örterdi. Bir gün İshak, Hz. Âişe’ye “Ben âmâ olduğum hâlde benim yanımda örtünüyormuşsun. Hâlbuki benim sizi görmeme imkân yok!” demişti. Hz. Âişe, “Evet, sen beni görmüyorsun, fakat ben seni görüyorum!” diye cevap vermiş­tir.

Hz. Âişe kimseyi incitmez ve fenalık etmezdi. Binlerce hadis rivayet ettiği hâlde, onun birisi hakkında fena bir söz söylediği vaki değildir.

Müminlerin annesi, vaktinin büyük bir kısmını ibadetle geçirirdi. Resûl-i Ekrem’le birlikte geceleri teheccüt namazına devam ederdi. Resûl-i Ekrem’in vefa­tından sonra da bu namazları bırakmadığı rivayet edilir. Bir gece teheccüt na­mazı kılarken yeğeni Kâsım gelmiş, namazdan sonra “ne namazı kıldığı”nı sordu­ğunda Resûl-i Ekrem’in kıldığı teheccüt namazını kıldığını söylemişti.

Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bir gün eve dönmüş, Hz. Âişe’nin başının şiddetle ağrıdı­ğını gör­­müş idi. Hz. Âişe ağrının şiddetinden “Vah başım, vay başım!” diyordu. Bunun üze­­rine Re­sû­lul­lah kendisine, “Ne ehemmiyeti var Âişe? Eğer benden önce vefat edersen seni kendi elimle teçhiz eder, tekfin eder, namazını kılarım.” diye latife etti. Hz. Âişe “Yoksa ölmemi mi istiyorsun?!” dedi. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah (a.s.m.), “Ey Âişe! Senin başının ağrısı geçicidir. Asıl baş ağrısı benimkidir ki, ondan kurtuluşum yoktur!” diyerek kendisinin ve­fat edeceğini haber verdi.Sonra da Hz. Âişe’nin evinde kalmak için diğer ha­nımlarından izin istedi. Başını onun göğsüne dayadığı hâlde ruhunu Rahmân’a teslim etti. Ve onun odasına defnedildi.

Re­sû­lul­lah’ın vefatından sonra herkes Hz. Âişe’ye hürmet duyuyor, bilmedik­leri hususlarda ona müracaatta bulunuyorlardı. Onunla iftihar eden Hz. Ebû Bekir ölüm, döşeğindeyken ona karşı hislerini şöyle dile getiriyordu: “Ey kızım, benden sonra senden daha sevimli bir servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum.”

Hz. Âişe aynı zamanda hadis ve fıkıhta talebeler de yetiştirmiştir. Bazı ha­nımlar ondan aldıkları ilimle temayüz etmişlerdir. Bunlar arasında Âişe bint-i Talha ile Amre bint-i Abdurrahman, Hafsa bint-i Şîrîn, en meşhur olanlarıdır. Hattâ Âişe bint-i Talha, çeşitli beldelerden Hz. Âişe’ye gelen çeşitli hediye ve mektuplara cevap verir, bir nevi Hz. Âişe’nin kâtipliğini yapardı. Ömer bin Abdülaziz bu kadın için, “Hz. Âişe’nin hadislerini ondan daha iyi bilen yoktur.” demiştir. Hz. Âişe’den hadis rivayet eden Tâbiîn büyükleri de vardı.

Bunlar arasında Sâid bin el-Müseyyeb, Alkame bin Kays, Mesruk bin el-Ecda en meşhurları­dır.

Mesruk, bir gün Hz. Âişe’nin huzuruna çıkmıştı. Ona “Rasulullah’ın ahlakını bana anlatır mısın?” dedi. Hz. Âişe, “Sen Kur’ân okuyan bir Arap değil misin?” dedi. O “Evet.” deyince, “İşte, onun ahlakı Kur’ân’ın tâ kendisidir.” diye cevap verdi.

Hanım talebelerinden Amre de bir gün kendisine “Re­sû­lul­lah evde bulundu­ğu zaman nasıl idi?” diye sordu. Hz. Âişe buna şöyle cevap verdi: “O da sizin er­keklerinizden biri gibiydi; lakin insanların en yumuşağı ve en iyisi, çok gülüm­seyen ve tebessüm eden birisiydi.”

Hz. Âişe çok ıstıraplı ve sıkıntılı günler yaşamasına rağmen hiçbir zaman geçim darlığından şikâyetçi olmamıştır. Hz. Peygamber’in saadethanesinde maddi refah görmemekle beraber, o hep başkalarının refahını ister, kanaatkâr bir hayatı her şeye tercih ederdi. Re­sû­lul­lah’ın vefatından sonra İslam fetihleri gelişmiş, halk ganimetler saye­sinde refaha ermişti. Ancak Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem zamanındaki hayatından kılpayı bile ayrılmamış, kanaatkârlığına devam etmişti. Bir gün Ümran bin Zeyd huzuruna girmiş ve “Selâmün aleyküm, ey anne!” de­mişti. “Aleykümü’s-selâm!” dedikten sonra da Hz. Âişe ağlamaya başlamıştı. Ümran “Ey anne, seni ağlatan ne?” diye sorunca, Hz. Âişe şöyle cevap vermişti: “Duydum ki, sizlerden bazıları her çeşit yemekten istediği kadar yiyebiliyor ve bu kendilerine hoş geliyormuş. Nebinizi hatırladım, onun için ağlıyorum! Çün­kü o, bu fâni âlemden ayrılıncaya kadar midesini bir günde iki yemekle doyura­mamıştı. Kâh hurmadan yer, ekmekten yiyemezdi; ekmeği bulduğunda da hur­madan yiyemezdi. İşte beni ağlatan budur…”

Hz. Âişe günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Bir defasında kızgın bir arefe gününde oruçlu idi. Şiddetli sıcak sebebiyle baygınlık geçirmişti. Bu hâlini gören kardeşi Abdurrahman, ona orucunu bozmasını söylemişti. Hz. Âişe kardeşine şöyle cevap vermişti: “Resûl-i Ekrem’den duydum: Arefe günü oruç tutanın bir senelik günahları bağışlanır.”

Hz. Âişe, 2 bin 210 hadis rivayet ederek “en çok hadis rivayet eden yedi sahabiden dördüncüsü” oldu.

Bu hadislerden birkaçının meali şöyledir: “Kadınların en hayırlısıyla evlenmeye bakın. Denginiz olan kadınlarla evle­nin ve emsalinizin kızlarını isteyin.”“Re­sû­lul­lah hiçbir hizmetçisini ve hiçbir hanımını dövmemiştir.”

“Allah yumuşaklıkla muamele edilmesini sever.”

“Kadın kaburga kemiği gibidir, düzelteyim dersen kırarsın!”

Hz. Âişe her hâliyle Müslüman hanımlarının ideal manada örnek alacağı bir hayat geçirmiştir. O da her fâni gibi bu âleme veda etmiş, Re­sû­lul­lah’a kavuş­muştur. Muâviye devrinin son zamanlarıydı… Birçok karışık hadiseyi görüp geçiren ve ismi etrafında dalgalanmalar meydana gelen Hz. Âişe, artık hastalanmıştı.

Hicret’in 58. senesi Ramazan ayının 17. gecesi 66 yaşındayken vitir namazından sonra ruhunu Rahmân’a teslim etti. Hastalığı sırasında kendisini ziyaret eden İbni Abbas, “Âişe ezelden beri müminlerin annesi idi, Hz. Peygamber’in en sevgili zevcesidir.

Teyemmüm hükmü onun sebebiyle nazil olmuştur.

Kur’ân’ın, onun şanına inen âyetleri mescitlerde okunuyor.” sözleriyle onu methedince, Hz. Âişe sözünü kesti ve “İbni Abbas, beni bu gibi medih­ler­den uzak tut!” dedi.

Vefatı ümmet arasında derin bir üzüntü meydana getirdi.

Cenazesine çok bü­yük bir kalabalık katıldı. Namazını o sırada Medine vali yardımcısı olan Ebû Hüreyre kıldırdı. Baki Kabristanı’na defnedildi.

Allah ona rahmet eylesin!


ÂİŞE عائشة Ümmü’l-mü’minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678) Hz. Ebû Bekir’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımı. Babası Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine Âişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti’s-Sıddîk denilmiştir. Annesi, Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir b. Uveymir’dir. Bi‘setin 4. yılında (614) Mekke’de doğdu.  Hudeybiye Musâlahası’na da katılmış, Hayber’in fethinden sonra Hz. Peygamber diğer hanımlarıyla birlikte ona da bir miktar hisse ayırmıştır. Hz. Ömer Hayber yahudilerini Filistin taraflarına sürdüğü zaman, Hz. Peygamber’in hanımlarını Hayber’deki hisselerini mahsul veya toprak olarak almakta serbest bırakmış, Hz. Âişe toprak almayı tercih etmiştir. Mekke fethi için hazırlıklara başladığında seferin ne tarafa olacağını herkesten gizleyen Hz. Peygamber bunu sadece Âişe’ye bildirmiş, Hz. Ebû Bekir bu hazırlığın Mekke için olduğunu kızından öğrenmişti. Hicretin 10. yılında yapılan Vedâ haccına diğer ümmehâtü’l-mü’minîn ile birlikte katılmıştır. Hz. Âişe’nin iştirak ettiği en mühim seferlerden biri, hicretin 5. yılı (bazı kaynaklara göre 6. yıl) Şâban ayındaki (Ocak 627) Benî Mustalik Gazvesi’dir. 
Hz. Peygamber hicretin 11. yılı Safer ayının (Mayıs 632) son haftasında rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak Hz. Âişe’nin odasına geçti ve mübârek başı onun kucağında olduğu halde vefat etti ve onun odasına defnedildi.

On sekiz yaşında dul kalan Hz. Âişe, Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’an hükmüne uyarak bir daha evlenmedi.

Hz. Peygamber’den sonra kırk yedi yıl daha yaşadı ve altmış beş (veya atmış altı) yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine’de vefat etti. 56, 57 veya 59 yıllarında 19 veya 13 Ramazan’da vefat ettiği de rivayet edilmiştir.

Bakī‘a defnedilmiştir. 

 

Resûlullah’ın mübârek hanımlarından. Ömer bin Hattab’ın ( radıyallahü anh )
kızı olup, annesinin ismi Zeyneb binti Mad’un’dur.

Kâ’be’nin Kureyş tarafından yapıldığında, Biset’ten beş sene önce doğdu.
Hazreti Ömer, İslâmiyeti kabûl edince, Mekke’de müslüman oldu.
Huneys bin Huzafe ile evlendi.
Huneys ile ilk muhacirlerden olup, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etti.
Huneys, Bedir ve Uhud gazvelerine katılıp, Uhud’da yaralanıp, Medine’de şehit oldu.
Genç yaşta dul kaldı. Hazreti Hafsa, genç yaşında dul kalınca; babası Hazreti Ömer hicretin üçüncü yılında, Hazreti Ebû Bekir’e ve Hazreti Osman’a kızımı alır mısın dedikde, düşüneyim, demişlerdi.
Bir gün, Resûlullah ( aleyhisselâm ), her üçü ve başkaları yanında iken, “Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?” diye sordu.  
Ömer de, Yâ Resûlallah
( aleyhisselâm ) kızımı Ebû Bekir’e ve Osman’a ( radıyallahü anh ) teklif ettim, almadılar diye cevap verdi.

