Hicri 7



İSLAMA DAVET

Hicretin 7. Yılı
Efendimizin Hükümdarları İslam'a Daveti ve Peygamberimizin Elçileri

ayrıntılar sayfa sonunda

HAYBER'İN FETHİ

Hicretin 7. senesi Muharrem ayı sonları (Milâdî 628)

Ayrıntı

Peygamberimiz Aleyhisselamın
Hz. Safiyye ile Evlenişi

H.7   Cemaziyelahir

Hz. Safiyye Hayber'de iken kendisiyle evlenilmesinde dinen bir engel kalmamış bulunuyordu.
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber'de onunla evlenmemiş; bu evlenme işi, Hayber'den altı mil uzaklaşıldığı ve Sibar mevkiine gelindiği zaman da Hz. Safiyye istemediği için, geri kalmıştı. Hayber'den bir oniki mil uzaklaşıldığı Sahbâ mevkiine gelindiği zaman ise, Hz. Safiyye muvafakat etmişti. Peygamberimiz Aleyhisselam, ona: "İlk durak olan Sibar'da konmak istediğim zaman bana aykırı davranışının sebebi ne idi?" diye sordu.
Hz. Safiyye: "Yâ Rasûlallah! Yahudilerin yakınında sana bir zarar gelebileceğinden korkmuştum. Onlardan uza­klaşınca, emniyete kavuştum!" dedi.

Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması

Cemaziyelevvel

Vâdi'l-kurâ Gazası

Cemaziyelahir

Hısma Seferi

Cemaziyelahir

Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd b. Hârise'yi, 500 kişilik askerî bir te'dib birliğinin başında Cüzamlara yolladı.


Zeyd b. Hârise'nin Cüzamları Te'dib İçin Hısma'ya Gönderilişi

Hicretin 7. yılı başlarında vuku bulmuştur.
Hısmâ; Şam toprağında bir kırdır.
Vâdi'l-kurâ'ya iki gecelik uzaklıktadır. Cüzamların konak yeridir. Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisi Dıhye b. Halife Kayser Herakliyus'un yanından Medine'ye dönerken, Hısma'ya geldiği sırada, Cüzamlardan Huneyd ve Huneyd'in oğlu ile daha bazı adamlar, önünü keserek Kayser'in vermiş olduğu birçok kıymetli hediyeleri soymuşlar, Medine'ye ancak üzerinde­ki eski elbise ile gelebilmişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd b. Hârise'yi, 500 kişilik askerî birte'dib birliğinin başında Cüzamlara yolladı.
Dıhye b. Halifeyi de Zeyd b. Hârise'nin yanına kattı.
Benî Uzrelerden bir adam da, kılavuz olarak yanlarına katıldı.
Zeyd b. Harise ve askerleri, kılavuzlarıyla birlikte, geceleri yürüyorlar, gündüzleri gizleniyorlardı. İslâm mücahidlerinin Cüzamların yurtlarına geldikleri sırada, Cüzamların ileri gelenlerinden Rifâa b. Zeyd Müslüman olup Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu ile kavminin yanına dönmüş, Cüzamlardan bütün Gatafanlar ve Vâiller ile Selaman ve Sa'd-ı Hüzeymlerden ve Behralardan birçok kişilerde,Harretü'r-Reclâ'ya gelip konmuşlardı.
Rifâa b. Zeyd de, Benî Dubayblardan bazı kişilerle birlikte Kurâ-i Rebbe'de, öteki Benî Dubayblar ise Harre nahiyesinin Medan vadisinde bulunuyorlardı.
Zeyd b. Hârise'nin gelip saldıracağından hiçbirinin haberi yoktu.
Kılavuz, İslâm mücahidlerini Harre'nin Evlac tarafından getirmişti.
İslâm mücahidleri, sabahleyin, Huneyd ve oğlunun konak yerine ve onların yanında bulunanlara ansızın baskın yaptılar.
Huneyd ile oğlu öldürüldü.
Benî Ahnef veya Ecneflerden de iki kişi öldü. 1000 deve ile 5000 davar iğtinam edildi.
Rifâa b. Zeyd'in cemaatinden, Benî Dubayblardan yeni Müslüman olmuş bulunan bazı kişiler,Huneyd ile oğlunun Dıhye b. Halifeyi soyduklarını haber alır almaz toplanmış, onların üzerlerine yürüyüp çarpışmış, yağmaladıkları şeyleri Dıhye'ye teslim etmek üzere ellerinden kurtarmış bulunuyor­lardı.

Dubayb Oğulları Temsilcisinin Zeyd b. Hârise ile Konuşması

Dubayb oğulları, İslâm mücahidlerinin Medan çölünde bulunduklarını öğrenince, onlardan Hassan b. Melle Süveyd b. Zeyd'in atına, Üneyf b. Melle ise Melle'nin atına, Ebu Zeyd b. Amr da kendi atına binip gittiler.
Bunlar İslâm mücahidlerine yaklaşınca, Ebu Zeyd'le Hassan, Üneyf b. Melleye: "Sen bizden ayrıl, dönüp git! Çünkü, biz senin dilinden korkuyoruz!" dediler, onun üzerine dikildiler ve atının üzerinden ayrılmadıkça, yanından uzaklaşmadılar.
Üneyf ise: "Ben de, iki atlının yaya yürüyücüsü olurum!" diyerek arkalarından koştu ve yetişti.
Ona: "Sen bizimle gel, ama şimdiye kadar yapageldiğin şeyleri bugün sakın yapma!
Biz konuşurken, sen dilini tut! Bugün bize bir uğursuzluk getirme!" dediler. İçlerinden, yalnız Hassan b. Melle'nin konuşmasını kararlaştırdılar. Bunlar, Cahiliye çağında aralarında bazı kelimelerle (parolalarla) birbirlerini tanırlardı. Temsilciler İslâm mücahidlerinin yanlarına doğru varırlarken, onlar da bunlara doğru gelmeye başladılar. Hassan, İslâm mücahidlerine: "Biz, Müslüman bir cemaatiz!" dedi. Bir at üzerinde Müslümanların yanına varan ilk kişi o oldu. Zeyd b. Hârise'nin yanına kadar varıp durdu. Zeyd b. Harise: "Öyleyse, Ümmü'l-Kitâbı [Fatiha sûresini] okuyunuz bakayım?" dedi. Hassan Fatiha sûresini okuyunca, Zeyd b. Harise: "Askerlere sesleniniz ki; Yüce Allah, şu kavmin içinden çıkıp geldikleri yeri bize haram ve dokunul­maz kılmıştır. Ahdini bozan, bundan müstesnadır!" dedi. Zeyd b. Harise, onlardan yalnız birisini Fatiha sûresinden imtihan etti, başka birşey yapmadı.
Zeyd b. Harise esirleri Dubayb oğullarına iade etmek istediği zaman, arkadaşlarından bazıları, onların işlerinde karışıklık bulunduğunu haber verdiler. Bunun üzerine, Zeyd b. Harise iade işini bir müddet için geri bıraktı ve: "Onlar hakkında, Allah hüküm verecektir!" dedi.
Hassan b. Melle'nin kızkardeşi de esirler arasında idi. Zeyd b. Harise, Hassan b. Melle'ye: "Al, götür onu!" dedi. Ümmü'l-Fezer ed-Dulaiye, Hassan b. Melle'ye: "Kızlarınızı götürüyorsunuz da, analarınızı mı bırakıyorsunuz?!" dedi. Hasib oğullarından birisi de: "Onlar Dubayb oğullarındandır.
Her zaman, onların dilleri büyülüdür!" diye mırıldandı. Mücahidlerden bazısı bunu işitip Zeyd b. Hâriseye haber verdiler. Bunun üzerine, Zeyd b. Harise emretti, Hassân'ın kızkardeşinin elindeki bağ çözüldü. Zeyd, Hassân'a: "Yüce Allah şu amcanın kızları hakkında hükmünü verinceye kadar, sen de onlarla birlikte burada otur!" dedi. Elçiler dönmek istediler. İslâm askerleri, onların gelmiş oldukları vadilerine inip gitmelerine engel oldular. Onlar da ev halklarının yanında akşamladılar. Dubayb oğulları temsilcileri, Zeyd b. Harise ile arkadaşlarını gözetlemeye başladılar; ve onların uyuduklarını anlayınca, gecenin bir kısmını geçirdikten sonra, hayvanlarına binip Rifâa b. Zeyd'in yanına vardılar. Sabahleyin, Hassan b. Melle, Rifâa b. Zeyd'e: Cüzam kadınları , baskın yapılıp esir edilmiş bulunuyorlar!? Halbuki, senin elinde, Peygamberden getirmiş olduğun mektup da var!" dedi. Başlarına geleni ona haber verdi. Rifâa b. Zeyd, devesinin getirilmesini istedi, sıçrayıp onun üzerine bindi. Baskın sırasında Hasiblerden öldürülmüş olanın kardeşi Ümeyye b. Zafere de yanlarında olduğu halde, üç gecede Medineye yetiştiler. Rifâa b. Zeyd'le arkadaşları Mescide kadar vardılar. Peygamberimiz Aleyhisselam, onları görünce:"Halkın arka tarafına geliniz!"diye eliyle işaret buyurdu. Temsilciler, Zeyd b. Hârise'nin yaptığını, Peygamberimiz Aleyhisselama anlattılar. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ya öldürülmüş olanları ne yaparım?" buyurdu ve bunu üç kere tekrarladı.. Rifâa b. Zeyd: "Yâ Rasûlallah! Sen daha iyi bilirsin: Sen kendine helâl olanı haram kılma! Kendine haram olanı da helâl kılma! Sen bizim için de, helâl olanı haram kılma! Haram olanı da bize helâl kılma!" dedi. Temsilcilerden Ebu Zeyd b. Amr: "Yâ Rasûlallah! Sen, bizden sağ olanlan salıver! Öldürülmüş olanlara gelince; onlar şuracıkta ayak­larımın altında kalıversin gitsin! Onlardan dolayı hiçbir hak istenilmesin!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ebu Zeyd doğru söyledi!" buyurdu. Temsilciler: "Yâ Rasûlallah! Zeyd b. Hâriseye bizimle birlikte bir adam gönder de, o, ailelerimizin ve mal­larımızın arasından çekilsin!" dediler.

Hz. Ali'nin Zeyd b. Hârise'ye Gönderilişi

Cüzam temsilcilerinin istekleri üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali'ye: "Haydi, yâ Ali! Bin de, onlarla birlikte git!" buyurdu. Hz. Ali: "Yâ Rasûlallah! Zeyd bana boyun eğmez!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Al şu kılıcımı!" buyurdu ve kılıcını Hz. Ali'ye verdi. Hz. Ali: "Yâ Rasûlallah! Benim üzerine bineceğim bir hayvanım da yok!" dedi. Temsilciler: "İşte sana deve!" dediler. Hz. Ali, temsilcilerden birisinin devesine bindi ve birlikte yola koyuldular. Zeyd b. Harise ile askerlerine kavuştular. Hz. Ali, Zeyd b. Hârise'ye: "Resûlullah Aleyhisselam, şu kavme, elinde bulunan esirlerin ve malların hepsini iade etmeni sana emrediyor!" dedi. Zeyd b. Harise: "Resûlullah Aleyhisselam tarafından geldiğine bir alâmet, bir işaret var mıdır?" diye sordu. Hz. Ali: "Bu kılıcıdır!" dedi. Zeyd b. Harise, Peygamberimiz Aleyhisselamın kılıcını görünce, tanıdı. Hemen hayvanından inip askerlere seslendi: Askerler kendisinin yanında toplanınca, onlara: "Kimin elinde esirlerden veya maldan ne varsa, onu hemen Resûlullah Aleyhisselamın şu elçisine iade etsin!" dedi. Herkes, Cüzamlardan almış oldukları herşeyi geri verdiler.

Teymâ seferi

H.7   Recep

Vâdi'l-kurâ Yahudilerinin teslim oldukları tarihi müteakip vuku bulmuştur.
Teymâ; Şam'la Vâdi'l-kurâ arasındadır.
Teymâ, Medine ile Şam arasında olup, sonradan Medine'ye bağlanmıştır. Teymâ Yahudileri de, Vâdi'l-kurâ ve Fedek Yahudileri gibi Hayber Yahudilerinin Medine'ye saldırmak için yanlarına almayı kararlaştırdıkları Yahudilerdendi.
Teymâ Yahudileri; Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber, Fedek ve
Vâdil-kurâ Yahudilerini hâkimiyeti altına aldığını işitince, cizye, haraç vermek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselamla anlaşma yaptılar.
Böylece, yurtlarında oturmak ve topraklarını ellerinde tutmak imkânını buldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Yezid b. Ebu Süfyan'ı, Mekke'nin fethinde Müslüman olunca, Teymâ valiliğine tayin etti

Benî Fezâre Seferi

H.7    Recep

Gatafanların bir kolu olan Benî Fezâreler de, Gatafanlar gibi, Hayber Yahudilerine yardıma gelmiş bulunuyorlardı.
Yahudilere yardımdan vazgeçtikleri, yurtlarına dönüp gittikleri takdirde, kendilerine de Hayber'in humna mahsulünden verileceği hakkında haber gönderilmiş, fakat Benî Fezâreler bu teklifi kabul etmek­ten kaçınmışlardı.
Gatafanların başkan ve kumandanı Uyeyne b. Hısn'dan sonra, bunlardan bazı kişiler de, Peygamberimiz Aleyhisselama gelerek: "Bize va'd etmiş olduğun payımızı ver!" demişlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunlara da, Uyeyne b. Hısn'a dediği gibi: "Sizin payınız, Hayber dağlarından Zü'r-Rukaybe dağıdır!
Haydi, Zü'r-Rukaybe sizin olsun!" buyurmuştu.
Fezârîler: "Öyle ise, biz de sizinle çarpışırız!" diye çıkışmak istemişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da: "Bizimle çarpışmak için buluşma yeriniz, Cenefâ olsun!" buyurmuştu. Fezârîler, Peygamberimiz Aleyhisselamdan bu cevabı işitir işitmez, kaçıp gitmişlerdi.
Cenefâ; Benî Fezârelerin yurtlarından ve sularındandır.
Benî Fezâreler, Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak istemişler ve bunun için de toplanmış bulunuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber'den dönerken, çarpışmak için haber salınca, onlar birden tedirgin olmuşlar, her tutulacak yolu tutmuşlar, her kaçılacak yere kaçmışlardır

Türebe Seferi

H.7   Şaban

Türebe'nin Medine'ye uzaklığı altı mildir.
Hilal oğulları ile Âmir b. Rebiaların ortaklaşa oturdukları büyük bir vadidir.
Hevâzinlerden dört oymak:
1- Cüşem b. Muaviye b. Bekr, 2- Nasr b. Muaviye b. Bekr, 3- Sa'd b. Bekr, 4- Sakf b. Münebbih b. Bekr b. Hevâzin oğulları Türebe'de toplanmış bulunuyorlardı.
Sa'd b. Bekr oğulları, Hicretin 6. yılında da Hayber Yahudilerinin Medine'ye yapacakları baskında onlara yardımcı olmak üzere Fedek'te toplanmışlar ve yardımlarına karşılık olarak da bir yıllık hurma mahsulünün kendilerine verilmesini istemişlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam; onların böyle Türebe'de toplanmış olduklarını haber alınca, Hz. Ömer'i 30 kişilik bir birliğin başına geçirerek Türebeye gönderdi
Hz. Ömer, Hilal oğullarından bir kılavuzla yola çıktı.
İslâm birliğinin kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber alınca, Hevâzinler kaçtılar
Hz. Ömer, Hevâzinlerin yurtlarında hiç kimseye rastlayamadığından, Medine'ye dönmek üzere Necd yolunu tuttu. Medine'ye döndü.

 

Hz. Ebu Bekr'in Necd seferi

H.7 Şaban

Hicretin 7. yılında olup, Hz. Ömer'in Türebe seferinin devamı sayılabilir.
Seleme b. Ekvâ'nın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir'i de askerî bir bir­liğin başına geçirerek Necd'e doğru yola çıkardı.
Geceleri parolaları "Emit! Em it!" sözü idi.
Mücahidler, Hevâzinlerin yurduna geceleyin ansızın baskın yaptılar.
Hevâzinlerden bazılarını öldürdüler.
Bazılarını da, esir aldılar.
Hevâzinlerin mallarından ellerine geçirebildiklerini iğtinam ettiler

Benî Mürre Seferi

H.7   Şaban 

Hicretin 5. yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamı ve İslâmiyeti yok etmek üzere Kureyş müşriklerinden Ebu Süfyan b. Harb'in kumandası altında gelip Medine'yi kuşatan on bin kişilik askerî harekatın 100 kişisini, Haris b. Avf'ın kumandası altındaki Mürre oğulları teşkil etmişlerdi. Peygamberimiz Aleyhisselam, otuz kişilik askerî bir birliği, Beşir b. Sa'd'ın kumandası altında Mürre oğullarına gönderdi.
Mürre oğulları,kışlık vadilerine çekilmiş bulunuyorardı.
Mücahidler, Mürre oğullarının oralarda bulabildikleri davar, deve ve sığırlarını Medine'ye doğru Sürüp yol almaya başladılar.
Çobanlardan birisi "İmdad! İmdad!" diye koşup giderek, durumu Mürre oğullarına haber verdi.
Mürre oğulları, Medine'ye yönelen İslâm birliğinin ardından, pek çok sayıda adamlarını koşturdular, geceleyin İslâm birliğine yetiştiler ve birden baskın yaptılar
Sabah oluncaya ve Müslümanların okları tükeninceye kadar çarpıştılar. Sabahleyin, hep birden Müslümanların üzerlerine saldırdılar. Beşir b. Sa'd'ın arkadaşları şehit oldular.
İçlerinden, kurtulup dönebilenler döndü.
Beşir b. Sa'd, çarpışa çarpışa yere baygın düştü.
Canlı olup olmadığı anlaşılmak için ayak topuğuna vuruldu, kımıldamayınca "Ölmüştür!" denilip bırakıldı.
Mürre oğulları, davar, deve ve sığırlarını geri çevirip yurtlarına döndüler.
İslâm birliğinden, sağ olarak Medine'ye gelip başlarına geleni Peygamberimiz Aleyhisselama ilk haber veren, Ulbe b. Zeyd el-Hârisî oldu.
Beşir b. Sa'd ise, şehitler arasında akşama kadar kaldı.
Akşam olunca, canını dişine takarak Fedek'e kadar gelip ulaştı.
Yaraları iyileşti.
Dönüp Medine'ye geldi.

Meyfaa seferi

H.7   Ramazan 

Meyfaa'nın Medine'ye uzaklığı sekiz berid (merhale)dir. Uval ve Abdi Sa'lebe oğulları, Meyfaa'da otururlardı. Hicretin 4. yılında, Sa'lebe ve Enmar kabilelerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak üzere toplandıkları haber alınınca, Zâtü'rrikâ'ya kadar gidilmişti. Medine yaylımındaki hayvanları yağmalamaya hazırlanan ve Muhammed b. Mesleme kuman­dasındaki on kişilik keşif birliğini Zülkassa'da kuşatarak şehit etmiş olan Sa'lebe ve Uval oğullarına Hicretin 6. yılının Rebiü'l-âhir ayında Ebu Ubeyde b. Cerrah Zülkassa'da baskın yapmışsa da, onlar dağlara kaçmışlardı. Aynı yılda, Cumâde'l-âhire ayında Tarifte Zeyd b. Hârise'nin onbeş kişilik keşif birliğini görünce Peygamberimiz Aleyhisselamın büyük bir kuvvetle geldiğini sanarak kaçışan Sa'lebe oğulları, işin böyle olmadığını anlayınca, Zeyd b. Hârise'nin arkasına düşmüşlerdi. Sa'lebe oğulları, Gatafanlardandı. Gatafanlar ise, Hayber Yahudilerinin yardımına koşmuşlar, yardımdan vazgeçmeleri için yapılan teklifi de reddetmişlerdi. Uval ve Abdi Sa'lebe oğullarına bir darbe indirmek sırası gelmişti. Peygamberimiz Aleyhisselam; Galib b. Abdullah'ı 10 kişilik askerî bir birlikle Uval ve Abdi Sa'lebe oğullarının üzerine gönderdi. Çoban köle Yesar, Küdr gazvesinde esir alınmış ve Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından azad edilmişti. Yesar Habeşli idi. Peygamberimiz Aleyhisselama: "Yâ Rasûlallah! Ben Abdi Sa'lebe oğullarına ansızın saldırmanın yolunu bilirim. Beni, onlara gön­dereceğin birlikle birlikte yolla!" demişti. Yesar, böylece, Meyfaa seferinde mücahidlere kılavuz oldu. Yesar, mücahidleri başka bir yoldan götürdü. Azıklar tükendi. Mücahidler açlık sıkıntısı çekmeye, hurmaları sayı ile bölüşmeye başladılar. Bütün gece yola devam ettikten sonra, kılavuz Yesar hakkında yanlış zanna düştüler. Kendisinin gerçek ve sağlam Müslüman olmadığını sandılar. Sellerin oyduğu bir yere eriştiler. Yesar orayı görünce tekbir getirdi ve: "Vallahi, umduğunuzu elde ettiniz! Şu çukuru geçinceye kadar yola devam ediniz!" dedi. Yesar, arkadaşlarına: "Sesini o cemaate eriştirecek kadar gür sesli bir adam olsa da, gidip bağırsa, uygun görür müsünüz?" diye sordu. Galib b. Abdullah: "Ey Yesar! Ben ve sen, ikimiz gidelim, gizlenmiş olarak onları çağıralım!" dedi. Öyle yaptılar. Düşmanı gözleriyle görebilecekleri, halkın, çobanların ayaklarının takırtısını,duyabilecekleri bir yere kadar sokuldular. Acele, mücahidlerin yanına dönüp hep birlikte geldiler, düşmanın bir kabilesinin yakınına kadar ilerlediler. Birliğin kumandanı Galib b. Abdullah, mücahidleri öğütledi ve cihada teşvik etti. Kaçanları, yakala­mak için izlemekten, araştırmaktan nehyetti ve: "Ben tekbir getirince, siz de tekbir getiriniz!" dedi ve hemen tekbir getirdi. Mücahidler de, hep birlikte tekbir getirdiler. Hep birlikte saldırdılar. Meydanlarının ortasına vardılar. Düşmanların ileri gelenlerinden bazılarını öldürdüler. Ele geçirebildikleri davar, deve ve sığırları Medine'ye doğru sürdüler. Hiçbir esir alamadılar.

Cinab Seferi

H.7    Şevval

Cinab; Gatafanların topraklarından, Fezâre oğullarının Medine ile Feyd arasındaki yurtlarındandır. Hayber seferi sırasında kılavuzluk yapmış olan Eşca kabilesinden Huseyl b. Nüveyre, Medine'ye gelmişti. Peygamberimiz Aleyhisselam, ona: "Arkanda bıraktığın yerlerden ne haber var?" diye sormuş, Huseyl de: "Gatafanları Cinab'da toplanmış olarak bırakmış bulunuyorum! Uyeyne b. Hısn, onlara: 'Siz mi bizim yanımıza gelirsiniz? Yoksa biz mi sizin yanınıza gelelim?' diye haber salmış! Onlar da: 'Sen bizim yanımıza gel de, hep birlikte Muhammed'in üzerine yürüyelim!' diye haber salmışlar! Onlar, ya seni, ya da senin yanındakilerden bazılarını öldürmek istiyorlar!" demişti. Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'i yanına çağırdı. Aldığı haberi onlara anlattı. Her ikisi de: "Beşir b. Sa'd'ı yolla!" dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam, Beşir b. Sa'd'ı çağırdı. Ona bir sancak bağladı. Yanına 300 kişi katarak, onu hemen yola çıkardı. Huseyl b. Nüveyreyi de, kılavuz olarak yanlarına kattı. Geceleri yürüyüp gündüzleri gizlenmelerini, kendilerine emretti. Mücahidler, Hayberin aşağılarına kadar ilerlediler. Cinab taraflarında Fedek'le Vâdi'l-kurâ arasındaki Yümn veya Cebar'a eriştiler. Cebar, Gatafanların Cenab tarafındaki topraklarındandır. Mücahidler, Selah mevkiinde konakladılar. Selah, Hayber'in aşağısında biryerdir. Mücahidler, Selah'tan ayrılarak ilerlemeye devam ettiler, Gatafanlara yaklaştılar. Kılavuz Huseyl: "Gatafanlarla aranızdaki uzaklık, bir günün üçte biri veya yarısı kadardır. İsterseniz siz gizlenin, ben sizin casusunuz olarak gidip edineceğim haberleri size getireyim, isters­eniz hep birlikte gidelim" dedi. Mücahidler: "Hayır! Önce seni ileri gönderelim!" dediler, Huseyl'i gönderdiler. Huseyl, bir müddet ortadan kaybolduktan sonra, geri döndü ve: "Onların yaylım hayvanlarının ilk kısımları şuradadır. Baskın yapıp onları ele geçirmek ister misiniz?" dedi. Mücahidler: "Önce ganimet mallarını ele geçirelim, sonra da Gatafanları araştıralım" dediler. Deve, sığır gibi büyükbaş yaylım hayvanlarına baskın yaptılar. Çobanlar, dağılarak hızla uzak­laştılar. Pek çok hayvan ele geçirildi. Mücahidlerin elleri, ganimet mallarından, dolup taştı . Gatafan cemaatleri önce çarpışmaya hazırlandılar, sonra da dağıldılar. Sonra, tekrar hazırlanıp yurtlarının yüksek yerlerine sığındılar. Beşir b. Sa'd, mücahidlerle birlikte Gatafanların konak yerlerine gitti. Fakat, orada hiç kimse bula­madılar. Ele geçirdikleri ganimet mallarıyla geri döndüler. Selah mevkiine geldikleri sırada, Uyeyne b. Hısn'ın casusuna rastladılar, onu tutup öldürdüler. Sonra, Uyeyne b. Hısn'ın cemaatine rastladılar. Uyeyne, mücahidlerin Gatafanları kaçırıp mallarını iğtinam ettiklerini bilmiyordu. Mızrak ve kargılarla çarpışmaya giriştiler. Uyeyne b. Hısn'ın cemaati bozuldu ve dağıldı. Mücahidler onların arkalarına düştüler, iki kişi yakaladılar. Uyeyne b. Hısn ile adamları, her tarafa kaçışıp kurtuldular. Mücahidler, aldıkları esirleri Medine'ye getirdiler. Kendileri Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam onları yurtlarına gönderdi.

UMRETÜ'L-KAZA

H.7   Zilkade

Hz. Peygamber'in 6. Hicret yılında 1400 kadar ashabıyla birlikte Medine'den umre niyetiyle yola çıkması, ancak Mekke müşriklerinin buna izin vermemesi üzerine Hudeybiye'de onlarla yaptıkları anlaşma uyarınca ertesi yıl yapılan umre.


(Milâdî 628.)
Bu tarihten bir sene önce, Peygamber Efendimiz ve Ashab-ı Kiramın Kâbe’yi ziyaret edip umre yapmalarına, Kureyş müşrikleri mani olmuşlar ve imzalanan Hudeybiye Anlaşmasıyla Resûl-i Ekrem ve Müslümanların bu niyet ve arzularının tahakkuku bir sene sonraya bırakılmıştı.
Cenab-ı Hakkın yardımıyla Peygamber Efendimiz bu bir sene zarfında bir çok muzafferiyetler elde etmişti.
Devrin hükümdarlarını İslâmdan haberdar etmiş ve onları İslâma dâvette bulunmuştu.
Bunlardan bir kısmı İslâmiyetle müşerref olmuşlardı.
Ayrıca Hayber’i fethederek, hemen hemen Arabistan Yarımadasında bulunan bütün Yahudileri tesirsiz hale getirmişti.
Yine, İslâmiyetin gittikçe güç kazandığını, kuvvet elde ettiğini göstermek babında da bir çok kabilelere askerî birlikler göndererek onları itaat altına almıştı.
Bütün bunlardan sonra, Kâbe’yi ziyaret ve umrenin yerine getirilmesi zamanı artık gelmiş bulunuyordu.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Zilkâde ayı girince, Ashabına umre için hazırlanmalarını emretti.
Bu emre göre, Hudeybiye Seferine katılmış bulunanlardan hayatta olanların hiç biri geri kalmayacaktı.
O sırada Medine’ye gelmiş kimsesiz ve yardıma muhtaç bir çok Müslüman vardı.
Efendimize başvurarak, “Yâ Resûlallah! Bizim ne azığımız, ne de bizi doyuracak bir adamımız var” diyerek durumlarını arzettiler.
Resûl-i Ekrem, ihtiyacı olanlara yardım etmelerini, onlara bakmalarını Medine halkına duyurdu.
Bunun üzerine Ashab-ı Kiram, “Yâ Resûlallah” dediler, “biz, sadaka olarak neyi verelim? Verecek hiç bir şey bulamıyoruz ki.
” Resûl-i Zişan Efendimiz, “Ne olursa, isterse yarım hurma olsun” buyurdu.
Server-i Kâinat Efendimiz, yerine Uveyf bin Azbat’ı vekil tayin ederek, umre için hazırlanmış bulunan 2000 civarındaki Müslüman ile Medine’den Mekke’ye, Beytullaha doğru yola çıktı.
Müslümanlar yanlarında altmış kurbanlık deve götürüyorlardı.
Peygamber Efendimiz, kendi kurbanlık devesini bizzat mübarek elleriyle işaretlemişti.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ayrıca, Kureyş müşrikleri tarafından herhangi bir saldırı ve karşı koymaya maruz kalabilirler düşüncesiyle yüz at ve miğfer, zırh gömlek ve mızrak gibi harp silahları da almıştı.
Halbuki, yapılan anlaşma gereği, beraberinde sadece yolculuk silahı sayılan kılıç olacak o da kınına sokulu vaziyette bulunacaktı.
Öyle ise va’dinde hiç bir zaman hulf etmeyen Hz. Resûlullah neden böyle hareket ediyordu.
Bu husus Sahabîlerin nazarından kaçmadı.
Sordular: “Yâ Resûlallah! Müşriklerle, sadece kınına sokulu kılıçla geleceğine dâir ahdin vardı.
Halbuki sen silah taşımaktasın?” dediler.
Hz. Fahr-i Âlem, sebebini şöyle izah etti: “Biz, bu silahları Hareme, Kureyşlilerin yanına götürmeyeceğiz.
Fakat her ihtimâle karşı yanımızda bulunduracağız!”
Müslümanların kalbi heyecan ve sevinçle atıyordu.
Muhacirlerin duydukları sevinç ve heyecan ise tarife sığacak gibi değildi.
Yedi sene önce terk etmek zorunda kaldıkları baba ocağına kavuşacaklar, Kâbe-i Muazzamayı ziyaret edeceklerdi.
Hepsinden de mühimi kendilerini hakir gören, kendilerine olmadık eziyet ve işkencelerde bulunan Kureyş müşriklerine İslâmın izzet, şeref, azamet ve haşmetini göstereceklerdi.
Bu sebeple gönülleri heyecan doluydu.
Zülhuleyfe mevkiine varılınca Resûl-i Ekrem Efendimiz Muhammed bin Mesleme’nin kumandanlık ettiği süvarilerle birlikte silah yüklerini ve kurbanlık develeri önden gönderdi ve orada ihrama girdi.
Artık, etraf Allah Resûlü ve Müslümanların telbiye sadalarıyla âdeta sarsılıyordu: “Lebbeyk Allahümme lebbeyk! “Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk! “İnnel hamde venni’mete leke ve’l-mülk! Lâ şerike leke.”
Önden giden Muhammed bin Mesleme komutasındaki yüz atlı birliği ve beraberinde götürdükleri silahlar, Merruzzehran mevkiinde müşriklerin bir kaç adamı tarafından görüldü.
“Nedir bunlar?” diye sordular.
Muhammed bin Mesleme, “Resûlullah Aleyhisselâmın süvarileridir” dedi ve devam etti: “Kendileri de inşaallah yarın sabah burada olacaklardır.”
Adamlar şaşkına döndüler ve son sür‘at yol alarak haberi Mekke’ye ulaştırdılar. Müşrikleri, bir korku ve telaş sardı.
Ve “Muhammed üzerimize yürüyor” diyerek durumdan birbirlerini haberdar ettiler.
Gerçi Hz. Resûlullah Hendek Harbinden sonra, “Artık, onlar bizim üzerimize değil, biz onların üzerine yürüyeceğiz” buyurmuşlardı, ama bu sefer, o gaye ile tertip edilmiş değildi.
Sadece, anlaşmada da belirtildiği gibi Kâbe’yi tavaf etmek, umrelerini yapmak maksadıyla yola çıkmışlardı.
Buna rağmen müşrikler fazlasıyla endişeye kapıldılar.
Derhal Resûl-i Ekrem Efendimize işin gerçek mahiyetini öğrenmek için adamlarını gönderdiler.
Telbiye sadalarıyla Zülhuleyfe’den ayrılan Peygamber Efendimiz, Müslümanlarla birlikte Merruzzehran’a geldi.
Oradan bütün silahlarını Batn-ı Ye’cec mevkiine gönderdi.
Silahları beklemek üzere de Evs bin Havlî başkanlığında iki yüz kişiyi vazifelendirdi.
Daha sonra Peygamber Efendimiz, Ashabıyla yol alarak oradan Mekke’nin rahatlıkla görüldüğü Batn-ı Ye’cec mevkiine vardı.
Bu sırada Kureyş temsilcileri çıkıp geldi.
“Yâ Muhammed,”
dediler, “herhalde sana, bizim küçük veya büyük herhangi bir hıyânetimiz, vefâsızlığımız haber verilmiş değildir.
Buna rağmen, Hareme, kavminin yanına, böyle silahlı mı gireceksin?
“Halbuki, oraya, yolcu silahı olan kınlarına sokulu kılıçlardan başka bir şeyle girmemek şartını kabullenmiştin?”
Peygamber Efendimiz meseleyi şöyle izah etti: “Harem’e kınlarında sokulu kılıçlardan başka bir silahla girecek değiliz.
Ben çocukluğumdan beri hayatımın her safhasında ancak verdiğim sözde durmakla, vefakârlıkla tanınmış, bilinmişimdir.
Fakat, silahların bana yakın bir yerde bulunmasını isterim.
” Kureyş baştemsilcisi Mikrez bin Hafs, aynı sözleri tasdik etti: “Senden beklenen, sana yaraşan da iyilik ve vefakârlıktır.”
Durum, temsilciler tarafından süratle Kureyşlilere ulaştırıldı. İçlerini kemiren düşmanlık duygusunun eseri olarak, Müslümanların bu muhteşem sevinç ve nuranî bayramlarını yakından temaşa etmemek için, Kureyşliler Mekke’yi boşalttılar.