Resûlullah ( aleyhisselâm ), en çok sevdiği üç Eshâbının üzülmesini hiç istemediğinden, onları sevindirmek için, hemen buyurdu ki: “Yâ, Ömer! Kızını, Ebû Bekir’den ve Osman’dan ( radıyallahü anh ) daha iyi birisine versem ister misin?” Ömer şaşırdı.
Çünkü Ebû Bekir’den ve Osman’dan ( radıyallahü anh ) daha yüksek ve daha iyi kimse olmadığını biliyordu.
(Evet Yâ Resûlallah) dedi. “Yâ Ömer, kızını bana ver!” buyurdu.
Bu sûretle, Hafsa ( radıyallahü anha ), Ebû Bekir’in ve Osman’ın ve bütün mü’minlerin anneleri oldu.
Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) Hazreti Hafsa’yı bir ara boşadıysa da, Cebrâil (aleyhisselâm)ın işâretiyle tekrar nikâhına aldı.
Hazreti Hafsa âyet-i kerîme içinde geçip, hakkında hâdîs-i şerîf söylendi. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) kendisine hitaben; “Ey Hafsa! Sakın çok konuşma! Allah’ı anmadan çok konuşmak, kalbi öldürür. Allah’ın zikri ile çok konuşmak ise kalbi diriltir” buyurdu.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Hazreti Hafsa’ya husûsi olarak kendisinden sonra; Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’in halife olacağını bildirdi.
Hazreti Hafsa, bilgili, irâdesi kuvvetli, özü sözü bir idi.
Hazreti Âişe, O’nun hakkında; “Hafsa tam mânâsıyle babasının kızıydı, buyurdu.
Dîni vecibeleri hakkıyla yerine getirirdi. Geceleri ibâdetle geçirir, gündüzleri oruç tutardı.
Senenin çoğunu oruçlu geçirirdi.
Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) nikahıyla şereflendikten sonra dînî pek çok husûslara bizzat şâhid oldu.
Çok bilgili idi. Abdullah bin Ömer, Safiye binti Ebû Ubeyde, Ümmü Mübeşşir, Hamza bin Abdullah, Harise bin Vehb, Abdurrahmân bin Haris talebeleri olup, pek çok husûsu rivâyet edip, haber verdi.
Hazreti Hafsa’ya, Peygamberimiz vefât edince, Beyt-ül-mal’dan tahsisat ayrıldı.
Babası şehit olurken, Hazreti Ebû Bekir’in toplatmış olduğu Kur’ân-ı kerîm’i muhafaza etmekle vazîfelendirildi.
Hazreti Hafsa, 45 (m. 665) senesi Şaban ayında Medine-i Münevvere’de vefât etti.
Cenâze namazını Mervan Âmil kıldırdı.
Bakî Kabristanlığında Abdullah bin Ömer, Âsım bin Ömer, Sâlim bin Abdullah, Hamza bin Abdullah kabre koyup, defn ettiler.
Rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bazıları: “Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) Ramazan’da müezzin ezan okuyunca, yiyip içmeyi keser, iki rekât namaz kılardı.”

“Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) yataklarına yattıkları zaman mübârek sağ ellerini başlarının altına koyar ve şöyle duâ ederdi: “Rabbi kınî azâbeke yevme teb’asü bâdeke”“Yâ Rabbi insanların ba’s olunacakları günde beni azâbdan koru”
(3 defa). Peygamber efendimiz sağ eliyle yer, sağ eliyle içer, abdeste, giyinmeye, almaya ve vermeye sağdan başlardı. Bundan başka işlere soldan başlardı.”

“Birgün Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) elbisesini diz kapaklarının altına kadar sıvayıp istirahat ediyordu.
Hazreti Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) gelip izin istedi. Habîb-i Ekrem izin verdiler. Hallerini değiştirmediler. Sonra Hazreti Ömer ( radıyallahü anh ) gelip izin istedi. Ona da izin verdiler ve hallerini değiştirmediler.
Bir grup Eshâb-ı kiram da gelip izin istedi. Onlara da izin verdiler ve hallerini değiştirmediler.
Daha sonra Hazreti Osman gelip izin isteyince Resûl-i Ekrem hemen toparlandı. Elbisesini düzelttiler.
Hepsi gittikten sonra Resûlullah’a “Ey Allah’ın Resûlü, Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer ve diğer Eshâb-ı kiram geldiler. Durumunuzu değiştirmediniz.
Sonra Hazreti Osman ( radıyallahü anh ) geldi, elbisenizi düzelttiniz” deyince, Resûlullah “Meleklerin bile haya ettiği Osman’dan haya etmeyeyim mi?” buyurdu.


Ümmü’l-mü’minîn Hafsa bint Ömer b.
el-Hattâb el-Adeviyye (ö. 45/665 )

Hz. Ömer’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımı.

605 yılında Mekke’de doğdu.

Sahâbîlerden Osman b. Maz‘ûn ile Kudâme b. Maz‘ûn dayıları, kendisinden altı yaş küçük olan Abdullah b. Ömer de ana baba bir kardeşidir.

Hafsa, ilk müslümanlardan Abdullah b. Huzâfe’nin kardeşi Huneys b. Huzâfe ile evlendi.
Hafsa kocasıyla birlikte Medine’ye hicret etti. Bedir Gazvesi’ne katılan Huneys dönerken yolda hastalandı ve daha sonra Medine’de öldü

Hafsa (ra) en çok Hz. Âişe ile anlaşmış, ikisinin Resûlullah’ı diğer hanımlarından kıskandıkları ve zaman zaman bu konuda iş birliği yaptıkları da olmuştur.

Okuma yazma bildiği anlaşılan Hafsa’ya yazıyı hanım sahâbîlerden Şifâ bint Abdullah öğretmiştir . Ayrıca Hafsa’nın hâfız sahâbîlerden olduğu rivayet edilmektedir  

Hafsa’nın 45 yılının Şâban ayında (Ekim 665) Medine’de vefat ettiği, cenaze namazını Medine Valisi Mervân b. Hakem’in kıldırdığı ve Baki Mezarlığı’na defnedildiği belirtilmektedir.



Resûlullahın mübârek hanımlarından.
Zeynep binti Huzeyme bin Abdillah bin Amr bin Abdimenaf bin Hilâl bin Âmir bin Sa’saa el-Hilâliyye
Lakabı “Ümmül mesâkin”dir.
Mü’minlerin annesi Hazreti Zeyneb önce Hazreti Abdullah bin Cahş ile evli idi.
Abdullah, Resûlullah’ın halası
Ümeyme’nin oğlu idi.

Uhud Savaşı’nda şehit oldu.
Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) Hazreti Hafsa’dan sonra hicretin üçüncü senesi Ramazan ayında Hazreti Zeyneb ile evlendi.
Hazreti Zeyneb, İslâmiyetten önceki devirde fakîr, yoksul ve muhtaçlara çok merhamet ettiği ve şefkatli davrandığı, onlara dâima yemekler yedirip sadakalar verdiği için “Ümmül mesâkin” (Fakirlerin annesi) lakabıyla tanınırdı.
Çok ibadet yapar, çok sadaka verirdi.
Eline geçen mal ve parayı bekletmeden hemen sadaka olarak dağıtır, bizzat fakîr ve düşkünleri arar, bulur ve onlara yardım ederdi.
Hazreti Zeyneb binti Huzeyme, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) nikâhı ile şereflendikten sekiz ay kadar kısa bir zaman sonra 4 (m. 626) senesi Rebiulâhir ayında otuz yaşlarında vefât etti.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) namazını kıldırdıktan sonra Onu Medine’nin Bâki’ Kabristanına defn etti.
Peygamberimiz hayatta iken yalnız Hazreti Hadîce ve Hazreti Zeyneb vefât ettiler.
Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra ise hanımları arasında ilk vefât eden Hazreti Zeyneb binti Cahş’dır.


Benî Âmir b. Sa‘saa kabilesinin Hilâl koluna mensuptur.
Resûl-i Ekrem’in evlilikleri içinde en kısa süreli olanı Zeyneb’le olan evliliğidir.
Resûlullah’ın Zeyneb bint Huzeyme’nin anne bir kız kardeşi Meymûne ile evlenmesi, Zeyneb’in vefatından yaklaşık dört yıl sonra 7 yılının Zilkade ayında (Mart 629) gerçekleşmiştir.

 

İsmi Hind’dir.
Künyesi Ümmü Seleme’dir.

Babası Ebû Umeyye Süheyl bin Mugîre bin Abdullah bin Ömer bin Mahzum, annesi Âtıke binti Âmir’dir.
Mekke’de Bi’setten onbeş sene kadar önce doğduğu tahmin edilmektedir.
Medine’de 57 (m. 667) senesinde vefât etti.
İlk önce, halasının oğlu Ebû Seleme bin Abdulesad ile evlendi.
Kocasıyla beraber İslâmiyeti ilk kabûl edenlerdendir.
Mekke’deki kâfirlerin, müslümanlara eziyet ve zararları dayanılmayacak bir hâl alınca, Habeşistan’a hicret etti.
Habeşistan’da Zeyneb, Seleme, Ömer ve Dürre isimlerinde dört çocuğu doğdu.
Mekke’ye tekrar geldilerse de, kâfirlerin müslümanlara zulümleri neticesinde Bisetin onbirinci senesinde Medine’ye hicret etmek istediler.
Medine yolunda da eziyet ile karşılaştılar.
Yolları tutulup, kocasından ve çocuklarından ayırdılar.

Ebû Seleme Medine’ye gidince, Ebtah’ta bir yıla yakın ağladı.
Amcasıoğlu insafa gelip, akrabalarına Ümmü Seleme’nin acı hâlini anlattı.
Medine’ye kocasının yanına gitmesine müsaade ettiler.
Çocuğunu da yanına alıp, Kûba’da kocasıyla buluştu.

Ebû Seleme ile Medine’ye geldi.
Ümmü Seleme, Ebû Seleme’nin sevinçli geldiğin de “Resûlullahtan bir söz işittim.
Ona sevindim; müslümanlardan, musîbete uğrayan bir kimse, musîbete uğradığı zaman “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun” der ve sonra da “Yâ Rabbi! Uğradığım bu musîbetimde bana ecir ihsân et.
Uğranılan musibetime karşılık daha hayırlısını bedel kıl! diye duâ edene, muhakkak, Allah, bunun mükafatını verir”, buyurduğunu rivâyet etti.
Ebû Seleme, Uhud Gazvesine katılıp yara aldı.
Ümmü Seleme kocasına; “İşittiğime göre; kocası vefât eden Cennetlik bir kadın, başkasıyla evlenmezse, Allahü teâlâ onu Cennette kocasıyla bir araya getirecek.
Yine Cennetlik kadın vefât edince, Cennetlik kocası başkasıyla evlenmezse, Allahü teâlâ onu da Cennete hanımı ile beraber götürecek.
O halde, gel seninle sözleşelim.
Ne sen, benden sonra evlen; ne de ben, senden sonra evleneyim.” deyince; Ebû Seleme, hakîkaten sözünü tutup, tutamayacağını sorunca: “Ben sana itaat etmek, sözünü dinlemek için danıştım.”
Bu cevap üzerine Ebû Seleme; “Ben vefât edince, sen evlen”, buyurup, “Allahım! Ümmü Seleme’ye, benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmiyecek, incitmiyecek bir koca nasip et!” diye duâ etti.

Ebû Seleme, Uhud Gazvesi’nden sonra şehîd olunca, dul kaldı.
Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) Hazreti Ebû Seleme’nin şehîdliğini haber verip, nasıl duâ edeceğim, diye sual buyurunca; “Yâ Rabbi! Beni ve onu afv eyle! Bana onun ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel, bir bedel ihsân et” duâsını öğrenip, hayret etmesine rağmen emrini yerine getirdi.
Hayreti ise, hayırlının kim olduğudur.
İddet müddeti bitince; önce Hazreti Ebû Bekir sonra da Hazreti Ömer talip olup, istediyse de, kabûl etmedi.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) isteyince de, dünürcü Hâtib bin Ebî Beltaa’ya; Resûlullah’a hürmetlerini arz ettikten sonra; kıskançlığını, çocuklarını ve şahid olarak velisinin bulunmadığını bildirdi.
Resûlallah da, Allahü teâlânın kıskançlığı gidereceğini, kendisi çocuklarına bakacağını bildirince, nikâh kıyıldı.
Ümmü Seleme “Yâ Rabbi! Beni ve Ebû Seleme’yi afv eyle!
Bana O’nun ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel bir bedel ihsân eyle!” diye ettiği duâ kabûl olarak, Hazreti Muhammed ( aleyhisselâm ) ile nikahlanmak nasip oldu.

Peygamber efendimiz ile 4 (m. 626) senesinde Şevval ayının sonunda evlendi.
Hazreti Ümmü Seleme, Peygamber efendimizin Veda Haccı dahil vefâtına kadar yanında kaldı.
Pek çok hâdiseye şahit olup, hadîs-i şerîf dinlemekle şereflendi.
Bunların da üçyüzyetmişsekizini rivâyetle müslümanlara intikâl ettirdi.
Hazreti Ümmü Seleme, hadîs ilminde üstün olduğu gibi, Eshâb-ı kiram kadınlarının içinde fıkhı en iyi bilenlerdendi.
Hayatını zühd, takvâ ve ibâdetle geçirdi.
Her ayın ilk Pazartesi, Perşembe ve Cuma günlerinde oruç tutardı.
Namazın fazîletlerine ve vaktine çok dikkat ederdi.
Öğle namazını geciktirenlere; “Zât-ı Se’âdetleri Hazreti Muhammed ( aleyhisselâm ) öğle namazını erken kılardı.
Siz ise ikindiye bırakıyorsunuz” diyerek geç kılmamalarını tavsiye ederdi.

İnsanlara merhametli, çocuklara çok şefkatliydi.
Müşfik bir anne olup, ilk kocasından olan çocukları hakkında Resûlullaha; “Bunlara gösterdiğim şefkat karşılığı ben ne kadar sevâb elde edeceğim” diye sorunca, çok sevâb olduğu cevabını aldı.
Kendisi cömerd olduğu gibi başkalarını da teşvik ederdi.
Fakîrlerin ihtiyâcını karşılayıp, iki hurma da olsa boş göndermezdi.
Eshâb-ı kirâm’ın büyüklerinden Abdurrahmân bin Avf çok miktarda mal ve servetinin biriktiğini, dağılıp gideceğini söyleyince; harcayıp dağıtmasını tavsiye etti.

Peygamber efendimize çok hürmetkar olup, onun her şeyi ile bereketlenmek isterdi.
Kendisi hizmetini yaptığı gibi, ömrünün sonuna kadar Resûlullah’a hizmet etmek şartıyla kölesini azat etti.

Kadınların namahreme yani yabancılara görünmemesi husûsunda da şu hadîs-i şerîfi nakletti: “İbn-i Ümmü Mektûm a’mâ (gözleri görmeyen) olup, bir gün Resûlullahın huzûruna girmek için müsaade istedi.
Ümmü Seleme ve Hazreti Meymûne de oradaydı.
Resûl-i Ekrem ( aleyhisselâm ) hanımlarına: “Çekilin ve saklanın” buyurunca hanımları “Bu gelenin iki, gözü de görmez. Niçin çekilelim?” diye sebebini sorunca: “O görmüyorsa siz de mi görmüyorsunuz?” cevabını aldıklarını nakletti.

Hazreti Ümmü Seleme, Peygamber efendimizin en son vefât eden mübârek hanımıdır.
Medine’de 57 (m. 667) senesinde vefât etti.
Medine-i Münevvere’de Bâki’ Kabristanlığına defn edildi.


Ümmü Seleme Hind bint Ebî Ümeyye Süheyl (Huzeyfe) b. Mugīre el-Kureşiyye el-Mahzûmiyye (D.597 -Ö.62/681)
Hind isminden çok Ümmü Seleme künyesiyle tanınır.
Kureyş kabilesinin Benî Mahzûm koluna mensuptur.
Sahâbeden Abdullah, Âmir, Züheyr, Muhâcir, Reyta ve Karîbe onun kardeşleri, Hâlid b. Velîd amcasının oğludur.
Ümmü Seleme önce diğer bir amcasının oğlu, Hz. Peygamber’in Sütkardeşi ve halası Berre bint Abdülmuttalib’in oğlu Ebû Seleme el-Mahzûmî ile evlendi.
Kocası İslâm’ı kabul eden on birinci, kendisi on ikinci kişidir.
Böylece Kureyş kabilesinden Medine’ye ilk hicret edenler Ümmü Seleme ile kocası oldu.
Bunlardan İbn Ebû Seleme diye bilinen Ömer, Resûl-i Ekrem’in, “Oğlum, besmele çek, sağ elinle ye ve hep önünden ye!” diye kendisine yemek âdâbını öğretmesiyle tanınır
Resûl-i Ekrem ile Hayber ve Tâif seferlerine iştirak etti.
Ümmü Seleme çok güzel bir kadındı. Hz. Âişe onun güzelliğini duyduğu zaman kendisini kıskandığını, yüzünü görünce anlatılandan daha da güzel olduğunu farkettiğini söylerdi
Resûl-i Ekrem isabetli görüşleri sebebiyle Ümmü Seleme’nin fikrini alırdı.
Meselâ Hudeybiye Antlaşması’nda Mekkeliler’e büyük tâvizler verildiğini düşünen müslümanlar üzüntü içinde iken Resûlullah onlara kurbanlarını Hudeybiye’de kesmelerini ve tıraş olmalarını emrettiği ve bunu üç defa tekrarladığı halde hiç tepki vermediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ümmü Seleme’nin yanına giderek üzüntüsünü dile getirdi.
Ümmü Seleme ona dışarı çıkıp kurbanını kesmesini ve kendisini tıraş ettirmesini, ardından ashabının da mutlaka bu davranışlarını izleyeceğini söyledi.
Hz. Peygamber onun tavsiyesini uyguladı ve gerçekten Ümmü Seleme’nin dediği gibi oldu

Bir defasında Ümmü Seleme, Resûl-i Ekrem kendi hücresinde iken Cebrâil’i insan kılığında gördü.
Cebrâil gittikten sonra Hz. Peygamber ona bu şahsın kim olduğunu sorunca Dihye b. Halîfe el-Kelbî diye cevap verdi, Resûlullah da onun Cebrâil olduğunu bildirdi
Resûl-i Ekrem’in en son vefat eden eşi Ümmü Seleme’dir. 62 (681) yılında Medine’de öldü ve Bakī‘ Kabristanı’na defnedildi.
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid düştüğü haberi gelince (61/680) üzüntüsünden bayılması, müslümanların kendisine tâziyede bulunması onun en erken bu yılın sonlarına doğru vefat ettiğini göstermektedir.
Resûlullah’ın eşleri arasında Hz. Âişe’den sonra en çok hadis rivayet eden Ümmü Seleme olmuştur.
Habeşistan’a hicret eden müslümanların Mekke’ye iade edilmesi için Necâşî Ashame’ye gönderilen heyetle ilgili olayları ve Ashame’nin huzurunda yapılan konuşmaları en geniş şekilde Ümmü Seleme rivayet etmiştir
İlminden dolayı Hz. Peygamber’in hanımları arasında Hz. Âişe ile en iyi geçinen Ümmü Seleme’dir.
Sahâbe neslinin kadın müctehidleri arasında yer alan Ümmü Seleme, uzun bir hayat sürdüğü için daha sonraki yıllarda müslümanların çeşitli sorularını cevaplandırmış ve isabetli görüşleriyle çağdaşlarına yol göstermiştir.
Sahâbe içinde otuz kadar oldukları söylenen Kur’an hâfızları arasında Ümmü Seleme’nin adı da zikredilmektedir.
Onun diğer hâfızlardan farklı yönü birçok âyeti Resûl-i Ekrem’den ilk defa duymasıdır. 

 

Resûlullah’ın Eşi, Mü’minlerin Annesi Zeynep binti Cahş, Resûlüllah’ın halası olan Ümeyye binti Abdulmuttalib’in kızıdır.
Asıl adı “Berra” dır.
“Zeynep” ismini ona Resûlüllah vermiştir.

Zeynep’in babası Mekke’ye dışardan gelip yerleşmiş bulunan Cahş b. Riyab’dır.
Zeynep, Mekke’de 588 yılında doğmuş ve hicretin beşinci yılında Hz. Peygamberle evlenmiştir.
Künyesi “Ümmü’l-Hakem” olan Zeynep Medine’ye ilk hicret eden hanım sahabiler arasında yer alır .
Kendini Hz. Aişe’ye rakip sayan hanımların birincisidir.
Zeynep binti Cahş, ilk Müslümanlardan oluşu, itikadî ve amelî meselelerdeki hassasiyeti ve takvâsı ile Hz. Muhammed de dahil herkesin dikkatini çekiyordu.
Zeynep validemiz samimi bir Müslüman ve inançlarına bağlı bir mümindi.
O, Allah’ı hoşnut etmeyecek her hareketten uzak bir hayatı yaşamayı prensip edinmişti.
Hz. Zeynep için Resûlüllah “evvah” sıfatını takmıştı.
Sahâbe-i kiram Resûlüllah’a “ya Resûlüllah evvâh nedir?” diye sorduklarında Hz. Peygamber: “Evvah: Namazda alçak gönüllü ve mütevazi, Allah’a içten yalvarıcı ve yalnız O’ndan dileyici” diye izah etmişti
Hz. Aişe’ye iftira atıldığı zaman o, “Aişe hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum” diyerek rakibi hakkında iyi niyetle şahadette bulunmuştu.
İlk evliliğini Peygamberimizin kölesi iken azat ettiği ve bir evlat sevgisiyle sevdiği Zeyd b. Harise ile yaptı.