Peygamber Efendimiz Mekke’de

Hz. Resulüllah, müstesnâ bir ihtişam ve vekarla devesi Kasvâ’nın üzerinde Mekke’ye girdi. Müslümanlar etrafında tecessüm etmiş nurdan yıldızları andırıyorlardı.
Bu yıldızların arasında Server-i Kâinat Efendimiz bir güneş gibi parlıyordu.
Tam bir intizam ve haşmet içinde adım adım Kâbe’yi Muazzamaya, Beytullaha yaklaşıyorlardı.
“Lebbeyk Allahümme lebbeyk” nidâları Mekke’nin her tarafına yayılıyor, dağlar, taşlar bu nûranî sadaya cevap veriyorlardı.
Müşrikler ise kuytu yerlerde, dağ başlarında âdeta bu ulvî sadaya kulaklarını tıkamış, bu haşmetli manzara karşısında gözlerini kapatmışlardı.
Kasvâ’nın yuları şâir Abdullah bin Ravâha’nın elindeydi.
Hz. Resulüllahın önünde gidiyor ve şu şiirini söylüyordu: “Ey kâfir oğulları, Resûlullahın yolundan çekiliniz!
“Rahman olan Allah, onun Hak Peygamber olduğuna dâir âyetler indirdi.
“Bütün hayır ve iyilik Allah Resûlünde ve onun yolundadır.
“En hayırlı, en şerefli ölüm de onun yolunda çarpışarak ölmektir!”
Bu ulvî ve nurânî manzara arasında Resûl-i Ekrem ve Müslümanlar telbiyelerle Beytullaha vardılar.
Resûl-i Ekrem, Mescid-i Harama girince, omuz ihramının bir ucunu sağ koltuğunun altına alıp, sol omuzunun üzerine atarak sağ omuzunu açtı ve “Bugün, kendisini, şu şirk ehline kuvvetli ve zinde gösterecek kahramanları Allah rahmetiyle yarlığasın, esirgesin” buyurdu.
Sonra, Sahabîlere, Kâbe-i Muazzamayı üç kere koşa koşa ve omuzlarını silke silke tavaf etmelerini emretti.
Zira, Kureyş müşrikleri, “Yanımızdan çıkıp gittikten sonra Muhammed ve Ashabı hastalık ve yoksulluğa uğramıştır” diyerek dedikoduda bulunarak, bir nevi kendilerini teselli etmeye çalışıyorlardı.
Cenab-ı Hak, bütün bu dedikodularını sevgili Resûlüne bildirdiği için, o da Ashab-ı Kirama güçlü ve kuvvetli görünmelerini emrediyordu.
Kâbe’yi tavaf Hâtemü’l-Enbiya Efendimiz Kasvâ’nın üzerinde idi. Kasvâ’nın yuları ise Abdullah bin Ravâha’nın elindeydi.
Sahabîler de sağ omuzlarını açmış, tavaf için bekliyorlardı.
Peygamberimiz, Hacerü’l-Esved’in yanına vardı ve elindeki değnekle dokunarak onu istilâm etti.
Sonra da değneği öptü.
Ashab-ı Kiram da aynı şeyi yaptı. Ashab-ı Güzin tavafın ilk üç devresinde Peygamberimizin emri gereği, hızlı hızlı ve çalımlı yürüdüler.
Üç tavafı böylece tamamladılar.
Abdullah bin Ravâha, hem Kâbe’yi tavaf ediyor, hem de şiir söylemeye devam ediyordu: “O Allah’ın ismiyle başlarım ki, dininden başka gerçek din yoktur Onun. “O Allah’ın ismiyle başlarım ki, Muhammed Resûlüdür Onun.
“Çekilin, ey kâfir oğulları Resûlullahın yolundan!”
Hz. Ömer, bu hareketinden hoşlanmadı: “Ey İbni Ravâha! Sen, Resûlullahın önünde, Allah’ın Hareminde bu şiiri söyleyip duracak mısın?” diyerek susmasını istedi Hz. Ömer’e, Resûl-i Zişân Efendimiz cevap verdi: “Ey Ömer! Ona manî olma! Vallahi, onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha çok tesirlidir.”
Sonra da Abdullah bin Ravâha’ya dönerek, “Devam et! Devam et! Ey İbni Ravâha” dedi.
Aradan bir müddet geçtikten sonra Resûl-i Zişan Efendimiz, Abdullah bin Ravâha’ya şu duayı okumasını emretti: “Allah’tan başka İlâh ve Ma’bud yoktur! Bir olan Odur! Va’dini gerçekleştiren Odur! Bu kuluna nusret veren Odur! Askerlerine kuvvet veren Odur! Toplanmış bulunan kabileleri bozguna uğratan da yalnız Odur.”
Ashab-ı Kiramda Hz. Resûlullahın öğrettiği bu duayı hep bir ağızdan söylemeye başladılar.

Müşriklerin şaşkınlığı

Yürekleri düşmanlık, hınç ve kıskançlık dolu müşrik ileri gelenleri, Hz. Resûlullah Efendimizle Ashab-ı Kiramı gözetlemek maksadıyla dağ başlarına çıkmışlardı.
Müslümanların, koşa koşa ve omuzlarını silke silke Kâbe-i Muazzamayı üç kere tavaf ettiklerini görünce, şaşkınlık ve hayretlerini şöyle izhar ettiler: “Demek, Medine’nin humması, sıtması onları zâif düşürmemiş! “Baksanıza yürümeye kanaat etmeyip, silkine silkine koşuyorlar!”


Peygamber Efendimiz, Kâbe’yi yedi kere tavaf ettikten sonra Makam-ı İbrahim’de iki rekât tavaf namazı kıldı.
Daha sonra sa’y yapmak üzere Safâ Tepesine çıktı.
Yine devesi Kasvâ’nın üzerinde olduğu halde, Safâ ile Merve tepeleri arasında yedi kere sa’y yaptı.
Merve’de sa’y tamamlandıktan sonra da kurbanların kesilmesine geçildi.
Müslümanlar da Merve’de Hz. Resûlullahla birlikte kurbanlarını kestiler.
Yine burada Ashabdan Hıraş bin Ümeyye, Resûl-i Ekrem Efendimizin başını kazıdı.
Sahabîler de başlarını tıraş ettiler. Böylece Hz. Fahr-i Âlem Efendimizin Hudeybiye seferinden önce, görmüş olduğu rüyâ aynen çıkmış oluyordu.

Hz. Bilâl’in ezan okuması

Umre tamamlandıktan sonra, Hz. Fahr-i Kâinat, Kâbe’nin içine girmek istedi.
Ancak müşrikler, “Bu, anlaşmamızda yoktu” diyerek müsaade etmediler.
Öğle vakti girmişti.
Kâbe’ye girmesine müsaade edilmeyen Resûl-i Ekrem, Hz. Bilâl’e Kâbe’nin üzerine çıkarak öğle ezanını okumasını emretti.
Peygamberimiz ve Müslümanlar, Hz. Bilâl’in yanık sesiyle okuduğu ezanı huşû ve huzur içinde dinlerken, müşrik ileri gelenleri tedirgin ve üzgün görünüyorlardı.
Herbirinin ağzından nahoş laflar çıkıyordu.
Ebû Cehil’in oğlu İkrime, “Allah, Ebû Cehil’e bu kölenin söylediğini işittirmemek ihsanında bulunmuştur” dedi.
Müşrik Safvan bin Ümeyye, “Şükür ki Allah, bunları görmeden babamı aldı, götürdü” diyerek tedirginliğini ifâde ediyordu.
Halid bin Esîd ise, hadiseden duyduğu üzüntüyü, “Şükürler olsun Allah’a ki babamı öldürdü de, Bilâl’in Kâbe üzerine dikilip bağırdığı bu zamanı görmedi!” diyerek ifâde ediyordu.
Bu arada ezanı işitince hiç bir şey söylemeden yüzünü kapayanlar da görülüyordu.
Onlar kin, düşmanlık ve kıskançlıklarından dolayı böyle çirkin lâflar ederken, Ashab-ı Kirâm ise saf bağlamış, âlemlerin Rabbi Allah’ın huzurunda el pençe namaza duruyorlardı.
Öğle namazı burada edâ edildi.

Hz. Meymûne’nin Peygamberimize nikahlanışı

Asıl ismi Berre olan Hz. Meymûne, Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbas’ın hanımı Ümmü’l-Fadl ile Hz. Câfer’in hanımı Esmâ’nın kızkardeşi idi.
Kocasının ölümüyle dul kalmıştı.
Hz. Abbas, Peygamber Efendimizin onu almasını arzu ediyordu.
Bu nedenle Efendimizi her gördüğünde ondan medih ve takdirde bahsederdi.
Son olarak Resûl-i Ekrem Efendimiz, umre için Medine’den yola çıkıp Cuhfe’ye gelip konduğu sırada, Hz. Abbas gidip orada kendisiyle buluşmuştu.
O sırada Efendimize, “Yâ Resûlallah! Meymûne bint-i Hâris, dul kaldı.
Onu kendine zevceliğe kabul buyursan olmaz mı?” diye teklifte bulundu
Peygamber Efendimiz de bu teklifi kabul etti.
Resûl-i Ekrem henüz Mekke’den ayrılmamıştı.
Hz. Resûlullahın kendisine dünür olduğu haberini devesinin üzerinde iken alan Hz. Meymûne, “Deve de, üzerindeki de Resûlullah Aleyhisselâmındır” diyerek memnuniyet ve sevincini açıkladı.
Hz. Abbas da bunun üzerine, Peygamberimizden dört yüz dirhem mehir alarak Hz. Meymûne’yi ona nikâhladı.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.), Hz. Meymûne ile evlenmesinden Kureyş müşrikleriyle arasında bulunan gerginliği bir derece yumuşatmak maksadını güttüğü de söylenebilir.
Zirâ, bir müddet daha kalıp Kureyşlilerle konuşma fırsatını elde etmek için bunu vesile kılmak istediğini görüyoruz.
Hudeybiye Muâhedesine göre tesbit edilen kalma müddeti üç gündü.
Üç gün dolunca Efendimiz, Kureyş ileri gelenlerine şöyle bir teklifte bulundu: “İsterseniz, âilemle evlenme merasimi yapmak üzere burada üç gün daha kalayım ve teptipleyeceğim düğün ziyafetine sizi de dâvet edeyim.”
Fakat, Kureyş ileri gelenleri bunu kabul etmediler.
Temsilci göndererek, Peygamberimizden Mekke’den çıkıp gitmesini istediler
O sırada Efendimizin yanında Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden Sa’d bin Ubâde vardı.
Kureyş temsilcilerinin Resûl-i Kibriyâ Efendimize sert konuştuklarına tahammül edemedi ve onlardan biri olan Süheyl bir Amr’a şöyle çıkıştı: “Burası ne senin, ne de babanın toprağıdır.
“Vallahi, Resûlullah Aleyhisselâm buradan ancak anlaşma hükmü gereği kendi rızasıyla çıkar.
Yoksa zorla çıkıp gitmez.”
Bunun üzerine Kureyş’in iki temsilcisi seslerini kestiler.
Peygamber Efendimiz ise bu manzaraya tebessüm buyurdular.
Mekke’de kalma müddeti dolunca Hudeybiye Anlaşması gereğince, Mekke’de kalma müddeti olarak tayin edilen üç gün dolmuştu.
Hayatı boyunca düşmanı ile dahi ahdini bozmamış bulunan Hz. Fahr-i Âlem Efendimiz, gönülden kalmayı arzu ettiği halde, ahdine ters düşmemek için Mekke’yi, Kâbe-i Muazzamayı terk etmek zorunda kalıyordu.
Aslında bu bir mânâda uzaklaşmak değil, Mekke’yi fethetme zamanına gün be gün yaklaşmaktı.
Bundan sonraki her gün, her saat Mekke’nin fethini, onunla birlikte gönüllerin fethini de yakınlaştıracaktı.
Bu üç gün zarfında Müslümanlar, Mekke’deki bir çok akrabalarıyla görüşme imkânına da kavuşmuşlardı.
İman hakikatlarını ve İslâm ahlâkının güzellik, yücelik, nezaket ve nezahetini dürüst davranışlarıyla ortaya koyma fırsatını bulmuşlardı.
Doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu müşriklerin de gözleri önünde nuranî bir manzara halinde sergilemişlerdi.
Bunun neticesinde müşrik azılıları hariç, halktan bir çok kimsenin gönlünde iman ve İslâma karşı sıcak bir ilgi, samimi bir istek uyanmıştı.
Âdeta, Mekke fethedilmeden evvel, halkından bir çoğunun gönlü fethe hazır hale gelmişti.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ashabıyla Mekke’den ayrıldığı sırada arkasından mâsum bir ses duydu: “Amca! Amca!” Dönüp baktılar.
Sesin sahibi şehidlerin efendisi Hz. Hamza’nın biricik kızı Ümâme idi
Mekke’de bulunuyordu.
Sesinde bir imdad, bir “Beni kurtarın bu şirk diyarından” ifâdesi ve mânası vardı.
Ve sanki, bütün Mekke, bir ağız olmuş, “Beni bırakma” diye bu biricik yavruyla birlikte imdad diliyordu.
Kalbi, şefkat ve merhamet deryasını andıran Resûl-i Ekrem, döndü, minicik yavrunun elinden tutup Medine’ye beraberinde getirdi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz Ashabıyla Mekke’den ayrıldıktan sonra Şerif mevkiinde konakladı.
Orada Hz. Meymûne ile evlendi.