Hz. Zeynep’in Zeyd b. Harise İle Evliliği ve Yaşadığı Dönemde Sosyal Hayat

Zeyd b. Harise azatlı bir köle idi.
Hz. Peygamber, halasının kızı olan olan Zeynep’i Zeyd ile bizzat kendisi evlendirmişti.
Araplar soy bağına önem veriyorlar, insanları şahsî marifet ve erdemlerinden ziyade, geldiği soya göre sınıflandırıp değerlendiriyorlardı.
Halbuki İslâmiyet bütün insanları yaratılış bakımından eşit sayıyordu.
Bu sebeple Resûl-i Ekrem, eski gelenek ve anlayışın ortadan kaldırılmasını önce kendi akrabası arasında uygulamaya başladı.
Böylece eski gelenek yıkılmış oluyordu
Bilindiği gibi Resûlüllah’ın en önemli tebliğ metodlarından biri de Allah tarafından gelen emir ve yasakları önce kendisinde uygulaması, şâyet bunları kendi şahsında uygulama imkânı yoksa veya böyle bir imkân bulamamışsa, o emir ve yasakları en yakın akrabasına uygulamasıydı.
Zira ona göre Allah korkusu ve takvâdan başka hiçbir faktör insanlara ayrıcalık getirmemeliydi.
Nitekim Kur’an bu konuda “Allah katında en şerefliniz, takvâca en ileri olanınızdır” (Hucurât, 49/13) diyordu.
En hassas konulardan biri olan evlilikle bu iş gerçekleşmeliydi.
Medine’ye hicret eden halasının kızı ve Abdullah b. Cahş’ın da kız kardeşi olan Zeynep, bu evlilik için uygun bir adaydı.
Zeynep’in evliliğinden söz edildiği bir günde Resûlüllah eski ve kötü âdetin kaldırılma zamanının geldiğine hükmederek Zeynep’i evlatlığı Zeyd için istedi.
Fakat, Zeynep  ileri giderek kendisinin böyle biri ile evlenemeyeceğini söyledi.
O dönemde örf ve geleneklerin tesiri o kadar güçlü idi ki, Resûlüllah’ı bile geri çevirdiler.
Hz. Peygamber, Zeyd’in İslâm’daki ve kendi katındaki değerini onlara anlatıp onun anne ve baba tarafından da soylu bir kimse olduğunu söylemesine rağmen onlar bu evliliğin gerçekleşmesini istemiyorlardı.
Bunun üzerine şu âyeti kerime nazil oldu: “Allah ve Resûlü bir işe karar verip hükmettiği zaman, mü’min bir erkekle, mü’min bir kadın için işlerinde muhayyerlik hakları yoktur.
Kim Allah’a ve Resûlüne isyan ederse, muhakkak ki o, apaçık bir sapıklık etmiş olur” (Ahzâb, 33/36).

Hz. Zeynep, Allah ve Resûlü’nün emrine itaat etmek için bu evliliğe razı oldu.
Ancak Zeyd’e bir türlü kalbi ısınmamış, devamlı bir huzursuzluk içerisindeydi.
Evlendikten sonra da bu hoşnutsuzluğu devam etmiş, Zeyd ile arasında sevgi bağı oluşmamıştı.
Zaman zaman da Zeyd’e karşı kendi üstünlüğünü söylemekten geri durmuyordu.
Gerçekten de her iki taraf ta böyle bir evlilikten mutlu görünmüyordu.
Bu evlenme isteksiz olduğu için eşler arasında ülfet meydana gelmedi ve bir sene sonra Zeyd, Resûlüllah’a müracaat ederek, bu evliliği götüremeyeceğini söylemişti.

Hz. Peygamber de bundan çok müteessir oldu ve ona şunu tavsiye etti: “Hanımını yanında tut ve Allah’tan kork.
(Ahzâb, 33/37)”
Yani kadını boşamanın, önemsiz bir mesele olmadığını, Allah katında sorumluluk getiren bir iş olduğunu düşün.
Çünkü “ Allah katında helallerin en çirkini, boşamadır”
Resûlüllah’ın tavsiyelerine rağmen Zeyd ile Zeynep geçinemediler.
Zeyd’in komutanlık yapacak seviyedeki üstün vasıflarına rağmen, azadlı bir köle olması, Mekke’nin soylu ailelerinden birinin kızı olan Zeynep’in yanında onu küçük düşürüyordu.
Dolayısıyla Zeyd, birlikte olmak istemediği eşini boşamaya kesin olarak karar verdi
Böylece Zeynep binti Cahş serbest kalmış oldu.
Aradan bir süre geçtikten sonra bu defa sıra başka bir kötü âdetin kaldırılmasına gelmişti.
Bu âdet ise evlatlıkların hanımlarının öz evladın hanımı gibi kabul edilip öz gelin muamelesine tabi tutulması idi.


Evlatlık Müessesesinin Kaldırılması

Cahiliye döneminde, bâtıl âdetlerden bir tanesi; evlatlık olarak alınan çocukların öz evlat olarak telakki edilmesiydi.
Bunun sonucu olarak evlat edinilen; nesep, evlenme, miras ve mahremiyet gibi konularda öz çocuk gibi kabul edilirdi.
Bu dönemde bir çocuğu evlat edinmek isteyen kişi, halkın önünde onu evlat edindiğini söylediğinde, çocuk artık evlat edinilen kişinin öz oğlu sayılır; evlat edinenin adıyla çağrılır ve birbirlerine varis olurlardı.

İslâm’dan önce Araplar arasında erkek çocukları evlat edinme anlayışı olduğundan Hz. Peygamber de bu konudaki hüküm bildirilmeden önce kölesi Zeyd b. Harise’yi evlat edindi.
Evlatlık öz evlat gibi muamele gördüğünden başlangıçta Zeyd b. Harise’ye, Zeyd b. Muhammed deniliyordu.
Bu anlayışa göre hareket edildiği takdirde elbetteki öz evlat ile baba arasındaki hükümler neyi gerektiriyorsa evlatlık ile baba arasındaki hukuk ta bunu gerektiriyordu.
Bu durumdan anlaşıldığı gibi evlatlığın hanımı, öz oğlun hanımı gibi kabul ediliyordu.
Ne var ki, İslâm’ın ilk yıllarında eski geleneğin devamı olarak bir süre muhafaza edilen evlat edinme Medine döneminde nazil olan şu âyetle yasaklanmıştır: “ …Allah, evlatlıklarınızı öz oğullarınız gibi saymanızı meşru kılmamıştır.
Bunlar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir.
Allah gerçeği söylemektedir; doğru yola O ulaştırır.
Evlatlıkları babalarına nispet edin; bu, Allah katında en doğru olandır.
Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin.
İçinizden kastederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur; Allah bağışlar ve merhamet eder”
(Ahzâb, 33/4-5).

İşte bu âyeti kerime ile Allah evlat edinme sebebi ile evlat edindikleri gerçek evlatlar olarak kabul etmediğinden Zeyd, bu âyetin nüzulünden sonra Zeyd b. Harise şeklinde öz babasına nispet edilerek çağrılmaya başlanmıştır.

Zeynep’in Hz. Peygamberle Evliliği

Zeyd, Zeynep’i boşadıktan sonra Hz. Peygamber iki hadiseyle karşı karşıya kaldı.
Bunlardan biri; arzu edilmeyen bir şekilde sonuçlanan bu evlilik sonucu halasının kızının dul kalması.
İkincisi ise; Cahiliye düşüncesine göre, Zeynep ancak bir köle ile evlenebilirdi.

Dolayısıyla Resûlüllah kendisini, akrabalarına karşı bu yarayı sarma zorunluluğunda hissediyordu.
Çünkü, Allah Resûlü, Cenab-ı Hakk’ın bildirmesiyle bir gün Zeynep’in kendi hanımı olacağını biliyordu.
Ancak Zeyd evlatlığı olduğu için ortaya çıkacak fitne ve dedikodular onu korkutuyordu.
Zira o günkü geleneğe göre bir kimsenin kendi evlatlığının boşadığı kadınla evlenmesi caiz değildi.
Lâkin İslâm’ın getirdiği bu prensip, kesinlikle kendisi üzerinde uygulanacaktı.
Nitekim bu husus Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Allah’ın açığa çıkarıcı olduğu şeyi kalbinde gizliyordun.
Ve halktan korkuyordun.
Halbuki korkulmaya en ziyade layık olan Allah’tır.
Zeyd, o kadından alakasını kesince biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestiğinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın.
Allah’ın emri yerine getirilmiştir” (Ahzâb, 33/ 37).

Resûlüllah’a Zeynep’le evlenme hükmü çok ağır gelmesine rağmen, Allah’ın emrini yerine getirmek için bunu reddetmek mümkün değildi.
Çünkü bu evliliğin nikahı, bizzat Yüce Yaratıcı tarafından kıyılmış, buna melekler de şahitlik yapmışlardı.

Resûlüllah’ın Hz. Zeynep ile nikâhlandığını bildiren âyetler inince Efendimiz,  Kim gidip Zeynep’e Allah’ın onu, gökte bana nikahladığını müjdeleyecek, buyurdu ve gelen âyetleri okudu.
Hz. Aişe validemiz, bu âyetleri Efendimiz’den duyduğu zaman, “İşlerin en büyüğü ve en faziletlisi Zeynep’e nasip oldu ve Allah onu gökte Resûlüne nikahladı.
Zeynep, bize karşı bununla iftihar edecektir.”dedi.

Enes (r.a.)’in bildirdiğine göre Zeynep boşanıp iddeti bitince Resûlülullah Zeyd b. Hârise’ye gidip Zeynep’i kendisi için istemesini söylemiş, başlangıçta Zeyd’e zor ve ağır gelen bu vazife, Zeyd tarafından yerine getirilmişti.
Zeynep’e Resûlüllah’ın evlenme teklifi ulaştırılınca, Zeynep, istihâre yapmadan cevap veremeyeceğini belirtti.
Sonra secdeye kapandı ve bazı rivayetlere göre, iki rekat namaz kılarak şöyle dua etti: “ Ey Rabbim eğer ben O’na layık isem, beni O’nunla evlendir”.
Daha sonra yukarıdaki âyetin gönderildiği ve Peygamber’in Zeynep’e Rabbi tarafından kendisi ile evlendirildiğine dair haber gönderdiği bildirildi.
Zeynep bu haberi duyunca, bütün mücevherlerini çıkarıp müjdeyi getiren câriye Seleme’ye verdi, secdeye kapandı ve iki ay oruç tutmayı adadı.

Hz. Peygamber, Zeynep’in düğününde, başka hiçbir hanımı için vermemiş olduğu muhteşem bir velime (düğün ziyafeti) verdiği söylendi.
Bir keçi kesilmişti.
Bu ziyafete yaklaşık 300 kişi katılmıştı.
Tesettür âyetleri bu vesileyle indirildi.

Bazı kimseler gereksiz yere Peygamber’in evinde geç vakte kadar kaldılar.
Bu, sadece bir odaları olması sebebiyle Peygamber’in ve ehli beytinin büyük rahatsızlık duymasına sebep oldu.
Kur’an bunu şu sözlerle zikretmektedir: “ Ey iman edenler, (bundan sonra) Peygamber’in evlerine, yemeğe davet olunmaksızın ve vaktine de bakmaksızın girmeyin.
Fakat davet olunduğunuz zaman girin.
Yemeği yediğiniz zaman dağılın.
Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin.
Çünkü bu, Peygamber’e eza vermekte, o (sizden) utanmaktadır.
Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez. …”
(Ahzâb, 33/53).

Sırf Allah ve Resûlünün emrini yerine getirmek için Zeyd ile evlenmiş olan validemiz Hz. Zeynep, bu itaatının mükâfatı olarak, Zeyd’in onu boşamasından sonra, Yüce Allah tarafından Hz. Peygamber ile evlendirildi.
Şüphesiz bu nikah, yapılmış ve yapılacak nikahların en güzeli ve en mukaddesi idi.
Çünkü yüce Allah tarafından ve Cebrâil’in elçiliği ile yapılmıştı.
Ortaklarına karşı üç şeyle iftihar eder ve kendisini onlardan farklı görürdü:
Hz. Peygamber’in yakın akrabası olması Nikahının Yüce Allah tarafından kıyılmış olması
Bu nikahta aradaki elçinin Cebrail olması…
Hz. Zeynep, Hz. Peygamber’le (Ümmü Seleme’den sonra) hicretin beşinci yılındaevlendi
Onun evlendiği sırada 35 yaşında olduğu söylenmektedirler.
Resûlullah, ise 57 veya 58 yaşındaydı .

Hz. Zeynep’in İş Atölyesi

Hz. Zeynep, eli her işe yatkın bir hanım idi.
Kesilen hayvanların derilerini yüzer, temizler ve güneşte kuruturdu.

Dikiş ve elbise tamir işinde de becerikli idi.
Ham deriyi, o devrin usûlünce işler, sonra da ondan kullanılacak eşyalar dikip satar ve bunun gelirini Allah yolunda sarfederdi.

Hz. Zeynep’in Vefatı

Ömer’in hilafeti döneminde, hicretin yirminci yılında vefat eden Zeynep’in cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı.
Resûlüllah’ın vefatından sonra ona kavuşan ilk hanımıydı.
Cenazesi, vasiyeti üzerine Resûlüllah’ın sediri üzerinde taşındı.
Yakın akrabalarından Muhammed b. Abdullah b. Cahş ile Abdullah b. Ebi Ahmed b. Cahş onu Bâki mezarlığındaki kabrine indirmişlerdir.

Vefat ettiği zaman 53 yaşlarında idi.  


Zeyneb bint Cahş b. Riâb el-Esediyye ö. 20/641
Annesi Resûl-i Ekrem’in halası bint Abdülmuttalib’dir.

Babası Cahş ise bi‘set zamanında ölmüş, bütün çocukları İslâm’ı kabul etmiş, daha sonra ailenin tamamı Medine’ye hicret etmiş, Mekke’de terkettikleri yerlere de Kureyş el koymuştur. 


Hicret’in 5. senesinde, Müslümanların vücudunu ortadan kaldırmak maksadıyla harekete geçen Huzâa kabilesinin Benî Mustalık kolu üzerine bir gaza tertip edilmişti.
Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle bu gaza zaferle neticelendi.
Birçok esir ve ganimet elde edilmişti.
Alınan esirler arasında Benî Mustalık’ın reisi Hâris bin Ebî Dırar’ın kızı Berre (Cü­veyriye) de vardı.
Berre’nin kocası savaşta öldürülmüştü.
Esirler mücahitler arasında taksim edildi
Berre, Sâbit bin Kays bin Şemmas ile onun amcasının oğlunun hissesine düştü.
Berre, efendileriyle bir miktar para karşılığında anlaşma yaptı.
Bu parayı ödediğinde serbest bırakılacaktı.
Fakat kendisinden istenilen fidye çok fazlaydı, ödeyecek durumda değildi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimize müracaat etti ve durumunu ona bildirdi: “Ben, Benî Mustalık reisi Hâris bin Ebî Dırar’ın kızıyım.
Bildiğiniz gibi, ben Sâbit bin Kays’ın ve onun amcasının oğlunun hissesine düştüm.
Bir miktar para karşılığında onlarla anlaştım.
Ödemek zorunda kaldığım bu fidye için sizden yardım dilemeye geldim.

” Peygamberimiz ona, “Senin için bundan daha hayırlı olanı yok mudur?” bu­yurdu.
Berre, “O nedir, yâ Re­sû­lal­lah?” diye sordu.
Re­sû­lul­lah “Kurtuluş akçeni ödemem ve seni zevceliğe kabul etmemdir.” cevabını verdi.

Berre, bir an kendi âlemine daldı.
Zaten savaştan üç gün önce rüyasında, Me­di­ne’den doğup yükselen ayın gelip kendi koynuna düştüğünü görmüştü.
Pey­gam­be­ri­mi­zin teklifini duyunca hidayet nuru yüzünde parlamaya başladı.

Re­sû­lul­lah’ın teklifini ka­bul etti.
Ardından da Kelime-i Şehadet getirerek Müslü­man olma şerefine kavuştu.
Bu arada Hâris bin Ebî Dırar, kızının fidyesi olmak üzere yanına birkaç deve alarak, kavminden bazı kimselerle birlikte Medine’ye gitmek üzere yola çıktı.
Daha sonra Medine’ye geldi.
Peygamberimizi buldu ve ona, “Benim kızım esir olarak tutulamaz.
Bu benim mevkiimle ve şerefimle bağdaşmaz.
Onu serbest bırak!” dedi.

Re­sû­lul­lah, “Onu dilediğini seçmekte serbest bırakmamı ister misin?” buyurdu.
Hâris, “Evet, üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiş olursun.” dedi.
Bunun üzerine Hâris, kızı­nın yanına gitti ve şöyle dedi: “Şu zat, seni dilediğini seçmekte serbest bıraktı.
Sakın bizi rezil etme!”

Fakat Berre hiçbir şeyi Peygamberimize tercih edemezdi.
Nitekim babasını mahcup etmek pahasına da olsa şöyle dedi: “Ben Re­sû­lul­lah’ı tercih ediyorum.”
Hâris buna çok içerledi, “Vallahi sen bizi rezil ve rüsvay ettin!” dedi.

Sonra da Peygamberimize dönerek, “Şu develer, kı­zım için fidyedir; bunları alıp kızımı bana veriniz.” dedi.
Cenâb-ı Hak, Peygam­ber Efendimize, Hâris’in develerden ikisini sakladığını bildirmişti.
Hâris’e, “Akik Vadisi’nde sakladığın iki deve nerede, onları niçin getirmedin?” diye sordu.

Bu mucize, Hâris’in ve yanındakilerin hidayetine vesile oldu.
Hâris bü­yük bir heyecanla,“Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.
Muhak­kak sen de Allah’ın Resûl’üsün.
Vallahi bunu Allah’tan başka bilen yoktu.” diye­rek Müslüman oldu.
Yanında bulunan iki oğlu ve kavminden bazı kimseler de Müslüman oldular.
Bundan sonra Peygamberimiz, Berre’yi babasından istedi.
Hâris, “Anam babam sana feda olsun yâ Re­sû­lal­lah!
Onu sana bağışladım.” dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz, Berre ile Hicret’in 5. yılında evlendi.
Cüveyriye o sırada 20 yaşında idi.
Peygamberimizin Cüveyriye ile evlenerek Benî Mustalık kabilesiyle akraba olduğunu duyan sahabiler, “Re­sû­lul­lah’ın akraba olduğu bir kabile artık esir ka­lamaz.” diyerek yanlarındaki bütün esirleri serbest bıraktılar.

Böylece Hz. Cü­veyriye, kabilesinden 700 esirin azat edilmesine vesile oldu.
Ayrıca Benî Mustalık’dan birçok kimse, Peygamberimizin bu davranışı karşısında Müslüman ol­dular.
Bundan dolayıdır ki Hz. Âişe validemiz, Hz. Cüveyriye’yi çok takdir ederdi.
Hz. Cüveyriye validemiz çok oruç tutar ve çok namaz kılardı.
Aynı zamanda zikir ve tespihe çok ehemmiyet verirdi.
Bir gün sabah namazını kıldıktan sonra dua ve zikir ile meşgul olmaya başladığı bir sırada,Peygamberimiz yanından ay­rıldı.
Öğleye doğru tekrar geldiğinde Hz. Cüveyriye’yi Allah’ı zikrederken bul­du, “Sen hâlâ yanından ayrıldığım hâl üzere mi devam ediyorsun?” buyurdu.

Hz. Cüveyriye, “Evet.” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyur­du: “Ben senden ayrıldıktan sonra üç defa şu dört kelimeyi söyledim.
Bunlar, bu­gün sabahtan beri senin söylediklerinle tartılsa onlardan daha ağır gelir.

Bu keli­meler şunlar: ‘Sübhanallahi adede halkıhî, sübhanallahi rıza nefsihî, sübhanallahi zinete Arşihî ve sübhanallahi midâde kelimâtihî [Yarattıkları sayısınca Allah’ı tespih ederim.
Allah’ı kendisinin razı olacağı şekilde tespih ederim.
Allah’ı Arş’ın ağır­lığınca tespih ederim.
Kelimelerin miktarınca Allah’ı tespih ederim.]”
Hz. Cü­veyriye, Peygamberimizin bu tavsiyesinden sonra artık bunları söylemeye devam etti.
Cüveyriye validemiz, Peygamberimizin diğer hanımları gibi çok hayırse­verdi.
Kendisi yemez, fakirlere yedirirdi.
Peygamberimiz bir defasında onun odasına gelmişti.
“Yiyecek bir şey var mı?” diye sordu.
Hz. Cüveyriye, “Vallahi yanımda yiyecek yok.
Biraz kemik vardı, onu da sadaka olarak verdim.” de­di.
Peygamberimizin bu mübarek hanımı, Hicret’in 56. yılında 65 yaşındayken vefat etti.
Cenaze namazını Mervan bin Hakem kıldırdı. 
Allah ondan razıolsun!