Medine’ye dönüş

Peygamer Efendimiz, akşamleyin Şerif’ten ayrılıp geceleri yola devam etti.
Zilhicce ayı içinde Medine’ye geldi.
Hz. Hamza’nın Selma bint-i Ümeys’ten doğan kızı Ümâme, Mekke’ye getirilince üzerinde münakaşa çıktı.
Peygamber Efendimiz, Hz. Zeyd bin Hârise ile Hz. Hamza’yı birbirine kardeş yapmıştı.
Hz. Zeyd buna istinaden şehâdetinden sonra Hz. Hamza’nın çocuklarının velisi ve vasisi kendisi olduğunu söyledi ve “Kardeşimin kızını görüp gözetmeye, ben daha lâyık ve haklıyım” dedi.
Hz. Câfer bunu duyunca hemen itiraz etti: “Teyze de bir annedir.
Hanımım Esmâ bint-i Ümeys, Ümâme’nin teyzesidir.
Bu bakımdan onu görüp gözetmeye ben daha lâyık ve haklıyım.
” Hz. Ali ise buna kendisinin daha lâyık olduğunu iddia etti.
“Amcamın kızını müşriklerin arasından çıkarıp getiren benim” dedi.
“Siz ona, neseben benim kadar yakın değilsiniz.
Onu görüp gözetmeye ben, sizden daha haklı ve lâyıkım!”
Meseleyi neticeye bağlamak Hz. Resûlullaha kalmıştı.
“Ey Zeyd! Sen, Allah’ın ve Resûlünün dostusun.
Ey Ali! Sen de benim kardeşim ve arkadaşımsın.
Ey Câfer!
Sen de bana yaratılış ve huyca en çok benzeyensin” dedikten sonra şu kararı verdi: “Ey Câfer! Ümâme’yi görüp gözetmeye, sen daha lâyık ve haklısın!
Çünkü; onun teyzesiyle evli bulunuyorsun.
Kadın ne teyzesi, ne de halası üzerine nikâhlanıp gelemez!”
Hz. Resûlullah bu hükmü verince, Hz. Câfer sevincinden birden ayağa kalktı. Peygamber Efendimizin çevresinde tek ayak üzerinde seke seke yürümeğe başladı.
Resûl-i Ekrem, “Ey Câfer! Nedir bu yaptığın?” diye sorunca, Hz. Câfer şöyle izah etti: “Yâ Resûlallah! Habeşliler, sevinçlerinden, krallarına böyle yaparlardı.
Necaşî de bir kimseden hoşlandı mı kalkıp böyle hareket ederdi.”

  

PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSELAMIN ELÇİLERİ HÜKÜMDARLARI İSLAMİYETE DAVET EDİYOR

Elçilerin Gönderiliş Tarihi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 7. yılı Muharrem ayında bir gün, ashabının yanlarına varıp: "Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Yüce Allah, beni herkese rahmet olarak göndermiştir!
Havarilerin İsa b. Meryem'in emrinde ihtilaf ettikleri gibi, siz de benim emrimde ihtilaf etmeyiniz!" buyurdu.

Ashab: "Yâ Rasûlallah! Havariler nasıl ihtilaf ettiler?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Benim sizi davet edeceğim şeye, o da havarileri davet etmişti.
Yakındaki bir yere gönderdiği kimseler razı oldular ve selameti buldular.
Uzak bir yere gönderdiği kimseler ise, suratlarını astılar ve ağır davrandılar.
İsa da bunu Allah'a şikâyet etti.
Bunun üzerine, ağır davrananlar, gönderildikleri halkın diliyle konuşur oldukları halde sabaha çık­tılar!" buyurdu. 

Peygamberimiz Aleyhisselamın Ashabdan Kimleri, Kimlere Gönderdiği ?

Peygamberimiz Aleyhisselamın Muhacir sahabileri, ayağa kalkarak: "Sen bizi nereye göndermek istersen, oraya gönder!
Biz senin emrini yerine getiririz!
Vallahi, hiçbir şey hakkında sana muhalefet etmeyiz.
Bize emret ve göndereceğin yere gönder bizi!" dediler.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabından:

1. Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi, 
Habeş hükümdarı Necaşî'ye


2. Dıhye b. Halîfe el-Kelbi'yi,
Rum hükümdarı Kayser'e;


3 Abdullah b. Huzâfe es-Sehmîyi,
Acem şahı Kisrâ'ya,

4. Hâtıb b. Ebi Beltaa'yı,
İskenderiye hükümdarı Mukavkıs'a,


5. Şüca b. Vehb'i,
Haris b. Ebi Şimr el-Gassani'ye 
 

6. Salît b. Amr'ı 
Yemame Hükümdarı Hevze b. Ali'ye Gönderidi 

Yola çıkarılan bu elçiler de, Peygamberimiz Aleyhisselamın bildirdikleri gibi, gönderildikleri millet­lerin dillerini konuşur oldukları halde sabaha çıktılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gönderdiği elçilerin yanlarına varacakları
hükümdarlara da, birer yazı yazdırdı .

Peygamberimiz Aleyhisselamın Yazdırdığı Yazıları Mühürlemesi

Peygamberimiz Aleyhisselam Acem şahına, Rum Kayserine ve Habeş Necaşî'sine mektup yazdır­mak istediği zaman: "Yâ Rasûlallah! Onlar, bir mektubu, mühürlü olmadıkça, okumazlar!" denilmişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam gümüşten bir mühür yüzük edindi ki, kaşına, üç satır üzerine Allah Resûl Muhammed nakşedilmişti.
Mühür yüzükteki yazı; aşağıdan yukarıya doğru, 'Muhammed bir satır, 'Resûl' bir satır, Allah' da bir satır olmak üzere üç satır halinde idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu mühür yüzüğü sol elinin serçe parmağına takardı
Sağ elinin parmağına taktığı da olurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun kaşlı tarafını avucunun içine çevirir, getirirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu mühür yüzük parmağında olduğu halde vefat etmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mühür yüzüğünü, Hz. Ebu Bekir, ondan sonra Hz. Ömer, Hz. Ömer'den sonra Hz. Osman parmağına takmıştır.
Hz. Osman bir gün Eriş kuyusunun başında oturduğu sırada ,kuyunun içine düşürmüş, kuyunun bütün suyu çektirildiği, üç gün arandığı halde bu yüzük bulunamamıştır.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Hükümdarlara Elçiler Göndermesinin Sebebi

Hudeybiye'de Kureyş müşriklerine de açıklanmış olduğu üzere, Kureyş müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamı uğraştırmadıkları takdirde, Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyeti başka kavim ve kabileler arasında yaymaya çalışacaktı 
Peygamberimiz Aleyhisselam Hudeybiye'de Kureyş müşrikleriyle yaptığı muahede ile çarpışmayı bırakarak on yıl barış içinde yaşamayı sağlayınca; Yüce Allah'ın: "De ki: 'Ey İnsanlar! Ben Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberim!'"
ARAF 158 buyruğuna uyarak, en yakınından en uzağına kadar, komşu hükümdarlara ve kabile başkanlarına İslâmiyeti duyurmak,kendi­lerini İslâmiyete davet etmek sırası gelmişti.
Bunun için, ashabından bazılarını hükümdarlara gönderdi ve yazdırıp ellerine verdiği mektuplarla onları
İslâmiyete davet etti.


Amr b. Ümeyye'nin Habeş Necaşi'sine Gönderilişi 

Hicretin 7. yılı Muharrem ayında idi.
Amr b. Ümeyye, hükümdarlara gönderilen elçilerin ilki idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Habeş Necaşî'sine gönderdiği, Muhammed Resûlullah mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:

"Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu, Peygamber Muhammed'den, Habeşlerin ulusu Necaşî'ye yazılan yazıdır: Doğru yola tâbi olanlara; Allah'a ve Allah'ın Resûlüne iman edenlere; Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun şeriksiz bir tek ilah olduğuna, kendisinin hiçbir eş ve oğul edinmediğine, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet getirenlere, selam olsun!
Ben seni Allah'ın davetiyle (İslâmiyete) davet ediyorum!
Ben O'nun Resûlüyüm!
Sen Müslüman ol ki, selamete eresin!
'Ey Ehl-i Kitab! Geliniz: Bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir sözde (kelime-i tevhidde) bir­leşelim de, Allahtan başkasına ibadet etmeyelim ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayalım!
Allah'ı bırakıp da, birbirimizi rabler edinmeyelim!
Eğer bu davetten yüz çevirirsen, Hıristiyan kavminin vebali senin üzerindedir!"

Amr b. Ümeyye, Habeş ülkesine gittiğinde, adamların Necaşî'nin huzuruna küçük bir kapıdan eğil­erek girdiklerini gördü.
Kendisi de, kapıya kadar vardı.
Hemen oradan geri döndü.
Amr b. Ümeyye: "Bizler Peygamberimize böyle yapmayız!
Onun yanına, eğilerek girmeyiz!" dedi.

Necaşî: "Doğru söyledin!" dedi ve adamlarına da: "Serbest bırakınız onu!"
diye emir verdi

Amr b. Ümeyye'nin Necaşi'nin Huzurundaki Hitabesi

Amr b. Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Necaşî'ye sunduktan sonra, şöyle hitab etti: "Ey Ashama! Bana düşen söylemek, sana düşen de dinlemektir:
Sen bize ne kadar şefkat ve nezaket gösterdinse, bizim de sana o derece güvenimiz olmuştur.
Biz senden hangi hayrı ve iyiliği ummuşsak, muhakkak ona kavuşmuşuzdur.
Biz senden hiçbir zaman hiçbir hususta hiçbir korku ve endişe duymamış; daima emniyet ve güvenç içinde bulunmuşuzdur. Zaten, biz senden, 'Sizinle bizim aramızda, İncil, reddolunmaz bir şahit, haksızlık etmez, bu yolda kesip aralayıcı hüküm verir bir hâkim olsun! Şu kadar ki, Yahudilerin İsa b. Meryem hakkındaki davranışları gibi, sen de şu ümmî peygamber hakkında kötü davranmayasın! diye bir hüccet ve teminat da almış bulunuyorduk.
Peygamber Aleyhisselam elçilerini ayırıp hükümdarlara yolladığı zaman, ben, o elçilerin kendileri için ummadıkları şeyi senden umduğum ve onların korktukları şey hakkında ben senden emniyet içinde bulunduğum halde, geçmişteki hayır ve iyiliklere göre ecir ve mükâfat bekleyerek gelip huzuruna çıkmış bulunuyorum!" dedi.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okunuşu ve Necaşi'nin Müslümanlığını Açıklayışı

Necaşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Amr b. Ümeyye'den alınca, gözlerine sürdü.
Öpüp başına koydu.
Hemen tahtından indi, tevazu göstererek yere oturdu ve Müslümanlığını açık­ladı.
Şehadet getirdi ve: "Eğer yanına kadar gitmeye imkân bulsaydım, muhakkak giderdim!
Allah'ı şahit tutarak söylerim ki: O, Kitab Ehli olan Yahudilerle Nasrânîlerin [Hıristiyanların] gele­ceğini bekleyip durdukları ümmî peygamberdir!
Musa Peygamber, 'Merkebe biner!' diyerek İsa Peygamberin geleceğini müjdelediği gibi; İsa Peygamber de, Deveye biner!' diyerek Muhammed Peygamberin geleceğini öylece müjdelemiştir!
Gözle görmek, bu müjde haberinden daha tatmin edici, daha içe sindirici değildir!
Fakat, ne yapayım ki, Habeşlilerden pek az yardımcılarım vardır.
Yardımcılarımın çoğalmasını ve kalblerin İslâmiyete ısınmasını bekliyorum" dedi.
Necaşî, fil kemiğinden (dişinden) yapılmış bir kutu getirtip Peygamberimiz Aleyhisselamın mektu­plarını onun içine koydu ve: "Bu mektuplar aralarında bulundukça, Habeşlerde hayır ve bereket devam edecektir!" dedi.

Necaşîler tarafından bu mektuplara büyük saygı ve itina gösterilegelmiştir.

Amr b. Ümeyye'nin Öldürülmek Üzere Necaşi'den İstenilişi

Kureyş müşriklerinden Amr b. As, Hendek savaşından sonra, bazı kafadarlarıyla birlikte, Habeş ülkesinde oturmayı, Peygamberimiz Aleyhisselamla müşriklerden hangi taraf kazanırsa o tarafa katıl­mayı kararlaştırmışlar; tabaklanmış bir hayli meşin toplayıp Habeş ülkesine gitmişlerdi.
Bunların Habeş ülkesinde bulundukları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam da, Amr b. Ümeyye'yi elçi olarak oraya göndermişti.
Amr b. Âs, Amr b. Ümeyye'nin Necaşî'nin yanına girip çıktığını görünce, arkadaşlarına: "Bu, Amr b. Ümeyye'dir! Eğer Necaşi'nin yanına girersem, onu bana teslim etmesini, Necaşî'den isteyeceğim!
Bana verdiği zaman da, onun boynunu vuracağım!" diyerek Necaşî'nin yanına girdi.

Öteden beri yaptığı gibi, Necaşî'nin huzurunda yere kapandı. Necaşî, ona: "Hoşgeldin dostum! Memleketinden bana hediye olarak birşeyler getirdin mi?" dedi.
Amr b.Âs: "Evet! Ey hükümdar!
Sana birçok meşin hediye edeceğim!" dedi, getirdiği meşinleri Necaşî'nin yanı­na yaklaştırdı.
Meşinler Necaşî'nin hoşuna gitti.

Bunun üzerine, Amr b. Âs: "Ey hükümdar! Ben senin yanından bir adamın çıktığını gördüm ki, o, bize düşman bir adamın
elçisidir!
Onu bana teslim et de, öldüreyim?
Çünkü, o, eşrafımızdan ve hayırlılarımızdan bazı kişileri öldürmüştür!" dedi.
Amr b.Âs derki: "Ben bunu söyler söylemez, Necaşî kızdı; sonra da, elini uzatıp burnuma öyle bir çarptı ki, burnu­mu kırdı sandım!
Eğer o sırada yer benim için yarılsaydı, korkumdan yerin dibine girerdim!"
Bundan sonra, Amr b. Âs: "Ey hükümdar! Vallahi, bundan hoşlanmadığını bilseydim, onu senden dilemezdim" dedi.
Necaşî: "Demek, sen Musa Peygambere gelmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)'in kendisine gelip durduğu bir zâtın elçisini öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun ha?" dedi.
Amr b.Âs: "Ey hükümdar!
O, gerçekten, böyle bir peygamber midir?" diye sordu.
Necaşî: "Yazıklar olsun sana ey Amr!
Sen benim sözümü dinle de, ona tâbi ol!
Çünkü, o, vallahi hak üzeredir!
Kendisine karşı koyanlara galebe çalacaktır
Musa Peygamberin Firavuna ve ordusuna galebe çaldığı gibi!" dedi.
Amr b.Âs: "Öyleyse, sen benim ona İslâmiyet üzere beyatımı alırmısın?" diye sordu.
Necaşî: "Olur!" dedi ve elini uzattı.
Amr b.Âs da, ona İslâmiyet üzere bey'at ettikten sonra, arkadaşlarının yanına döndü ve Müslüman olduğunu onlardan gizli tuttu.

Habeş Halkının Necaşi'ye Karşı Ayaklanışı

Habeş halkı toplanıp Necaşîye: "Sen dinimizden ayrıldın!" diyerek ayaklandılar.

Necaşî, Hz. Cafer'le arkadaşlarına haber gönderdi, gemiler hazırlattı ve:
"Gemilere biner, bir müddet onların içinde bulunursunuz.
Eğer ben şu halka yenilirsem, siz istediğiniz yere kavuşmak üzere çıkıp gidersiniz.
Eğer ben onları sindirir, kendime boyun eğdirmeyi başarabilirsem,yine burada kalırsınız!" dedikten sonra yazılı bir kağıdı eline aldı.
Kağıttaki yazıda: "Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed Aleyhisselamın Allah'ın kulu ve resûlü olduğu­na, İsa b. Meryem Aleyhisselamın da Allah'ın kulu ve resûlü ve Allah'ın Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesi olmaktan başka bir vasfı bulunmadığına şehadet" ediliyordu.
Necaşî, bu yazıyı kaftanının içinden sağ omuzuna doğru yerleştirdikten sonra, Habeş halkının yan­larına doğru vardı.
Onlar, Necaşî için sıralanmışlardı.
Necaşî, onlara: "Ey Habeş cemaati!
Ben size insanların en yakını ve en lâyıkı değil miyim?" diye sordu.
"Evet! Öylesin!" dediler.
Necaşî: "Siz, benim aranızdaki hal ve gidişatımı nasıl buluyorsunuz?" diye sordu.
Habeşliler: "En hayırlı bir hal ve gidişat olarak görüyor ve buluyoruz!" dediler.
Necaşî: "O halde, siz benden ne istiyorsunuz?" diye sordu.
Habeşliler: "Sen dinimizden ayrıldın, İsa'nın bir kul olduğunu söyledin!" dediler.
Necaşî: "Ya siz, İsa hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Habeşliler: "'O, Allah'ın oğludur!' deriz" dediler.
Bunun üzerine, Necaşî elini göğsüne ve kaftanına bastırarak: "Bu, şehadet eder ki; İsa b. Meryem, bundan [göğsümdeki yazıda olandan] başka birşey değildir!" dedi.
Habeşliler, Necaşî'nin bu sözünden hoşnut oldular, karşısından çekilip gittiler.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektuplarını Necaşi'nin Cevaplayışı

Necaşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektuplarını şöyle cevaplandırdı:

"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'e Necaşî Ashama tarafındandır
Ey Allah'ın Peygamberi!
Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan ve beni İslâmiyete hidayet eden Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun
Bundan sonra, arzederim ki yâ Rasûlallah! İçinde İsa'nın işi anılan mektubun bana erişti.
Göklerin ve yerin Rabbine yemin ederim ki; İsa da, kendisi hakkında, senin andığından zerre kadar fazla değildir.
O, ancak senin dediğin gibidir.
Senin bize neleri tebliğ etmek üzere gönderildiğini öğrenmiş, amcanın oğlu ve arkadaşlarıyla tanışmış, kendilerini ağırlamış bulunuyoruz. Şehadet ederim ki; sen, muhakkak, sözlerinde doğru olan ve kendinden önceki peygamberleri de doğrulayıcı olarak gönderilmiş bulunan Resûlullahsın!
Ben sana bey'at için amcanın oğluna bey'at etmiş; âlemlerin Rabbi olan Allah'a, onun önünde boyun eğip Müslüman olmuşumdur.