Cüveyriye bint el-Hâris b. Ebî Dırâr (ö. 56/676)
607 yılı civarında doğdu
Huzâa kabilesinin Benî Mustalik kolunun reisi Hâris b. Ebû Dırâr’ın kızıdır.
Hicretin 5. yılında (626-27) Hz. Peygamber’le evlenmeden önce amcasının oğluyla evliydi.
Bu evliliğin Mustalikoğulları ile müslümanlar arasındaki düşmanlığı giderdiği ve Hz. Peygamber’in Cüveyriye ile evlenmesinin asıl hedefinin bu kabileyi İslâm’a yaklaştırmak olduğu anlaşılmaktadır.
Mustalikoğulları’nın bu evlilikten sonra İslâmiyet’i kabul etmeleri de bunu göstermektedir.
Cüveyriye’nin müslüman olmadan önceki adı “sâliha, hayırlı kadın” anlamında Berre idi.
Böyle adlar almayı insanın kendi kendini temize çıkarması olarak değerlendiren ve bunu hoş karşılamayan Hz. Peygamber ona “küçük kız” anlamında Cüveyriye adını verdi.
Hz. Âişe’nin belirttiğine göre Cüveyriye ibadete çok düşkündü.
Cüveyriye Hz. Peygamber’den yedi hadis rivayet etmiştir.
Bunlardan biri Sahîh-i Buhârî’de, biri Sahîh-i Müslim’dedir.
Kendisinden de İbn Abbas, Câbir b. Abdullah, İbn Ömer ve Mücâhid b. Cebr gibi sahâbî ve tâbiîler rivayette bulunmuşlardır. Cüveyriye 56 yılı Rebîülevvelinde (Şubat 676) Medine’de vefat etmiştir



İsmi: Remle’dir.
Babası : Ebû Süfyân bin Harb
Annesi : Hz. Osman’ın halası Safiyye bint-i Âs
Kabile : Ümeyyeoğulları
Doğum : M.593 / Mekke
Vefat : M.664 - H.44 / Medine
(Baki Kabristanı)

Hazreti Mu’âviye’nin kız kardeşidir.
Evlilik Tarihi : H.6 - M.626
Ümmü Habîbe, ilk önce Resûlullah’ın halasının oğlu Ubeydullah bin Cahş ile evlendi.
Ubeydullah ibn Cahş dan doğan kızı Habibe’den dolayı “Ümmü Habibe” künyesini almıştı.
Kocasıyla İslâmiyeti kabûl eden ilk müslümanlardandır.
Mekke’deki kâfirlerin, müslümanlara eziyet ve zararları dayanılmayacak bir dereceye geldiğinde Habeşistan’a hicret etti.
Kızı Habîbe, Habeşistan’da doğup, kendisi de bu isimle meşhûr oldu.

Kocası Hıristiyan oldu

Kocası Ubeydullah bin Cahş, papazların propagandalarına aldanıp, fakirlikten kurtularak, dünyâ malına kavuşmak için mürted oldu. Dînini bıraktı.
Zaten kocasının mürted olacağını rüyasında görmüştü.
Rüyada, kocasının suratı gayet çirkinleşip, kapkara olduğunu gördü.
Rüyasının sabahı da tabir etmek için düşünürken, kocası hıristiyan olduğunu söyleyip, “Sen de hıristiyan ol” dedi.

Kocası dînini dünyâya değişince, Ümmü Habîbe’yi de İslâmiyetten çıkıp, zengin olmaya zorladı.
O, fakîrliğe, ölüme râzı olacağını, fakat “Muhammed aleyhisselâmın dînini ve sevgisini, bütün dünyâya değişmeyeceğini bildirdi.
Ubeydullah bin Cahş, Ümmü Habîbe’yi boşayıp, sürünerek ölmesini bekledi.
Fakat kendisi içki âlemlerine dalıp az zaman sonra sarhoşken öldü.

Evlilik teklifi

Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ), Ümmü Habîbe’nin dîninin kuvvetini ve başına gelen acı hâli işitti.
Îmân kuvvetine hayran kalıp, haline çare aradı.
Kendisi de, Mekke kâfirlerinin başkumandanı Ebû Süfyân ile mücadele ediyordu.

Müslüman olan Habeşistan hükümdârı Necâşî’ye Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) hicretin yedinci senesinde mektûb yazıp, Amr bin Ümeyye ile gönderdi.
Mektûpda, “Oradaki Ümmü Habîbe ile evleneceğim.
Nikâhımı yap!
Sonra kendisini buraya gönder.” şeklinde talepte bulundu.

Necâşî, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) mektûbuna çok hürmet edip, hemen hazırlıklara başladı.
Câriyesini gönderip, Resûlullah’ın isteğini bildirdi.
Ümmü Habîbe, Resûlullah’ın nikâhına girmeyi kabûl edince, Habeşistan hükümdârı iki gümüş gerdanlık, mücevherat, yüzükler ve bilezikler hediyye etti.

Necâşî, Muhacir ve müslümanları sarayına davet etti ve Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile Ümmü Habîbe’nin nikâhını kıydı.
Ümmü Habîbe, îmânın mükafatına kavuşarak orada zengin ve rahat oldu.
O’nun sayesinde Habeşistan’daki müslümanlar da çok rahat etti, ferah yaşadı.

Medineye Dönüş

Daha sonra, Ümmü Habîbe ( radıyallahü anha ) muhacirlerle Necâşî’nin temin ettiği iki gemiye binip Car Limanında indiler. Deveye binip Medine’ye geldi.

Baba Ebu Süfyana tavır...

Ümmü Habîbe ( radıyallahü anha ) Peygamberimizi ( aleyhisselâm ) çok severdi.
Mekkeli müşrikler Hudeybiye antlaşmasını bozduktan sonra endişeye kapılıp, anlaşmayı yenilemek istediler.
Bu iş için o zaman henüz müslüman olmamış olan Ebû Süfyân’ı Medine’ye gönderdiler.
Ebû Süfyân, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) hanımı olan kızı Ümmü Habîbe’nin odasına girdiğinde, Peygamberimizin her zaman oturduğu mindere oturmak üzere iken kızı Ümmü Habîbe “Sen bu mübârek yere oturmaya lâyık değilsin” diyerek oturmasına mâni oldu.
Ebû Süfyân kızından bu sözleri işitince, O’nun dînine bağlılığına hayret etti.

Ebû Süfyân daha sonra Mekke’nin fethinde müslüman oldu.
Ümmü Habîbe ( radıyallahü anha ), Mekke-i Mükerreme’nin feth edildiği gün Resûlullahın ( aleyhisselâm ) kadınlar ile sözleşmesinde Hazreti Ümmü Habîbe de bulunup, bîat etti.

Hazreti Muâviye'ye kızkardeşi Ümmü Habîbe’nin sevgisi çoktu.
Müslümanlar, Ümmü Habîbe’ye duydukları saygıdan dolayı kardeşi Muâviye’ye hilâfeti devrinde “müminlerin dayısı” diye hitap ediyorlardı

Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra Eshâb-ı kiram Ümmü Habîbe’ye (ra) çok hürmet gösterdi.
Hazreti Ömer, O’na geçimini sağlaması için yıllık maaş bağladı.
Hazreti Ümmü Habîbe çok fazıl, kâmil birisiydi.
Peygamberimizden pek çok hâdiseye şehâdet edip, otuz hadîs-i şerîf rivâyet etti.

Hadîs-i şerîflere çok dikkat ederdi.
Bu husûsta kendisine danışılırdı.
Ümmü Habîbe, rivayet ettiği hadisler bakımından Hz. Peygamber’in hanımları arasında Âişe ve Ümmü Seleme’den sonra gelir.

Hazreti Ümmü Habîbe kardeşi Hazreti Mu’âviye’nin ( radıyallahü anh ) hilâfeti zamanında hastalandı.
Hasta yatağında Hazreti Aişe’yi (radıyallahü anha) çağırtıp, “Benimle senin ve diğerlerinin aramızda münasebetler vardı.
Eğer her ne sûretle olursa olsun, aramızda hatâen bir şey geçmiş ise senden afv etmeni isterim.
Afv eyle ve hayır duâ ile yâd edip benim için mağfiret talep et” deyince Hazreti Âişe bu söz üzerine duâ edip, “Sen beni memnun etmişsin.
Hak teâlâ da seni memnun kılsın.” buyurdu.

Medine-i Münevvere’de 44 (m. 664) senesinde yetmişüç yaşında vefât etti ve Baki‘ Mezarlığı’na defnedildi.


Hz. Peygamber’le dört yıl evli kalan Ümmü Habîbe (r.anha), onun vefatından sonra otuz yıl daha ömür sürdü.
Bu dönemde gerçekleşen siyasi hadiselerden ve fitne ortamından uzak kalmaya çalıştı.


Doğum : M.610 / Hayber
Vefat: H.50 - M.670
(Baki Kabristanlığı) Medine

Babası : Benî Nadîr’in reisi Huyey b. Ahtab, Annesi : Berre bint Semev’el’dir.
Kabile : Nadiroğulları
İlk eşler : Selam b. Mişkem,
Kinane b. Ebi Hukayk
Evlilik tarihi : H.7 / M.628


Hayber’in fethinden sonra esir alınanlar içerisinde Hz. Safiyye de (asıl ismi Zeyneb) bulunuyordu.
Hayber Yahudilerinin reislerinden Rebî bin Hukayk’ın oğlu Kinâne ile evliydi.
Hayber Savaşı’nda kocası öldürülmüştü.
Hayber fethinde kocası öldürülen Safiyye esir alındı ve esirlerin taksiminde sahâbeden Dihye b. Halîfe’ye verildi.

Benî Kurayza ve Benî Nadîr’in hanımefendisi olduğu için Resûlullah’tan başkasına verilmesinin uygun olmayacağı söylenince Dihye memnun edilerek Resûl-i Ekrem’in hissesine ayrıldı.
Yanına geldiğinde de ona İslamiyet’i anlattı ve teklifte bulundu: “Eğer Müslüman olursan seni kendime zevce olarak alacağım.
Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni serbest bırakırım.
Sen de gider, kavmine kavuşursun.”

Hz. Safiyye, Peygamberimizin hanımı olacağını rüyasında görmüştü.
Böyle bir teklifi bekliyordu.
Hiç tereddüt etmeden tercihini yaptı ve şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Siz beni İslamiyet’e davet etmeden önce, konak yerine geldiğimde Müslümanlığı arzulamış ve sizi tasdik etmiştim.

Yahudilerle benim hiçbir ilgim kalmadığı gibi, artık onlara ihtiyacım da yoktur.
Hayber’de artık ne babam ne de kardeşim vardır.
Siz beni küfür ile İslam’dan birini seçmekte serbest bırakıyorsunuz.

Allah ve Allah’ın Resûl’ü bana, serbest bırakılmamdan ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir.”
Onun bu sözlerinden çok memnun olan Sevgili Peygamberimiz, Hz. Safiyye’yi azat etti ve onu mübarek hanımları arasına alarak şereflendirdi.
Hz. Safiyye’nin yüzünde bir darbe çürüğü vardı. Peygamberimiz onu gördü ve “Bu nedir?” diye sordu. Hz. Safiyye şu cevabı verdi: “Kinâne ile evlendiğim ilk gece bir rüya gördüm. Medine tarafından bir ay gelip ku­cağıma düştü.
Bunu Kinâne’ye anlattığımda kızdı, ‘Sen Hicaz hükümdarı Muhammed’e varmak istiyorsun!’ dedi ve yüzüme bir tokat vurdu! İşte bu, o tokadın izidir.”

Safiyye validemiz tok gözlü bir kadındı.
Medine’ye geldiği zaman bütün mücevherlerini Hz. Fâtıma’ya ve Peygamberimizin diğer hanımlarına hediye etti.”

Hz. Safiyye, Peygamberimizi çok sever, ondan ayrılmak istemezdi.
Bir gün Peygamber Efendimiz mescitte itikafta iken ziyarete gitti.
Bir saat kadar yanında kaldıktan sonra eve dönmek istedi. Resûlullah onu götürmek için ayağa kalktı. Ümmü Seleme validemizin odası önündeki mescit kapısına geldiğinde Ensar’dan iki zat ile karşılaştı. Onlar Peygamberimize selam verdiler ve aceleyle oradan uzaklaşmaya çalıştılar. Peygamber Efendimiz, onların kendisi hakkında suizan etmeyeceklerini biliyordu. Fakat şeytanın kalplerine bir şüphe atma ihtimalini düşünerek peşlerinden seslendi: “Acele etmeyin, durun. Yanımdaki kadın, Safiyye bint-i Huyey’dir.”
Sahabiler, “Biz Cenâb-ı Hakk’ı tenzih ederiz.” dediler.
Peygamberimizin, onların suizan etmelerinden korkarak yanındaki kadının kim olduğunu açıklaması kendilerine ağır geldi.
Bunun üzerine Resûlullah, onların şahsında bütün ümmetini şöyle ikaz etti: “Şeytan, insanın vücudunda dolaşan kan mesabesindedir. Ben haklı olarak, gönüllerinize şeytanın bir şüphe atmasından korktum!”
Hz. Safiyye, Peygamberimizin hastalanmasına, onun bir yerinin ağrımasına tahammül edemez, o acıları kendisinin çekmesini arzu ederdi.

Peygamber Efendimiz hastalandığında müminlerin anneleri etrafını sardı. Safiyye validemizin gözü yaşlı idi.
Bütün samimiyetiyle şöyle dedi: “Yâ Nebiyallah! Keşke sizin bütün ağrılarınızı, acılarınızı ben çekseydim!.

Resûl-i Ekrem’in hanımlarının kıskançlık yüzünden aralarındaki rekabetten etkilenmiş ve Hz. Âişe’nin bulunduğu grupta yer almıştır

Hz. Safiyye, isyancılar Halife Osman’ın evini kuşattığında ona yiyecek götürdü.
Safiyye validemiz, Hicret’in 52. yılında Hz. Muâviye’nin hilafeti zamanında, Medine’de vefat etti, cenaze namazını Muâviye b. Ebû Süfyân (veya Saîd b. Âs) kıldırdı ve Bakī‘ Mezarlığı’na defnedildi.

Doğum : 594
Vefat : 676 / H. 56 Mekke
Babası : Haris b. Hazen 
Annesi : Hind b. Avf
Kabile : Amr ibn Sa'sa/Necid
Evlilik tarihi : 629 / H. 7

İsmi daha önce “Birre” iken Resûlullah
( aleyhisselâm ) değiştirerek “Meymûne” yaptı.
Hazreti Meymûne ilk önce cahiliyyet devrinde Mes’ûd bin Amr bin Umeyr es-Sekatî ile evlenmişti.
Ondan ayrılınca Ebû Rühm bin Abdiluzza ile nikahlandı.
Bu da vefât edince dul kaldı.
Hz. Meymûne’nin, Kız kardeşlerinden Ümmü’l-Fadl, Peygamberimizin amcası Hz. Abbas’la, diğer kardeşi Esmâ ise Peygamberimizin amcasının oğlu Hz. Câfer’le evli idi.
Resûlullah bu üç kız kardeşe “mümin kardeşler” ismini vermişti.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) Hicretin yedinci senesi Hayber’in fethinden sonra Zilka’de ayında umre niyyeti ile yola çıktı.
Cuhfe’de bulunduğu sırada Hazreti Abbâs ile buluşunca, Hazreti Abbas: “Yâ Resûlallah! Meymûne binti Haris dul kaldı. Onu kendine hanımlığa alsan olmaz mı?” diye teklifte bulundu.

Bunun üzerine Peygamber efendimiz Ebû Rafi ile Ensâr’dan bir zatı Mekke’ye dünürlüğe gönderdi.
Hazreti Meymûne, Resûlullah’ın
( aleyhisselâm ) haberini deve üzerinde iken alınca “Deve de, üzerindeki de Resûlullah’ındır ( aleyhisselâm ) dedi.
Bu işin gereğinin yapılmasını da ablası Ümmü’l Fadl’a, o da kocası Hazreti Abbâs’a, bıraktı.
Böylece Hazreti Abbas, Hazreti Meymûne’nin nikâhlanmasında vekîl oldu.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) Mekke’de umreyi tamamladıktan sonra Medine’ye dönerlerken Şerîf mevkiine gelince Hazreti Abbâs, Peygamberimizden ( aleyhisselâm ) dörtyüz dirhem mehr alarak Hazreti Meymûne’yi Resûlullaha nikahladı.
Burada düğün merasimi de yapıldı.
Hazreti Meymûne, Resûlullahın nikâhı ile şereflenerek son hanımı oldu.
Peygamberimiz bundan sonra bir daha evlenmedi.
Kendisinden 46 hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir.
Hazret-i Âişe onun hakkında: “Meymûne bizim hepimizden fazla Allahü teâlâdan korkan ve sıla-i rahmi (yakın akrabaları) gözeten bir hatun idi.” buyururdu.
Bazan borç alır ve hayır işlerine harcardı. Bir ara çok borçlanmıştı, bunu nasıl ödeyeceğini sordukları zaman “Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Herkes iyi niyetle borçlanırsa, Allahü teâlâ onun borcunu öder.” buyurdu.
Dînî emir ve yasaklara da son derece dikkat ederdi.
Hz. Meymûne validemiz, 80 yaşındayken vefat etti. Hazreti Meymûne Mekke’de hastalandı: “Beni Mekke’den çıkarınız! Çünkü Resûlullah benim Mekke’nin dışında vefât edeceğimi haber verdi.”, dedi. Kendisini çıkardıkları zaman, Resûlullah’a nikâhı yapılmış olduğu yerde vefât etti.
Cenâze namazını yeğeni Hazreti Abdullah bin Abbâs kıldırdı.
Cenâzesi kaldırılacağı zaman şöyle dedi. “Bu Resûlullah’ın hanımıdır. Cenâzeyi fazla sarsmayın ve edeble yola devam edin.” O Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) son nikâhlısı olduğu gibi, hanımlarının da en son vefât edeni idi.


Doğum : 608
Vefat : 632 / H. 10 (Baki Kabristanlığı)
Baba adı : Zeyd b. Amr
 Evlilik tarihi : 627 / H. 5
Kabile : Nadiroğulları


Peygamber efendimizin câriyesi iken müslüman olan muhterem hanımlarından.
Medînede bulunan Yahudilerin Benî Kureyza kabilesindendir.
Peygamberimiz’den ( aleyhisselâm )
önce 10. (m. 631) Medine’de vefât etti.
Peygamber efendimiz Hendek Savaşı’ndan sonra 5 (m. 626) senesinde Medine’nin dışında bulunan ve bir kaleye sığınan Beni Kureyza Yahudilerinin üzerine yürüdü.
Çünkü bunlar orada devamlı huzûrsuzluk kaynağı oluyorlardı.
Beni Kureyza Yahudilerinin bulunduğu kale; muhasara ve kuşatmadan sonra Müslümanların eline geçti.
İçinde bulunan Yahudiler malları, mülkleri, çocukları ve kadınları ile birlikte ganîmet olarak alındılar.
Benî Kureyzâdan alınan savaş ganîmetleri ve esîrleri müslümanlar arasında İslâm dinine uygun bir şekilde taksim edildi.
Reyhâne ( radıyallahü anha ) da savaş esîrleri arasında bulunuyordu.
Ganîmetler taksim edilip, sıra esîrlere gelmişti.
Reyhâne ( radıyallahü anha ) da Peygamber efendimizin hissesine düşmüştü.
O zaman Yahudilik dinine inanan Reyhâne’yi ( radıyallahü anha ) dilerse kendi dininde kalmak, dilerse müslüman olmak husûsunda serbest bırakmışlardı.
Reyhâne ( radıyallahü anha ) de: “Ben kendi dinimde kalmak istiyorum diye Peygamberimize ( aleyhisselâm ) arz etmişti.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) daha sonra Reyhâne ( radıyallahü anha )’ya şöyle buyurdular: “Sen Allahü teâlânın ve O’nun Resûlünün yolunu tutmak ister misin. Ben böyle münasip (uygun) görüyorum.”
Reyhâne ( radıyallahü anha ) da, “Evet,” dedi. Peygamber efendimiz bu davranışından sonra Reyhâne’yi ( radıyallahü anha ) âzâd (hür serbest) ettiler.
Kendilerini, bizzat Mehir vererek, nikâhına aldılar. Ayrı bir ev açarak hanımları arasına koydular.
Reyhâne, 10. (632) yılda Resûl-i Ekrem Vedâ haccından döndükten bir müddet sonra Medine’de vefat etti
Peygamber efendimiz, evlenmelerinin hepsini Hazreti Âişe’yi Allahü teâlânın emri ile nikahladıktan sonra yaptı.
Bunlar dînî, siyâsî veya merhamet ve ihsân ederek yapılan evlenmelerdir.
Nitekim Reyhâne ( radıyallahü anha ) ile de olan evlenme böyledir.
Reyhâne ( radıyallahü anha ) sakin, temiz karaktere sahip, yumuşak huylu bir hanımefendi idi.
Reyhâne bint Şem‘ûn


Doğum : 608
Doğum Yeri : Hafn/Mısır
Babası : Şemun 
Evlilik tarihi : 629 / H. 7
Vefat : 637 / H. 16  (Baki Kabr.)
Mâriye bint Şem’ûn el-Kıbtiyye (ö. 16/637),  


Hz. Peygamber, hicretin 7. (628) yılında komşu ülkelerin hükümdarlarını İslamiyet’e davet etmeye başlayınca Bizans’ın İskenderiye valisi ve Mısır’ın mukavkısı olan Cüreyc b. Mînâ’ya da Hâtıb b. Ebû Beltea ile bir mektup gönderdi.
Mektup okuyup ona değer verdiği, hatta benimsemesine rağmen Bizans imparatorundan çekindiği için İslamiyet’i kabul etmediği ileri sürülen Cüreyc b. Mînâ  Rasûl-i Ekrem’e yazdığı cevabî mektupla birlikte cariyelerinden Mâriye ile kız kardeşi Sîrîn’i,  ayrıca 1000 miskal altın, kıymetli elbiseler, kumaşlar, güzel kokular, bir merkep, bir katır vb. hediyeler yolladı.
Mâriye (r.anha) dolayısıyla Mısırlılar’ı kendine hısım kabul eden Rasûl-i Ekrem, ileride Mısır fethedildiği zaman halkına iyi davranılmasını tavsiye etmiş ve bu tavsiyesi yerine getirilmiştir.
Hâtıb b. Ebû Beltea’nın Medine’ye dönerken yanındakilere İslamiyet’i anlattığı, Mâriye ve Sîrîn’in Müslüman olduğu,zikredilmektedir    
Hz. Hatice dışında hiçbir hanımından çocuğu olmayan Rasûl-i Ekrem’in 8 yılının Zilhicce ayında (Nisan 630) Mâriye (r.anha)’den bir erkek çocuğu dünyaya gelince Mâriye “ümmüveled” statüsüne geçerek hürriyetine kavuştu.
Güzel bir hanım olduğu belirtilen Mâriye (r.anha)’ye Rasûl-i Ekrem’in ilgi göstermesi başta Hz. Aişe (r.anha) olmak üzere diğer eşlerinin kıskanmasına yol açtı.