Oğlum Erha b. Ashama b. Ebcer'i de sana gönderiyorum.
Ben, kendimden başkasına güç yetirememekte, söz geçirememekteyim.
Eğer benim de muhakkak yanına gelmemi istiyorsan, ben onu da yaparım yâ Rasûlallah!
Ben senin söylediğin şeylerin hak ve gerçek olduğuna şehadet ediyorum!
Selam olsun sana yâ Rasûlallah!"

Necaşi'nin Muhacir Müslümanları Gemilere Bindirip Medine'ye Yollayışı


Necaşî; Muhacir Müslümanların yol hazırlıklarının görülmesini, düzenlenmesini ve Amr b. Ümeyye ile birlikte iki gemiye bindirilmelerini adamlarına emretti.
Hemen, kaptanlarıyla birlikte, iki gemi tahsis edildi.
Kureyş müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan'ın kızı olup Habeşistan'da mürted kocası ölünce Peygamberimiz Aleyhisselama nikahlanan Hz. Ümmü Habibe de, onlarla birlikte bu gemilere bindiril­di.
Necaşî, Hz. Cafer'le arkadaşlarının yanına 70 kişi de kattı ki, bunların 62'si Habeşli, 8'i Şamlı idi.
Hepsinin üzerlerinde softan cübbeleri vardı.
Hepsi de, kilise ve din adamlarındandılar.
Hz. Ümmü Habibe'nin bildirdiğine göre; Necaşî'nin gemicileri, Müslümanları Car limanına kadar getirip karaya çıkardılar.
Car; Habeş, Mısır, Aden, Çin ve diğer Hind beldelerinden gelen gemilerin çıkış yeri, limanıdır.
Yolcular, Car'a çıkınca, oradan, develere binerek Medine'ye gittiler.
Necaşi, Peygamberimiz Aleyhisselama, hediye olarak gömlekler, kaftanlar, iki çift ince ve yumuşak mest..gönderdi. 

Necaşi'nin Oğlu Erha ile Yanına Katılanların Gemilerinin Batıp Denizde Boğulmaları

Necaşî, Hz. Cafer'le arkadaşlarının arkasından, oğlu Erha'yı da, 60 Habeşli ile birlikte bir gemiye bindirip Peygamberimiz Aleyhisselama yollamıştı.

Denizin ortalarına geldikleri zaman, bunların gemileri battı, hepsi de suda boğularak öldüler. 


Dıhye b. Halife'nin Rum Kayseri Herakliyus'a Gönderilişi

Dıhye b. Halife'nin Rum Kayseri Herakliyus'a gönderilişi, Hicretin 7. yılı Muharrem ayında idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kayser Herakliyus'u İslâmiyete davet etmek üzere, ashabından Dıhye b. Halife'yi bir mektupla ona gönderdi.
Mektubu, Kayser'e sunması için,Busra emîrine teslim etmesini de,Dıhyeye emir buyurdu.
Dıhye b. Halife, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu alıp Busra'ya hareket etti.

Dıhye'nin Gassan Emîrine Başvuruşu ve Kudüs'e Gönderilişi

Herakliyus'un Kudüste bulunduğu sıralarda, Dıhye b. Halife de, Peygamberimiz Aleyhisselamin mektubunu Kayser'e sunmayı sağlamak üzere Busra'daki Gassan emîri Hâris'e başvurdu.
O da, Dıhye'yi Herakliyus'a götürmesi için, Adiyy b. Hâtim'i vazifelendirdi.
Adiyy b. Hatim de, Dıhye'yi alıp Kudüs'e götürdü.
Dıhye'ye, kavim ve kabilesinden bazı kişiler: "Kayser'in yanına vardığın ve kendisini gördüğün zaman, yere kapan!
Kayser izin verinceye kadar da, başını secdeden kaldırma!" dediler.
Dıhye: "Ben bunu hiçbir zaman yapmam ve Allah'tan başkasına hiçbir zaman tapmam!" dedi.
"Eğer sen böyle yaparsan, o ne mektubunu alır, ne de sana bir cevap yazar!" dediler.

Dıhye: "İsterse almasın!" dedi.
İçlerinden bir adam: "Ben sana birşey daha salık vereyim mi ki, sen öyle yapınca hem mektubun alınsın, hem de ona secde etmek zorunda kalmayasın?" dedi.
Dıhye: "Nedir o?" diye sordu.
Adam: "Kayser'in her eşiğine oturacağı bir minberi vardır.
Sen gider, sahifeni minberin üzerine bırakırsın.
Kayser onu alınca sahibini çağırır; o zaman sen de Kayser'in yanına varırsın!" dedi.
Dıhye: "Bak, işte bunu yapabilirim!" dedi.
Dıhye gelip, Peygamberimiz Aleyhisselamin mek­tubunu Kayser'in üzerinde oturup dinlendiği minberlerden birisinin üzerine bırakmıştı.
Kayser mektubu getirtti.
Mektubun Arap dili ve yazısıyla yazıldığını görünce, Arapça yazıyı okumayı bilen bir tercüman çağırttı.
Mektuba: "Allah'ın kulu ve resûlü Muhammed'den Rumların sahibi, büyüğü Herakliyus'a!" diye başlandığını görünce, Herakliyus'un kardeşinin oğlu kızdı, tercümanın göğsüne şiddetli bir yumruk indirip adamı yere oturttu ve mektubu da elinden çekip aldı.
Herakliyus, ona: "Sana ne oluyor ki, mektubu çalıp kaçıyorsun?!" dedi.
Yennek: "Adamın mektubunu görmüyor musun?!
Mektubuna hem senin isminden önce kendi ismiyle başlamış; hem de senin hükümdar olduğunu anmayarak 'Rumların sahibi, büyüğü Hrakl'a demiş!?
Neden 'Rumların Hükümdarı!' diye yazmamış ve senin isminle başlamamış!
Onun mektubu bugün okunamaz!" dedi.

Herakliyus: "Vallahi, sen ya küçük bir akılsızsın ya da büyük bir delisin!
Ben senin böyle olduğunu bilmiyordum.
Ben daha adamın mektubunun içindekine bakmadan, onu yırtıp atmak mı istiyorsun?!
Hayatıma yemin ederim ki; eğer o dediği gibi gerçekten Resûlullah ise, mektubuna benim ismim­den önce kendi ismiyle başlamakta ve beni 'Rumların büyüğü ve sahibi' diye anmakta haklıdır.

Ben ancak onların (Rumların) sahibiyimdir, hükümdarları değilimdir.
Fakat, Allah onları bana uysal kılmıştır.
Allah dileseydi Farsların Kisrâ üzerine yürüyüp onu öldürdükleri gibi, onları da benim üzerime yürütürdü!" dedi.
Kardeşinin oğlu hakkında da: "Dışarı çıkarınız bunu!" diye emretti.

Uskufu yanına çağırttı.
Uskuf; görüşü alınır, sözü dinlenir danışman kişi idi.
Hıristiyan bilginlerinin ve Hıristiyanların başkanı idi .

Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu okunduğu zaman, uskuf Herakliyus'a: "Vallahi, o, Musa ve İsa'nın bize geleceğini müjdelemiş olduğu peygamberdir.
Zaten biz onun gelmesini bekleyip duruyorduk!" dedi.
Herakliyus: "Sen bana bu yolda ne yapmamı tavsiye edersin?" diye sordu.
Uskuf: "Benim görüşüm, ona tâbi olmanızdır!" dedi.
Herakliyus: "Ben senin dediğin şeyi yapmanın gerekliliğini çok iyi biliyorum!
Fakat, ben ona tâbi olmaya güç yetinemeyeceğim!
Çünkü, hem hükümdarlığım elden gider, hem de Rumlar beni öldürürler!" dedi.

Herakliyus'un Roma'daki Dostu Dagatır'a Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında Yazı Yazışı ve Şam Taraflarında Bulunan Ebu Süfyan'a Sorular Soruşu

Herakliyus Rûmiye'de (Roma'da) oturan ve bilgide kendisinin dengi olan bir dostuna (Dagatır'a) Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında yazı yazdı .
Herakliyus'un bu dostu, İbranice okur, yazardı.
Herakliyus, ayrıca: "Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden, buralarda bir kimse var mıdır?" diye sormuştu.
"Vardır!" dediler.
Herakliyus, Kudüs emniyet amirini çağırdı ve ona: "Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin soyundan, kabilesinden Şam'da bir adam bulunuz ve onu muhakkak benim yanıma getiriniz!" diye emir verdi.

Kendisi, kalkıp Hıms'a gitti.
Daha Hımstan ayrılmadan, Roma'daki dostundan, Peygamberimiz Aleyhisselamın zuhuru ve gerçekten peygamber olduğu hakkındaki görüşüne uygun bir mektup geldi.
O sırada, Ebu Sülyan b. Harb, ticaret için Şam'a giden bir Kureyş kafilesinin içinde, Herakliyus da Kudüste bulunuyordu.
Ebu Süfyan'ın bildirdiğine göre; Gazze'de bulundukları sırada, Herakliyus'un emniyet amiri, üzer­lerine saldırır gibi gelip: "Siz, şu Hicaz'daki zâtın kavminden misiniz?" diye sordu.
Ebu Süfyan'la arkadaşları: "Evet" deyince, emniyet amiri: "Haydi, benimle birlikte hükümdarın yanına kadar gideceksiniz!" dedi.

Herakliyus'un emniyet âmiri, Ebu Süfyan'la arkadaşlarını oradan Kudüs'e götürüp Herakliyus'un huzuruna çıkardı.
Herakliyus, çevresinde Rumların büyükleri olduğu halde oturmuş, başına da tacını giymişti.

Herakliyus, Ebu Süfyan'la 30 kişi olan Mekkelileri, İlya (Kudüs) Kilisesinin içinde kabul etti.
Tercümanını çağırdı.

Ebu Süfyan'la arkadaşlarına: "Peygamber olduğunu söyleyen o zâta soyca en yakın olan hanginizdir?" diye sordu.
Ebu Süfyan der ki: "'Onların soyca ona en yakın olanı benim' dedim.
Gerçekten de, kafile içinde, o zaman Abdi Menaf oğullarından benden başka kimse bulunmuyordu.
Bunun üzerine, Kayser: 'Onu benim yakınıma getiriniz.
Onun arkadaşlarını da ona yaklaştırınız!
Onlar bunun arkasında dursunlar dedi.
Herakliyus: 'Aranızda zuhur edip peygamberlik davasında bulunan şu kişi hakkında bana bilgi ver' dedi.
Ben, onun işini ve gidişini küçültmek istedim de: 'Ey hükümdar! Sen onun işine pek o kadar önem verme!
Onun hali, sana eriştirilmiş olandan düşük ve küçüktür!' dedim.
Herakliyus benim bu sözümü hiç umursamadı.

'Sen onun hakkında soracağım şeylere cevap ver! dedi.
İstediğini sor' dedim.
Bundan sonra Herakliyus, tercümanına: 'Söyle onun arkadaşlarına: Peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında, ben bundan birtakım şeyler soracağım!
Eğer bu kişi, sorduğum şeyler hakkında bana yalan söylemeye kalkışırsa, kendisini yalanlasınlar!' dedi.

Vallahi, onun (Peygamber Aleyhisselamın) bana sorulacak şeyler üzerinde uyduracağım yalanımı, arkadaşlarımın orada burada anlatıp durmalarından utanmasaydım muhakkak yalan uydururdum!
Fakat, benim yalan söylediğimi anlatacaklarından utandığım için, Herakliyus'a doğrusunu söyled­im !

Bundan sonra, Herakliyus'un bana onun hakkındaki ilk sorusu, tercümanına: 'Söyle ona: Peygamber olduğunu söyleyen o kişinin içinizdeki soyu nasıldır?' diye sormak oldu.
'O, aramızda en iyi soyludur.
Soy yönünden en seçkinimizdir' dedim.
Herakliyus: 'Sizden, bu peygamberlik sözünü ondan önce söylemiş hiçbir kimse var mıydı? diye sordu.
'Yoktu!' dedim.

Herakliyus: 'Onun ataları içinde hiçbir hükümdar gelmiş mi idi?' diye sordu.
'Hayır!' dedim.

Herakliyus: 'Ona halkın eşrafı mı, yoksa zayıf ve fakirleri mi tâbi oluyorlar?' diye sordu.
'Hayır! Ona halkın zayıf ve fakirleri, gençler ve kadınlar tâbi oluyorlar!
Kavminin yaşlılarından ve eşrafından ona tâbi olan yoktur!' dedim.

Herakliyus: 'Ona tâbi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu? diye sordu.
'Evet! Artıyor!' dedim.

Herakliyus: 'Onlardan, onun dinine girdikten sonra, beğenmeyerek, kızarak ondan dönen bir kimse var mı?' diye sordu. 'Yoktur!' dedim.
Herakliyus: 'Peygamberlik sözünü söylemeden önce, onu hiç yalanla suçladığınız, kötülediğiniz olmuş mu idi?' diye sordu.
'Hayır!' dedim.

Herakliyus: Kendisinin hiç ahdini bozduğu, sözünde durmadığı var mıdır?' diye sordu.
'Hayır! Ancak, biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bırakarak anlaşma yapmış bulunuy­oruz.
Kendisinin bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz!
Bu yoldaki ahdini bozacağından korkuyoruz!' dedim.
Vallahi, verdiğim cevaplara bu sözden başka birşey katmak imkân ve fırsatnı bulamadım !
 Herakliyus: 'Siz onunla hiç çarpıştınız mı?
Yahut, o sizinle hiç çarpıştı mı?' diye sordu.
'Evet!' dedim.

Herakliyus: 'Sizin onunla yaptığınız, onun sizinle yaptığı harp nasıl sonuçlandı?' diye sordu.
'Yenme, aramızda sıra ve nöbetle sonuçlandı:
Bir kez o bizi yendi, bir kez de biz onu yendik!' dedim.

Herakliyus: 'O size ne emrediyor?' diye sordu.
'Yalnız bir Allah'a ibadet etmeyi ve O'na hiçbir şeyi eş, ortak tutmamayı bize emr, atalarımızın tap­mış oldukları şeylerden de bizi nehy ediyor.
Namaz kılmayı, doğru olmayı, yoksullara sadaka vermeyi, haramlardan sakınmayı, verilen sözde durmayı, emaneti sahiplerine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi, onları görüp gözetmeyi emrediyor' dedim.
Ben bunları Herakliyus'a söylediğim zaman, Herakliyus, tercümanına: 'Ona de ki: Ben senden onun içinizde soyunun nasıl olduğunu sordum.
Sen kendisinin içinizde en soylu olduğunu söyledin.

Zaten, peygamberler de, böyle, kavimlerinin en soyluları içinden seçilip gönderilirler.
Ben sana 'Bu peygamberlik sözünü, ondan önce, içinizde söyleyen bir kimse var mı idi?' diye sor­dum.
Sen 'Hayır! Yoktur' dedin.
Eğer ondan önce bu sözü söylemiş bir kimse olsaydı, 'Bu da, belki, kendisinden önce söylenmiş bir söze uymak istemiş bir kimsedir' diye söyleyebilirdim.

Ben sana, 'Onun atalarından bir melik, bir hüküm­dar var mı idi?' diye sordum.
Sen 'Hayır! Yoktur!' dedin.
Eğer onun atalarından gelmiş bir melik, bir hükümdar olsaydı, 'Bu da, belki, babalarının saltanatını elde etmeye çalışan bir kimsedir' diye söyleyebilirdim.

Ben sana, 'Bu peygamberlik sözünü etmeden önce, onu hiç yalanla suçlamış mı idiniz?' diye sor­dum.
Sen 'Hayır!' dedin.
Benim bildiğime göre; insanlara karşı hiç yalan söylememiş olan kişi, Allah'a karşı asla yalan söyle­mez!

Ben sana, 'Ona tâbi olanlar insanların eşrafı mıdır?
Yoksa, zayıf ve fakir takı mı mıdır?' diye sordum.
Sen halkın zayıf ve fakir takımının ona tâbi olduklarını söyledin!
Zaten, Peygamberin tabileri de onlardır.

Ben sana, 'Ona tâbi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' diye sordum.
Sen onların arttıklarını söyledin.
Zaten, iman işi de, tamamlanıncaya kadar, hep böyle gider!

Ben sana, 'Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyerek, kızarak dininden dönen oldu mu?' diye sor­dum.
Sen 'Hayır!' dedin.
Zaten, iman işi de böyle olur; taşıdığı ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince, hiç kimse onu beğenmemezlik etmez.

Ben sana, 'O hiç ahdini, sözünü bozar mı idi?' diye sordum.
Sen 'Hayır! dedin.
Zaten, peygamberler de böyle olur!
Ben sana, 'Siz onunla hiç çarpıştınız mı ve o sizinle hiç çarpıştı mı?' diye sordum.
Sen, sizin onun­la çarpışma yaptığınızı, onun da sizinle çarpışma yaptığını ve bir kez onun sizi yendiğini, ikincisinde de sizin onu yendiğinizi söyledin.
Zaten peygamberlerde, böyledir İbtilâlara uğratılırlar.
Sonunda, güzel akıbet ve sonuç onların olur.

Ben sana, 'O neler emrediyor size?' diye sordum.
Sen de, onun Yüce Allah'a ibadet etmeyi ve ona hiçbir şeyi eş ve ortak koşmam ayı size emr, atalarınızın tapmış oldukları şeylerden de sizi nehy ettiğini; namaz kılmayı, sadaka vermeyi, doğru olmayı, haramlardan sakınmayı, verilen sözde durmayı, emaneti sahiplerine teslim etmeyi size emrettiğini söyledin.

Bunlar, peygamberde bulunan sıfatlardır.
Zaten, ben onun zuhur edeceğini biliyordum.
Fakat, sizden olacağını ummuyor, sanmıyordum.

Eğer onun hakkında söylediklerin doğru ise, o, şu ayaklarımın bastığı yere yakında hâkim olacak­tır!
Eğer onun yanına varabileceğimi bilsem, kendisine kavuşmak için her zahmete katlanırdım!
Yanında olsaydım, ayaklarını yıkardım! dedi.

Vallahi, ben bu gılıflı (sünnetsiz Herakliyus)'dan daha keskin görüşlü, daha zeki bir adam görmed­im !"

Peygamberimiz Aleyhisselamın Herakliyus'a Hitaben Yazdırıp "Muhammed Resûlullah" Mührü ile Mühürlediği Mektubun Türkçe Tercemesi

"Bismillâhirrahmânirrahîm

Allah'ın kulu ve resûlü Muhammed'den Rumların büyüğü Herakliyus'a. Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun!
Bundan sonra, derim ki: Ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecrve mükâfatını iki kat versin!
Eğer bu davetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin, bütün tebaan olan halkın vebali senin boynuna olsun
'De ki: Ey Ehl-i Kitab! Gelin, bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir sözde (kelime-i tevhid-de) birleşelim de, Allahtan başkasına ibadet etmeyelim ve O'na hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım! Allah'ı bırakıp da, birbirimizi rabler edinmeyelim!
Eğer onlar bu davetten yüz çevirirlerse: Siz şahit olunuz ki, bizler muhakkak Müslümanlarız, deyin!"

Herakliyus'un Mektubu Saklayışı, Mektuba Rumların Tepkileri

Herakliyus: "Ben, Süleyman Peygamberden sonra, böyle Besmele ile başlayan bir mektup görmemiştim!" dedi.
Mektubu okuttuktan sonra, dürüp beline soktu, sakladı.

Ebu Süfyan der ki: "Herakliyus diyeceğini dedikten ve mektubu okutma işini bitirdikten sonra, Herakliyus'un yanında gürültüler çoğaldı, sesler yükselmeye başladı.
Fakat, ben ne söylediklerini anlayamadım.
Herakliyus bizim dışarı çıkarılmamızı emretti, dışarıya çıkarıldık.

Dışarıya çıkınca, arkadaşlarıma: 'İbn Ebi Kebşe'nin işi iyice büyümeye başladı!
Baksanıza!
Benî Asfarların hükümdarı bile ondan korkuyor! dedim.
Vallahi, hiç de istemediğim halde, Yüce Allah kalbime İslâmiyeti sokuncaya kadar, onun davasının zafer ve başarıyla sonuçlanacağına kesin olarak inanmakta devam ettim."

Dıhye'nin Herakliyus'u Uyarışı ve  İslâmiyete Davet Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisi Dıhye b. Halife, Herakliyus'a: "Ey Kayser! Beni sana Hıms'tan bir kimse gönderdi ki, o, senden hayırlıdır!
Allah'a yemin ederim ki; beni ona göndermiş olan zât ise, hem ondan, hem de senden daha hayır­lıdır!
Sen benim sözlerimi tevâzuyla, alçakgönüllülükle dinleyip, verilen öğüdü kabul et!
Çünkü, sen tevazu gösterir, alçakgönüllülük edersen, öğütleri anlarsın.
Öğüdü kabul etmezsen, insaflı olmazsın!" dedi.

Kayser Herakliyus: "Devam et!" dedi.
Dıhye: "Biliyor musun, Mesîh (İsa Aleyhisselam) namaz kılar mıydı?" diye sordu.
Kayser: "Evet!" dedi.

Dıhye: "Öyleyse, ben seni Mesîh'in Kendisi için namaz kılmış olduğu Allah'a davet ediyorum!
Ben seni, Mesîh daha annesinin karnında iken gökleri ve yeri yaratıp idare etmekte bulunan Allah'a davet ediyorum!
Ben seni, önceden Musa'nın, ondan sonra Meryem oğlu İsa'nın geleceğini müjdelediği, haber verdiği şu ümmî peygambere imana davet ediyorum!
Eğer sende bu hususta eskiden kalma biraz ilim varsa, eğer kendin için dünya ve ahiret mutlu­luğunu elde etmek istiyorsan, onları gözlerinin önüne getir, dök!
Aksi takdirde, ahiret mutluluğu elinden gider, dünyada küfür ve şirk içinde kalırsın!
Şunu da iyi bil ki, senin Rabbin olan Allah, cebbarları helak edici ve nimetleri değiştiricidir!" dedi.
Kayser Herakliyus, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu öpüp gözlerine sürdü, başına koydu.
Sonra da: "Vallahi, ben ne elime geçen bir yazıyı okumadan, ne de yanıma gelen bir bilgini bilmediklerimi ken­disine sorup öğrenmeden bırakırım!
Bunda da, ancak hayır ve iyilik görürüm.
Sen bana, Mesîh'in Kendisine namaz kılmış olduğu Zâtı düşünüp buluncaya kadar, mühlet ver!
Ben bugün senin davet ettiğin şeyi kabul etmeyi uygun bulmuyorum.
Yarın sabaha kadar, ondan daha iyisi var mı diye düşüneceğim!" dedi.

Kayser'in İtirafları, Endişeleri ve Dıhye'yi Dagatır'a Gönderişi

Kayser Herakliyus, Dıhye'ye: "Allah senin iyiliğini versin, rahmetine endirsin!
Vallahi, ben çok iyi biliyorum ki; senin sahibin, Allah tarafından insanlara gönderilen peygamberdir!

Zaten, biz de onun gelmesini bekleyip duruyorduk.
Kitablarımızda da, onun ismini ve vasfını yazılı bulmuştuk.
Fakat, ben hayatım hakkında Rumlardan korkuyorum!
Eğer korkmasaydım, kendisi ülkemde bulunsaydı, ona hemen tâbi olur ve yardım ederdim!" dedi.

Dıhyeyi Uskuf Dagatır'a gönderdi ve gönderirken de: "Sahibinin işini ona anlat!
Vallahi, o, Rumların içinde, benden daha ulu kişidir.
Kendisinin sözü de, Rumlar katında, benim sözümden daha geçerlidir!
O sana ne diyecek, bir bak!" dedi.
Bu hususta yazdığı bir mektubu da, Dıhye'nin eline verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Uskuf Dagatır'a bir mektup yazdırıp Dıhye'ye teslim etmiş ve onda şöyle buyurmuş bulunuyordu: "İman edenlere selam olsun!
Hiç şüphesiz, İsa b. Meryem, Allah'ın pâk ve nezih Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesidir.
Ben Allah'a ve Allah tarafından bize indirilenlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub'a ve esbâta indirilenlere, Musa'ya ve İsa'ya verilmiş olanlara ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inanırım.
Biz, onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırt etmeyiz; hepsinin peygamberliğine inanırız.
Biz, Allah'a boyun eğen Müslümanlarız! Doğru yola tâbi olanlara selam olsun!"

Dagatır'ın Müslüman Oluşu ve Şehit Edilişi

Dıhye, Kayser'in yanından ayrılıp Dagatır'a gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından Herakliyus'a ne için geldiğini ona haber verdi ve kendisini de İslâmiyete davet etti.
Dıhye'nin bildirdiğine göre, Dagatır: "Vallahi, senin sahibin, Allah tarafından gönderilmiş peygamberdir!
Biz, onun sıfatlarını tanıyoruz, ismini de Kitablarımızda yazılı bulmuşuzdur!" dedi.
Nasrânîler, her Pazar toplanırlar; Uskuf Dagatır da, yanlarına varıp onlara öğütler verdikten, kıs­salar anlattıktan sonra, öteki Pazara kadar evinde otururdu.
Pazar günü gelince, Nasrânîler Dagatır'ın dışarı çıkmasını beklediler.
Dagatır, hastalığını bahane ederek çıkmadı.
Bunu birkaç kez yaptı.

En sonunda, Nasrânîler "Ya o bizim yanımıza çıkacaktır, ya da biz onun yanına gireceğiz!
Şu Arap geleliden beri, biz senin tutumundan hoşlanmıyoruz!" diyerek Dagatır'a haber saldılar.

Dıhye derki: "Uskuf Dagatır, bana: 'Sahibine (Resûlullah'a) git, benden selam söyle.
Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Resûlullah olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu ve temiz, iffetli, dünyadan el etek çekmiş Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesi olduğuna şehadet ettiğimi haber ver!' dedi.

Dagatır odasına girip üzerindeki siyah elbiseyi attı, üzerine beyaz bir elbise giydi.
Sonra, asasını eline aldı.
Kilisede toplanmış bulunan Rumların yanına vardı ve: 'Ey Rum cemaati! Bize Ahmed Peygamberden bir mektup geldi.
Mektubunda, bizi Yüce Allah'a davet ediyor.
Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka hiçbir ilah yoktur!
Ahmed de, Allah'ın kulu ve resûlüdür!' dedi.

Dagatır bunu der demez, Rumlar hep birden onun üzerine atıldılar.
Döve döve onu şehit ettiler!" 
Yüce Allah ondan razı olsun!

Kayser Herakliyus'un Rumları İslâmiyete Davet Edişi

Kayser Herakliyus da, Hınıs'taki köşküne Rutin ulularını çağırıp, kapıların kapatılmasını emretti.
Sonra, yüksek bir yere çıktı ve: "Ey Rum cemaatin Siz, temelli kurtuluşu ve doğru yola kavuşmayı, hâkimiyetinizin devamlı olmasını, İsa b. Meryem'in söylediğine uymayı istemez misiniz?" dedi.
Rumlar "Ey hükümdar!
Bunları elde etmek için ne yapalım?" diye sordular.
Herakliyus: "Ey Rum cemaati! Ben sizi, hayırlı bir iş için topladım: Bana o zâtın mektubu geldi.
Beni dinine davet ediyor!
Vallahi, o, gelmesini bekleyip durduğumuz, Kitablarımızda kendisini yazılı bulduğumuz, alâmet­lerini ve zamanını bildiğimiz peygamberdir!
Geliniz, ona tâbi olalım da, dünyamız ve ahiretimiz bize selamet olsun!der demez, homurda­narak, dışarı çıkmak için kapılara doğru koşuştular.
Fakat, kapıları kapalı buldular.
Herakliyus, Rumların İslâmiyetten böyle tedirgin olduklarını görünce, iman etmelerinden ümidini kesti.
Kendi hayatı hakkında da, endişeye düştü.
Adamlarına: "Onları geri çeviriniz!" diye emretti.
Rumlar geri dönüp gelince, onlara: "Ey Rum cemaati !
Ben size demin söylemiş olduğum sözlerimi, dininize bağlılığınızın sağlam­lığını öğrenmek, sınamak için söylemiştim.
Dininize bağlılığınızın sağlamlığını gösteren ve beni sevindiren halinizi, tutum ve davranışınızı, sizden umduğum, beklediğim şeyi gözlerimle görmüş bulunuyorum!" dedi.
Bunun üzerine, Rumlar Herakliyus'a secde ettiler ve kendisinden hoşnut oldular.
Herakliyus emretti, köşkün kapıları açıldı, Rumlar köşkten çıkıp gittiler.

Dagatır'ın Şehit Edilişinden Sonra Dıhye'nin Herakliyus'un Yanına Dönüşü

Dıhye b. Halife; Dagatır'ın Rumlar tarafından şehit edilmesi üzerine, oradan hemen dönüp Kayser Herakliyus'a durumu haber verdi.
Herakliyus: "Sana 'Biz hayatımız hakkında Rumlardan korkarız! demiştim ya!
İşte, dediğim çıktı!
Vallahi, Dagatir Rumlar katında benden daha ulu kişi idi ve onun sözü de benim sözümden daha geçerli idi!" dedi.
Kayser Müslüman olmaya niyetlenmiş, fakat Rumların baskın çıkmaları üzerine bundan vazgeçmiş, Müslüman olmamıştır.

Kayser Herakliyus'un Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı

Herakliyus, Dıhye b. Halife'ye bahşişler, kıymetli hediyeler ve elbiseler verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamin mektubuna da, cevap yazdı.
Yazısında şöyle dedi:
"İsa'nın müjdelemiş olduğu Allah'ın Resûlü Muhammed'e Rum Hükümdarı Kayser tarafındandır: Elçin, mektubunla birlikte bana geldi.
Ben şehadet ederim ki; sen Allah'ın Resûlüsün! Biz zaten seni yanımızdaki İncil'de yazılı bulmuştuk.
İsa b. Meryem, seni bize müjdelemişti.
Rumları sana iman etmeye davet ettimse de, yanaşmadılar, kaçındılar.
Onlar beni dinleselerdi, kendileri için muhakkak ki hayırlı olurdu.
Ben senin yanında bulunup da sana hizmet etmeyi, senin ayaklarını yıkamayı ne kadar arzu ederdim !"

Dıhye'nin Medine'ye Dönüşü ve Yolda Başına Gelenler

Dıhye b. Halife, Kayser Herakliyus'tan aldığı bahşişler, kıymetli hediyeler ve elbiselerle dönüp Hısma'ya geldi.
Cüzamlardan birtakım adamlar, üzerindeki eskimiş elbiseden başka, yanındaki herşeyi yağmaladılar.
Dıhye, Medine'ye gelince, daha evine girmeden, doğruca Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısına kadar vardı, kapıyı çaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Kim o?" diye sordu.
Dıhye: "Dıhyetü'l-Kelbi!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "İçeri gir!" buyurdu.
Dıhye içeri girdi.
Bütün olan bitenleri, başından sonuna kadar, Peygamberimiz Aleyhisselama birer birer haber verdi.
Kayser'in mektubu okununca, Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onun için, bir müddet daha kalmak vardır!
Onlar bir müddet daha kalacaklardır!
Onun saltanatı bir müddet daha devam edecektir!

Mektubum yanlarında bulundukça, onların saltanatları sürecek, devam edecektir!" buyurdu.
Dıhye: "Yâ Rasûlallah! Kayser'in yanından dönüp gelirken, Hısma'da bulunduğum sırada, Cüzamlardan bir cemaat beni baskına uğrattı.
Hiçbir şey bırakmaksızın, yanımdaki şeyleri yağmaladılar.
Nihayet, Medine'ye şu eski püskü elbisemle gelebildim!" dedi.
Dıhye'yi soyanlar, Cüzamlardan Huneyd b. Us  ile oğlu Us  ile aynı kabileden bazı kimselerdi.
Kayser Herakliyus; Peygamberimiz Aleyhisselamın gönderdiği mektubu atlas bir ipeğe sardı.
Altından bir kutunun içine koyup sakladı.


Abdullah b. Huzâfe'nin İran Şahı Kisra'ya Gönderilişi

Hicretin 7. yılında Muharrem ayında İslâmiyete davet etmek üzere birer mektupla hükümdarlara gönderilen altı zâttan birisi de Abdullah b. Huzâfe olup, Acem Şahı Kisrâ'ya gönderilmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mektubunu Kisrâya sunmak üzere, Bahreyn valisine vermesini de, Abdullah b. Huzâfe'ye emir buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam; yazdırdığı "Muhammed Resûlullah" mührüyle mühürlü mektubunda şöyle buyurdu: "

Bismillâhirrahmânirrahîm

Allah'ın Resûlü Muhammed'den Farsların büyüğü Kisrâya!
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara, Allah'a ve Resûlüne iman edenlere, Allah'tan başka hiçbir ilah ve mâbud olmadığına, O'nun eşi, ortağı bulunmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet getirenlere selam olsun!
Ben seni Allah'a imana davet ediyorum!
Çünkü, ben, Allah'ın kalbleri diri ve akılları başında olanları uyarmak, kâfirler hakkında da o azap sözü gerçekleşmek üzere bütün insanlara göndermiş olduğu peygamberiyim!
Öyleyse, Müslüman ol, selameti bul!
Davetimden yüz çevirirsen, kaçınırsan, bütün Mecusîlerin günahı senin boynuna olsun!"
Abdullah b. Huzâfe; Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mektubunu, Kisrâya sunmak üzere, Bahreyn valisi Münzir b. Sâvâ'ya başvurdu.
O da, onu Kisrâ'ya yolladı.
Abdullah b. Huzâfe'nin bildirdiğine göre; kendisi Kisrâ'nın kapısına kadar vardı, yanına girmek için izin istedi.
Kisrâ, önce köşk salonunun süslenmesini emretti.
Sonra Fars devlet adamlarının, daha sonra da Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisinin içeri alınmasına müsaade etti.

Abdullah b. Huzâfe içeri girdi.
Kisrâ, mektubun elçiden alınmasını emretti.
Abdullah b. Huzâfe: "Onu, Resûlullah Aleyhisselamın buyruğu üzere, sana kendim vereceğim!" dedi.
Kisrâ: "Öyleyse, haydi, yanıma yaklaş!" dedi.
Abdullah b. Huzâfe, yaklaşıp Kisrâ'ya mektubu verdi.
Kisrâ, mektubu okutmak için Hîre'li kâtibini çağırdı, mektubu ona okuttu.
Kâtip, mektubu: "Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Farsların büyüğü Kisrâ'ya!" diyerek okumaya başlayınca, Kisrâ mektuba Resûlullah Aleyhisselamın ismiyle başlanmış olmasına son derecede kızdı, bağırdı, çağırdı.
Daha mektubun içinde ne denildiğini anlamadan, mektubu alıp yırttı ve: "O, benim bir kölem durumunda bulunduğu halde, bana böyle yazıyor ha?!" dedi.

Abdullah b. Huzâfe İle Kisrâ'nın Karşılıklı Konuşmaları

Abdullah b. Huzâfe, Kisrâ'nın huzurunda yaptığı konuşmasında: "Ey Fars cemaati! Sizler, peygambersiz, Kitabsız ve yeryüzünden ancak ellerinizde bulunan bir kıs­mına hakim olarak sayılı günlerinizi geçiriyor, bir düş hayatı yaşıyorsunuz! Halbuki, yeryüzünün hakim olamadığınız kısmı daha çoktur.
Ey Kisrâ! Senden önce, nice dünyalık ve ahiretlik hükümdarlar gelmiş ve hüküm sürmüşlerdir.
Onlardan, ahiretlik olanlar, dünyadan da nasiplerini almışlardır.
Dünyalık olanlar ise, ahiret nasiplerini yitirmişlerdir.
Sana getirip teklif ettiğimiz bu iş sence küçümseniyor; amma, vallahi, nerede olursan ol, küçümsediğin şey gelince, ondan korkacak ve korunamayacaksın!
Sen, vaktiyle girmiş olduğun yerden sürülüp çıkarıldığını da yalanlayamazsın!
Zikar vak'asındaki durum, bunun delilidir!" dedi.
Kisrâ da, yaptığı konuşmasında, özet olarak: "Mülk ve saltanat bana münhasırdır!

Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana bir ortak çıkacağından korkum vardır!
Firavun, İsrail oğullarına hakim olmuştu.
Siz, onlardan daha iyi, daha güçlü değilsiniz!
Benim sizi hemen hakimiyetim altına alıvermeme ne engel var?

Ben Firavun'dan daha iyi ve daha güçlüyümdür!
Zikar vak'asına gelince, o, Şam vak'asıdır" dedi.

Kisrâ, Abdullah b. Huzâfe'nin dışarı çıkarılmasını adamlarına emretti
Abdullah b. Huzâfe dışarı çıkarıldı.

Abdullah b. Huzâfe'nin Medine'ye Dönüşü

Abdullah b. Huzâfe, Kisrâ'nın huzurundan çıkar çıkmaz, hayvanının üzerine atlayıp Medine yolunu tuttu.
Kendi kendine: "Vallahi, benim için, iki yoldan hangisi olursa, gam çekmem.
Resûlullahın mektubunu verilecek yere vermiş, vazifemi yapmış bulunuyorum ya!" dedi.

Kisrâ, öfkesi geçtikten sonra, elçinin içeri alınmasını emretti ve onu Hîre'ye kadar arattırdı ise de, bulduramadı.
Abdullah b. Huzâfe, Medine'ye gelip, durumu Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Aleyhindeki Duası

Abdullah b. Huzâfe Kisrâ'nın mektubu yırttığını söyleyince, Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onlar da parça parça olsunlar
O benim mektubumu parçaladı ha?
Allah da onun mülk ve saltanatını parçalasın!
O, kendi eliyle mülk ve saltanatını parçalamış oldu!
Allah'ım! Onun mülk ve saltanatını parçala!" dedi.

Kisrâ'nın Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında Yemen Valisine Emir ve Direktif Verişi

Kisrâ, Yemen valisi Bâzân'a Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında bir yazı gönderdi ve yazısında şöyle dedi: "Mekke'de, Kureyşten biri ortaya çıkmış!
Kendisinin peygamber olduğunu söylüyormuş
Ona söyle: Kendisi ya bu peygamberlik dâvasından vazgeçer, ya da onu ve kavmini öldürecek adamları üzerlerine salarım!

Sen, yanındaki güçlü kuvvetli adamlarından ikisini ona sal
Kavminin dinine muhalefet etmiş olan kişiye, kavminin dinine dönmesini emret!
Dönmekten kaçınırsa, kendisinin başını kesip bana gönder!"
Kisrâ'nın Yemen valisi Bâzân, Kisrâ'nın mektubunu alır almaz, yazıcı, muhasip ve Farsça okur yazar vekil harcı olan Bâbeveyh'i, yanına Farslılardan Hurre Hüsre adındaki bir adamı da katarak, Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Kisrâ'ya gitmesi için, Peygamberimiz Aleyhisselama yazdığı bir yazıyı da, ellerine verdi. Vekilharcı olan Bâbeveyh'e, Peygamberimiz Aleyhisselam için: "Şu zâtın memleketine git! Haline, gidişatına bir bak! Kendisiyle konuş! Kendisini imti­han et! Onun haberini bana getir! İşin içyüzünü anla, bana anlat!" dedi.
Bâbeveyhle Hurre Hüsre, Mekke'ye doğru yollandılar.
İlk önce, Taife vardılar.
Taif'in Nahb deresinde Kureyş müşriklerinden bazı adamlara rastladılar.  
Kureyş eşrafından Ebu Süfyan'la Safvan b. Ümeyye ve daha başkaları, rastladıkları kişiler arasın­da idi.

Elçiler onlara Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede bulunduğunu sordular.
Kureyşiler de; "O, Medine'dedir!" dediler.

Kureyş müşrikleri, vali Bâzân'ın mektubunda yazılı olanı elçilerden sorup öğrenince, çok sevindiler ve birbirlerine: "Sevininiz! Hükümdarlar Hükümdarı olan Kisrâ onun karşısına dikilince, artık siz onun hakkından kolayca gelebilirsiniz!" dediler.
Bâzân'ın elçileri, Taif'ten Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların münasip bir yere kondurulup ağırlanmalarını ashaba emir buyurdu
Onlar birkaç gün oturup dinlendikten sonra, haber salıp onlan yanına çağırdı.
Bâbeveyhle Hurre Hüsre, gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara: "Oturunuz!" buyurdu.
Onlar, dizlerinin üzerine çöktüler.

Yemen valisi Bâzân'ın bu elçileri, sakallarını dibinden kazıtmışlar, bıyıklarını ise alabildiğine uzat­mışlar, büyütmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları böyle görünce, hoşlanmadı ve onlara: "Yazıklar olsun size, bu kılığa girmenizi size kim emretti?" diye sordu.
Elçiler "Böyle yapmamızı Rabbimiz Kisrâ emretti bize!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Fakat, benim Rabbim bana sakalımı salmamı, bıyığımı ise kesmemi emretti" buyurdu.

Elçi Bâbeveyh, şöyle konuşmaya başladı: "Şahlar Şahı, Hükümdarlar Hükümdarı Kisrâ, vali Bâzân'a yazı yazıp, seni kendisine getirmek üzere sana adam göndermesini emretti.
Bâzân da, yanıma düşüp gitmen için, beni sana yolladı!

Eğer benimle birlikte gidersen, Yemen valisi, Hükümdarlar Hükümdarına senin lehinde mektup yazar, seni bağışlatır!
Eğer benimle gelmekten kaçınırsan, sen de bilirsin ki, Kisrâ seni de senin kavmini de yok eder, memleketini de yıkar!" dedi ve Bâzân'ın mektubunu Peygamberimiz Aleyhisselama sundu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bâbeveyh'i dinledi, mektupta yazılanları da öğrendi.
Gülümsedi ve elçileri İslâmiyete davet etti.

Bâbeveyh'le Hurre Hüsre, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda duydukları manevî heybetten hem titriyorlar, hem de cesaretli cesaretli konuşmaktan geri durmuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselama: "Eğer bizimle gelmeyeceksen, vali Bâzân'ın mektubuna cevap yaz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Eğer ben bu işi kendiliğimden yapmış olsaydım, vazgeçerdim!
Fakat, beni sânı yüce olan Allah gönderdi .
Siz bugün yanımdan ayrılıp konutunuza dönünüz!
Yarın sabahleyin yanıma geliniz!
Ne yapmak istediğimi, o zaman size haber vereyim!" buyurdu.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Hakkında Allah'tan Aldığı Haberi Elçilere Bildirişi

Peygamberimiz Aleyhisselama: "Yüce Allah, Kisrâya oğlu Şireveyh'i musallat kıldı: Şîreveyh onu filan ayda, filan gecede ve gecenin de filan filan saatleri geçince öldürdü!" diye vahiy geldi.
Ertesi gün, Peygamberimiz Aleyhisselam, elçileri yanına çağırıp, bunu onlara haber verdi ve: "Sahibinize (Bâzân'a) tebliğ ediniz ki; benim Rabbim olan Allah, onun rabbi Kisrâ'yı bu gece, gece­den yedi saat geçince, gecenin yedinci saatinde öldürmüştür!" buyurdu.
Bâbeveyh'le arkadaşı şaşırdılar ve Peygamberimiz Aleyhisselama: "Sen ne söylediğini biliyormusun?!
Üzerine yürüyüp seni cezalandırmamız, bizim için, bu söylediğini vali Bâzân'a haber vermekten daha kolaydır!
Biz senden işittiğimiz bu sözü gerçekten ona yazalım ve hükümdara haber verelim mi?!" dediler.

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Evet! Bunu benden işittiğinizi ona haber veriniz! Hem de ona deyiniz ki: 'Benim dinim ve hakimiyetim Kisrâ'nın mülk ve saltanatının ulaştığı yerlere kadar ulaşacak, atların ve develerin ayak basacakları en uzak yerlere kadar uzanacaktır!'
Yine ona deyiniz ki: 'Eğer sen Müslüman olursan, idaren altında bulunan yerleri sana vereceğim!

Seni, Ebnâlardan, Yemen'deki Farslılardan olan kavmine hükümdar yapacağım! buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam; elçilere söyleyeceklerini söyledikten sonra, Hurre Hüsre'ye altın ve gümüşle işlenmiş bir kemer verdi.
Bunu, Peygamberimiz Aleyhisselama, hükümdarlardan birisi hediye etmişti.

Hurre Hüsre'ye, bu kemerden dolayı, "Zülmaceze=Kemeri" derlerdi. Hurre Hüsre'nin soyundan gelen oğulları ve torunları da bu adla anıldılar.

Elçilerin Gördüklerini ve Duyduklarını Vali Bâzân'a Anlatmaları

Bâbeveyh'le Hurre Hüsne, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrıldılar.
Bir hayli yolculuktan sonra Bâzân'ın yanına geldiler ve ona, Peygamberimiz Aleyhisselamda gördüklerini ve kendisinden işittiklerini., haber verdiler.
Bâzân: "Vallahi, onun bu sözü hükümdar sözü değildir!
Ben öyle sanıyorum ki; bu zât, dediği gibi, bir peygamberdir!
Kendisinin Kisrâ hakkında söylemiş olduğu sözün neticesini bekleyelim.
Eğer kendisi bu husustaki sözünde doğru çıkacak olursa, o gerçekten Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir.
Eğer onun söylediği doğru çıkmazsa, o zaman, hakkında gereğini düşünürüz!" dedi.

Bâzân, Bâbeveyh'le Hurre Hüsre'ye: "Siz onu nasıl buldunuz?" diye sordu.
Bâbeveyh'le Hurre Hüsre: "Biz, ondan daha heybetli, onun kadar hiçbir şeyden korkmayan, muhafızları bulunmayan, ondan daha tevazulu, alçakgönüllü, halk arasında yaya yürüyen bir hükümdar görmedik! Ashabı, onun yanında, seslerini yükseltmiyor, kısıyorlar..." dediler.

Kisrâ Şîreveyh'in Vali Bâzân'a Mektubu, Bâzân'la Ebnâların Müslüman Olmaları

Aradan çok geçmemişti ki, Vali Bâzân'a, Kisrâ'nın oğlu Şîreveyh'ten bir yazı geldi.
Gelen yazıda şöyle deniliyordu: "Bundan sonra, derim ki: Ben Kisrâyı öldürdüm!
Ben onu, ancak, Fars eşrafından birçok kimseleri öldürmeyi, onları hudut boylarında toplayıp tutuk­lamayı mubah saymasına kızdığım için öldürdüm!

Bu mektubum sana gelince, halkın benim için bey'atını al!
Kisrâ'nın sana yazı yazmış olduğu zât hakkında da, buyruğum gelinceye kadar bekle, onun üzer­ine pek düşme!"

Şîreveyh'in mektubu okunup sona erince, Vali Bâzân, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında: "Bu zât, muhakkak, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir!" diyerek Müslüman oldu.
Aslen Farslı olup Yemen'de oturan Ebnâlar da Müslüman oldular.
Kisrâ'nın öldürüldüğü haberi geldiği sırada, Bâzân hasta idi. Süvarileri, Bâzân'ın başında toplandılar ve: "Sen birisini bizim başımıza vali tayin et!" dediler.
Bâzân: "Sizin için gelecek bir hükümdar, her işin önünü sonunu gören, gözeten bir hükümdar vardır: Siz şu zâta uyunuz, O'nun dinine giriniz, Müslüman olunuz!" dedi.
Bâzân öldükten sonra, Ebnâların başkanı, Peygamberimiz Aleyhisselama bir heyet göndererek, Müslüman olduklarını bildirdi


Hâtıb b. Ebi Beltea'nın Mukavkıs'a Gönderilişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâmiyete davet etmek üzere Hicretin 7. yılında Muharrem ayında hükümdarlara birer mektupla gönderdiği altı elçiden birisi de Hâtıb b. Ebi Beltea olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu İskenderiye hükümdarı, Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıs'a gönder­mişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu göndermeden önce: "Ey insanlar! Ecir ve sevabını Allah ödemek üzere, şu mektubu Mısır hükümdarına hanginiz götürür?" diye sorunca, Hâtıb b. Ebi Beltea sıçrayıp ayağa kalktı ve Peygamberimiz Aleyhisselama doğru vardı ve: "Yâ Rasûlallah! Ben götürürüm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ey Hâtıb! Allah bu vazifeni senin hakkında mübarek kılsın!" buyurdu.
Hâtıb, önce Mısır'a gitti.
Mukavkıs'ı orada bulamayınca, İskenderiye'ye gitti.

Mukavkıs'ın saray kapıcısının yanına vardı.
Ne için geldiğini ona haber verdi.
Kapıcı, Hâtıb'a çok hürmet etti.
Onu hiç bek­letmedi.

Mukavkıs, mektubu görünce, Hâtıb b. Ebi Beltea'yı önüne getirmelerini adamlarına emretti.
Mukavkıs, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Hâtıb'ın elinden aldı, okuttu.
"Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektupta şöyle buyuruluyordu:

Bismilllâhirrahmânirrahîm

Allah'ın kulu ve resûlü Muhammed'den Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıs'a!
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun İmdi, ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecir ve mükâfatını iki kat versin!
Eğer bu davetimi kabul etmez, kabul etmekten kaçınırsan, Kıbtîlerin günahı senin boynuna olsun!
'De ki: Ey Ehl-i Kitab! Geliniz!
Bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir Kelime'de birleşelim de, Allah'tan başkasına tapmayalım!
Ona hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım!
Allah'ı bırakıp da, birbirimizi rab diye tanımayalım!
Buna rağmen, onlar bu davetten yüz çevirirlerse, onlara: Siz şahit olunuz ki, bizler muhakkak Müslumanlarız, deyiniz.'"

Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu okununca, Mukavkıs, Hâtıb b. Ebi Beltea'ya "Hayırlı olsun!" dedi.

Mukavkıs'ın Hâtıb b. Ebi Beltea ile Konuşmaları ve Tartışmaları

Hâtıb b. Ebi Beltea derki: "İskenderiye hükümdarı Mukavkıs, haber gönderip beni yanına getirtti.
Patriklerini de yanına topladı.
Bana: 'Ben anlamak istediğim bazı şeyleri sana soracak ve seninle konuşacağım! dedi.
Kendisine: 'Buyurunuz, konuşalım! dedim.

Mukavkıs: 'Bana haber ver: Senin efendin bir peygamber değil midir?' diye sordu.
'Evet! O, Allah'ın Resûlüdür! dedim.

Mukavkıs: 'O gerçekten böyle bir peygamber idi ise, kendisini öz yurdundan çıkarıp başka bir yurda sığınmak zorunda bırakan kavminin aleyhinde ne için Allah'a dua etmedi?' diye sordu.
Ona: 'Sen İsa b. Meryem'in Resûlullah olduğuna şehadet edersin değil mi?
O gerçekten peygamber olduğuna göre, kavmi onu yakalayıp asmak istedikleri zaman; kendisini dünya semasına kaldırıp yükselteceğine, kavmini helak etmesi için Allah'a dua etse olmaz mı idi?' dedim.

Mukavkıs söyleyecek söz bulamadı.
Bir müddet sustuktan sonra: 'Sözünü tekrarla!' dedi.
Tekrarladım.
Mukavkıs yine sustu.

Sonra da: 'Güzel söyledin!
Sen bir hakîmsin, yerli yerince konuşuyorsun.
Hakîm olan, yerli yerince konuşanın da yanından geliyorsun!' dedi."

Bundan sonra, Hâtıb la Mukavkıs, konuşmaya şöyle devam ettiler: Hâtıb, Mukavkıs'a: "Senden önce, burada bir adam, kendisinin en yüce Rab olduğunu iddia etmiş; o Firavun, kavmine, 'Ben sizin en yüce Rabbinizim!' diyerek bağırmıştı.
Yüce Allah onu dünya ve ahiret azabıyla yakalayıp cezalandırdı, ondan intikam aldı.
Sen, senden başkasından ibret al da, başkasına ibret olma!" dedi.

Mukavkıs: "Bizim için, bir din vardır!
Biz, bu dinimizi, ondan daha hayırlısı olmadıkça, bırakmayız!" dedi.

Hâtıb: "Senin bağlı bulunduğun ve daha hayırlısı olmadıkça bırakmayacağını söylediğin dininden daha hayırlı olan din, hiç şüphesiz İslâmiyettir!
Biz seni İslâmiyete davet ediyoruz ki, Allah din olarak insanlara onu yeterli kılmıştır, dahası da yoktur!
Bu peygamber [Muhammed Aleyhisselam], İslâmiyete yalnız seni değil, bütün insanları davet etti.
Onlardan, kendisine karşı en katı, en sert ve kaba davrananlar, Kureyş müşrikleri oldu!
Ona karşı en azgın düşmanlığı da Yahudiler yaptılar!
İnsanlardan, ona en çok yakınlık gösterenler ise, Hıristiyanlar oldu.

Hayatım üzerine yemin ederim ki; Musa Peygamber nasıl İsa Peygamberi haber vermiş ve onun geleceğini müjdelemiş ise, İsa Peygamber de Muhammed Aleyhisselamı öylece haber vermiş, gele­ceğini müjdelemiştir!
Bizim seni Kur'ân'ı kabule davet etmemiz, senin Tevrat'a bağlı olanları İncil'i kabule davet etmen gibidir.
Her peygamber bir kavme yetişmiş olup, o kavim o peygamberin ümmetinden sayılmış, o peygam­bere itaat edenler de o ümmete katılmıştır.
Sen ise, bu peygambere (Muhammed Aleyhisselama) yetişenlerdensin!

Biz, seni İslâm dinine davet etmekle, İsa Peygamberin dininden men ediyor değiliz!
Bilakis, onun­la, onun gerçek tebligatıyla amel ve hareket etmeni sana teklif etmiş oluyoruz" dedi.

Mukavkıs: "Ben bu peygamberin işini, dinini inceledim.
Gördüm ki, onda ne dünyadan el etek çekilmesi emrediliyor, ne de mergub ve makbul şeyler yasaklanıyor!
Kendisini de, ne yolunu şaşırmış bir sihirbaz, ne de gaibden haberler aldığını iddia eden yalancı bir kâhin olarak bulmuş değilim!

Fakat, kendisinde benim bulduğum; gaibi, gizli, kapalı şeyleri keşfedip haber vermek gibi peygam­berlik alâmetleridir.
Bununla beraber, ben biraz daha düşünmek isterim!" dedi.

Mukavkıs, bir gece haber salıp Hâtıb'ı huzuruna getirtti.
Mukavkıs'ın yanında, Arapça tercümanından başka kimse yoktu.
Mukavkıs, Hâtib'a: "Onun (Muhammed Aleyhisselamın) hakkında soracağım şeylere doğru cevap verir misin?
Ashabının arasından, sahibinin seni niçin seçip gönderdiğini biliyorum.

Ben sana üç şey soracağım!" dedi.
Hâtıb: "İstediğini sor!
Ben sana ancak doğruyu söyleyeceğim!" dedi.
Mukavkıs: "Muhammed insanları nelere davet ediyor?" diye sordu.

Hâtıb: "Yalnız Allah'a ibadet etmeye davet ediyor.
Gece gündüz, beş vakitte namaz kılmayı emrediyor!
Ramazan orucunu tutmayı,
Beytullah'ı hacc ve ziyaret etmeyi, verilen sözde durmayı... emrediyor.
Ölmüş hayvanın etini yemekten ve kandan men ediyor!" dedi.
Mukavkıs: "Onun (Muhammed Aleyhisselamın) şekil ve şemailini (fizikî yapısını) bana tarif et, anlat!" dedi.
Hâtıb kısaca tarif etti.

Mukavkıs: "Anlatmadığın daha bazı şeyler kaldı: Gözlerinde biraz kırmızılık, sırtında iki omuzu arasında da peygamberlik hâtemi (mührü) vardır.
Merkebe biner, sırtına harmani giyer, hurma ve az etli kemikle geçinir, amcaları ve amca oğulları tarafından korunur!" dedi.

Hâtıb: "Bunlar da onun sıfatıdır!" dedi.
Mukavkıs: "Ben, gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyordum.
Fakat, onun Şam'dan çıkacağını sanıyor­dum.

Çünkü, daha önceki peygamberler hep oradan çıkmışlardı.
Gerçi, son peygamberin Arabistan'da, sertlik, darlık, yoksulluk ülkesinden çıkacağını da Kitablarda görmüştüm.
Allah'ın Kitabında sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamberin zuhuru zamanı da, tam bu zamandır!
Biz, onun vasfını, İki kızkardeşi bir nikâh altında birleştirmez!
Hediyeyi kabul eder, sadakayı kabul etmez!
Fakirlerle, yoksullarla oturur kalkar!' diye de, Kitabda yazılı bulmuştuk!

Ona uymak hususunda Kıbtîler beni dinlemezler!
Ben saltanatımdan da ayrılmaya kıyamayacağım!
Bu hususta çok cimriyim dir!

Ben Kıbtîlere bundan ne bir kelime anarım, ne de hiç kimseye bu konuşmamı bildirmeyi, duyurmayı isterim!" dedi ve Arapça yazı yazan bir yazıcı çağırdı.

Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna şöyle cevap yazdırdı:

"Bismillâhirrahmânirrahîm

Muhammed b. Abdullah'a Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıstan!
Selam olsun sana!
Bundan sonra, arzederim ki; mektubunu okudum.
Mektubunda andığın ve beni davet ettiğin şeyleri anladım.
Gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyor ve fakat onun Şam'dan çıkacağını sanıyordum.
Elçini ağırladım.
Sana Kıbtîler katında mevkileri yüksek iki cariye ile elbiseler gönderdim.
Binmen için, sana bir de katır hediye ettim.
Selam olsun sana!" Mukavkıs, bundan fazla ne birşey yaptı, ne de Müslüman oldu.

Mukavkıs, Hâtıb'a: "Sakın hâ! Kıbtîler senin ağzından tek kelime bile işitmesinler!" diye tenbihatta bulundu.

Mukavkıs’ın Peygamberimiz Aleyhisselama Gönderdiği Hediyeler

İki cariye (Mâriye ile kızkardeşi Şîrîn),
Bin miskal altın, İki binit hayvanı (bir katırla bir merkep),Yirmi kat Mısır işi ince elbise,Bir adet billur kadeh,Kokulu bal, Sarık,Kabâtî Mısır keten kumaşı, Öd, misk gibi güzel koku, Gülyağı,  Kutu içinde sürmelik, Tarak, Makas,Misvak, Ayna, İğne, İplik, Baston
Mukavkıs'ın Peygamberimiz Aleyhisselama hediye ettiği iki cariyeye Hâtıb Müslüman olmalarını teklif etti, onlar da Müslüman oldular.
Mâriye'yi Peygamberimiz Aleyhisselam zevceliğe kabul etti, Sîrîn'i de Hassan b. Sabite verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. İbrahim adındaki oğlu, Hz. Mariye'den doğmuştur.

Hâtıb'ın Medine'ye Yollanışı

Hâtıb'ın bildirdiğine göre; kendisi, Mukavkıs'ın yanında, kısa bir müddet, beş gün kaldı ve son dere­cede ağırlandı.

Yabancı heyetler ise, Mukavkıs'ın yanında bir ay ve bir aydan da fazla kalmakta idiler.
Hâtıb, beş günden sonra, Mukavkıs'ın ülkesinden ayrıldı.

Mukavkıs Hâtıb'ı Cezîretü'l-Arab'a muhafız askerlerle yolladı.
Bunlar Arabistan'a ayak bastıkları sırada, Şam'dan Medine'ye gitmekte olan bir kafileye rastladılar.
Hâtıb, Mukavkıs'ın askerlerini geri çevirip kafileye katıldı.
Medine'ye gelip kavuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mukavkıs'ın hediyelerini kabul etti.

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs Hakkındaki Sözleri

Hâtıb b. Ebi Beltea Mukavkıs'ın sözlerini Peygamberimiz Aleyhisselama anlatınca, Peygamberimiz Aleyhisselam: "Yaramaz adam saltanatına kıyamadı!
Esirgediği saltanatı ise, ken­disinde kalmayacaktır!" buyurdu.


Şüca' b. Vehb'in Hâris b. Ebi Şimr el-Gassanî'ye Gönderilişi

Hicretin 7. yılında, Muharrem ayında, İslâmiyete davet etmek üzere hükümdarlara gönder­ilen altı elçiden birisi de Şüca' b. Ebi Vehb olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Şam sınırı hüküm­darı Haris b. Ebi Şimr el-Gassanî'ye göndermişti.
Haris b. Ebi Şimr, Hıristiyan Arapların hükümdarı idi.

Peygamberimiz Aleyhisselam, Haris b. Ebi Şimr'e gönderdiği "Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:

"Bismilllâhirrahmâhirrahîm

Allah'ın Resûlü Muhammed'den Haris b. Ebi Şimr'e! Doğru yola uyan, tâbi olanlara, Allah'a iman eden ve Resûlünü doğrulayanlara selam olsun!
Ben seni eşi, ortağı olmayan Bir Allah'a imana davet ediyorum!
Davetimi kabul edersen, hüküm ve saltanatın yine sende kalacaktır."

Şüca' b. Ebi Vehb, mühürlenip kendisine verilen bu mektupla yola çıktı.
 Şüca' b. Ebi Vehb der ki: "Haris b. Ebi Şimr'e gittim.
Kendisi, o sırada Dımaşk'ın Gota bölgesinde bulunuyor, Kayser Herakliyus'a yapılacak kondurma, ağırlama ve armağan hazırlıklarıyla uğraşıyordu.

Kayser Herakliyus, Hıms'tan İlyaya (Kudüs'e) gelmişti.
Hâris'in kapısında iki veya üç gün kadar oturup onu bekledim.
Hâris'in kapıcısına: 'Ben Resûlullah Aleyhisselamın Hâris'e gönderdiği elçisiyim! dedim.

Kapıcı: 'Sen onunla buluşamazsın!
O ancak filan gün, filan saatte çıkar! dedi.

Kapıcı Rum'du ve kendisinin adı da Mira idi.
Mira, Resûlullah Aleyhisselamı benden sondu.
Ben de, Resûlullah Aleyhisselamın sıfatlarını ve Haris b. Ebi Şimr'i nelere davet ettiğini anlatınca, içi kabardı, en sonunda kendisini tutamayarak ağlamaya başladı.
Ağlarken de; 'Ben İncil'i okudum.
Bu peygamberin sıfatlarını ve onun insanları nelere davet edeceğini İncil'de aynen yazılı buldum!
Fakat, ben onun Şam'dan çıkacağını sanıyordum.
Kurazîlerin yurdundan (Medine'den) çıktığını gördüm!
Ben ona iman ve kendisinin peygamberliğini tasdik ediyorum.
Fakat, Haris beni öldürür diye, imanımı açıklamaktan korkuyorum!' diyor, ondan hayır gelmeyeceğini üzülerek haber veriyor, bana ikramda bulunuyor, beni en güzel şekilde ağırlıyordu.

En sonra, Haris bir gün çıkıp tahtına oturdu, başına tacını koydu.
Kendisinin yanına girmeme izin verildi.
Girip Resûlullah Aleyhisselamın mektubunu ona sundum.
Haris, mektubu okuduktan sonra, yere attı ve: 'Saltanatımı benden kim sökebilecekmiş göreyim?!
O Yemen'de de olsa, halkla üzerime gelmeden, ben