Bismillahirrahmanirrahim
 
HİCRİ 1.YIL 
Peygamberimiz'in (sav) Mescidinin Yapılışı
Ezan
 Hz. Hamza'nın (ra) Sîfü'l-Bahr'e Gönderilişi
Ubeyde b. Hâris'in (ra) Râbığ'a Gönderilişi
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Harrar'a Gönderilişi

 HİCRİ 2.YIL
 Cihat Emri / İzni 
 Ebvâ (Veddan) Gazâsı
 Buvat Gazâsı 
 Sefvan Gazâsı 
  Zü'l-Uşeyre Gazâsı 
 Nahle Seferi 
 Kıblenin Kâbe'ye Çevrilişi
  Ramazan Orucunun Farz Kılınışı 
  Teravih Namazı
   Bedir Savaşı 
  Sevık Gazası
  Fıtır Sadakası ve Bayram Namazları Zekat Farizası
 

HİCRİ 3.YIL
Karkaratü'l Küdr Gazası
Ka'b b. Eşref'in Öldürülmesi,
Gatafan Gazası
Ebu Râfi'in öldürülüşü
İbn Süneyne (Sübeyne)'nin Öldürülüşü
Buhran Gazası
Karde Seferi
Hz Hasan'ın (ra) doğumu
Uhud Savaşı

HİCRİ 4.YIL
Katan Seferi
Abdullah b. Üneys (ra) Seriyyesi
Reci Seferi
Bi'r-i Mauna olayı
Amr b. Ümeyye Seriyyesi
Beni Nadir yahudileri Medine'den Sürüldü
İçki Haram Kılındı
Hz Ali 'nin (ra) annesi Fatıma hatun vefat etti
Hz. Zeyneb'in Vefatı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Torunu ve Hz. Osman'ın Oğlu Abdullah'ın Vefatı
Ebu Seleme Abdullah b Abdulesed (ra) vefat eti
Hz Hüseyin Doğdu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ümmü Seleme ile Evlenişi
Bedru'l Mev'id Gazvesi
 
HİCRİ 5.YIL
Zatürrika Gazvesi
Dümetü'l Cendel Gazvesi
Müzeyneler Müslüman oluyor
Beni Mustalık Gazası (Müreysi’ Savaşı)
Rasulullah (sav)'ın Cüveyriye binti Haris ile evlenmesi
Hz. Aişe ve İfk (İftira) olayı
Peygamberimiz'in (sav) ,Hz Zeyneb b.Cahş ile evliliği
HENDEK SAVAŞI
Beni Kurayza Gazası

HİCRİ 6.YIL
Kurata seferi
Beni Lihyan seferi
Gabe gazası
Gamre seferi
Zülkasse  seferi
Cemum seferi
Iys seferi
Tarf seferi
Dümetül Cendel seferi
Fedek seferi
Beni Fezare seferi
Ükl ve Üraniler
 Hudeybiye Antlaşması

HİCRİ 7.YIL
Peygamber (sav) elçileri
Hayberin fethi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile Evlenişi
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması
Vâdi'l-kurâ Gazası
Hısma Seferi
Teymâ seferi
Benî Fezâre Seferi
Türebe Seferi
Hz. Ebu Bekr'in Necd seferi
Benî Mürre Seferi
Meyfaa seferi
Cinab Seferi
UMRETÜ'L-KAZA
 
HİCRİ 8.YIL
Peygamberimiz Aleyhisselam'ın Kızı Hz. Zeyneb'in Vefatı
Mute Gazası
Mekke'nin Fethi
Huneyn Savaşı
Taif Kuşatması
Halid b. Velid ile Osman b. Talha'nın Müslüman Oluşu

 HİCRİ 9.YIL
Müslüman Kabilelere Valiler ve Zekat Tahsil Memurları Gönderilişi
Medine'ye Gelen Benî Temim Heyeti
Hâris b. Dırâr el-Huzâî'nin Medine'ye Gelişi, Müslüman Oluşu ve Benî Mustalıkların da Müslüman Olmalarını Sağlayışı
Benî Esed b. Huzeymelerin Müslüman Oluşu
Urve b. Mes'ud'un Müslüman Olup Taiflileri Müslümanlığa Davet Edişi ve Şehit Edilişi
Benî Uzre Heyetinin Medine'ye Gelmeleri ve Müslüman Olmaları
Kutbe b. Âmir'in Has'amlara Gönderilişi
Abdullah b. Avsece'nin Hârise b. Amr b. Kurayt Oğullarına Gönderilişi ;
Dahhâk b. Süfyan'ın Kurataları Te'dibe Gönderilişi
Beliyy Heyetinin Medine'ye Gelişi ve Müslüman Oluşu
Habeş Necaşî'si Ashama'nın Vefat Edişi ve Kendisi İçin Gıyâbî Olarak Medine'de Cenaze Namazı Kılınışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevcelerinden 1 ay inzivaya çekilişi
Tebük Seferi
Hz. Ümmü Külsûm'un Vefatı
Himyer Krallarının Müslüman Oluşu
Sakîflerin Müslüman Oluşu
İslamiyet Arabistanda yayılıyor
Baş Münafık Abdullah b Übeyy b Selül'ün Ölüşü
9.Yıl Haccı

HİCRİ 10.YIL
Hz. İbrahim'in Vefatı
Veda Haccı

HİCRİ 11. Yıl
Usame b. Zeyd (ra)'in Suriye Seferi
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatı

 

Peygamberimiz Aleyhisselamın İlk Cuma Hutbeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam, bu Cuma günü, ayakta durarak ardarda irad ettiği hutbelerinde, Allah'a lâyık olduğu veçhile hamd ve sena­da bulunduktan sonra, şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Kendiniz için, önden ahiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Elbette, bilirsiniz ki; her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır! Sonra Rabbi ona tercümansız, perdedarsız olarak: 'Sana Resûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için [âhiret azığı olarak] ne gönderdin? buyuracak. O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek! Sonra önüne bakacak. Önünde de cehennemden başka birşey göremeyecek! Öyle ise yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayır işlesin! Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın. Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir! Selam ve Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!" "Allah'a hamd olsun! Allah'a hamd eder ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden, Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz! Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez! Şehadet ederim ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! O, birdir; O'nun şerîki yoktur! Sözlerin en güzeli, Yüce Allah'ın Kitabıdır. Allah kimin kalbini Kur'ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyete girdirir, o da Kur'ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuş, kurtulmuştur. Doğrusu, Kitabullah sözlerin en güzeli, en belâgatlısıdır. Allah'ın sevdiğini seviniz! Allah'ı candan gönülden seviniz! Allah'ın kelamından, zikrinden usanmayınız! Allah'ın kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin! Çünkü, Allah'ın kelamı, herşeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, kıssaların iyisini zikreder. Helal ve haram olan herşeyi beyan eyler. Artık Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız. O'ndan gereği gibi sakınınız. Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz. Allah'ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz. Muhakkak biliniz ki: Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder. Selam olsun sizlere!"[3] Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Salim mescidinde Cuma günü irad buyurduğu hutbe olmak üzere, Saîd b. Abdurrahman el-Cumahî'den nakledilen hutbede de şöyle buyurulmustur: "Hamd, Allah'a mahsustur. Ben, O'na hamd eder, O'ndan yardım, yarlıganmak ve hidayet dilerim. O'na iman ederim, inanmazlık etmem. İnanmazlık edenlere de düşmanlık ederim. Ben Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, şerîki ve nazîri olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim. Allah, onu peygamberlerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapkınlığa düştüğü, zamanın kesintiye uğradığı, Kıyametin kopma ve âlemin sona erme zamanının yaklaştığı bir sırada, tam bir hidayet, tam bir nur, tam bir öğüt olan Kur'ân'la göndermiştir. Allah'a ve Resûlüne boyun eğen, muhakkak doğru yolu bulmuştur. Allah'a ve Resûlüne karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlıktan sapkınlığa düşmüştür. Size Allah'tan korunmayı tavsiye ederim. Zaten bir Müslümanın bir Müslümana en hayırlı tavsiyesi de, onu ahirete isteklendirmesi, ona Allah'tan korunmayı emretmesidir. Allah'ın sizi sakındırdığı şeylerden sakınınız! Bundan daha üstün ve hayırlı bir öğüt, bundan daha üstün ve hayırlı bir hatırlatma yoktur. Rabbinden korkarak, ürpererek ibadet eden kimse için, Allah'tan korunmak, istediğiniz ahiret mut­luluğu için en güvenilir bir yardımdır. Kim gizli ve açık her işinde Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek Allah'la arasını düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır. Öldükten sonra da, bu, kendisinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir zamanda kendisine azık olur. Bunun dışındaki işlerden uzak uzak kaçmayı, onlarla kendi arasında uzun mesafeler olmasını ister. Allah, azabından sizi korkutur. Allah, kulları hakkında çok esirgeyici ve merhametlidir. Sözünü doğrulayan, va'dini yerine getiren Allah'a andolsun ki; bundan cayma yoktur! Çünkü, Yüce Allah 'Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, kullara zulümkâr da değilim' [Kâf: 29] buyuruyor. Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah'tan korununuz! Kim Allah'tan korunursa, Allah onun günahlarını örter, ecrini de büyütür. Allah'tan korunan büyük bir kurtuluşa ermiştir. Allah'tan korunmak, insanı Allah'ın azab ve gazabından korur. Allah'tan korunmak, yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir. Nasibinizi alınız! Allah katında ifrartlı olan hareketlerde bulunmayınız. Allah doğruları da, yalancıları da bilsinler diye size Kitabını ve yolunu açıkça öğretmiştir. Allah'ın size ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulununuz. Allah'ın düşmanlarına düşman olunuz. O'nun yolunda, gereği gibi cihad ediniz! Sizi O seçip Müslümanlar diye adlandırdı ki, helak olan açık delillerle helak olsun, sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın. Allah'tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur. Allah'ı anmayı çoğaltınız. Bu günden sonrası için çalışınız. Kim Allah'la arasını düzeltirse, Allah da onun insanlarla arasını düzeltir. Çünkü Allah insanlar üzerinde hükmünü yürütür. İnsanlar ise Allah üzerinde hükümlerini yürütemezler. Allah insanlar üzerinde tasarruf eder. İnsanlar ise Allah üzerinde tasarruf edemezler. Allah en büyüktür. Büyük olan Allahtan başkasında kuvvet ve kudret yoktur.


 
 HİCRİ AYLAR
Muharrem 
Safer
Rebiülevvel
Rebiülahir
Cemaziyelevvel
Cemaziyelahir 
Recep
Şaban
Ramazan
Şevval
Zilkade 
Zilhicce
 
Facebook beğen
 
 
12 ziyaretçi (15 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol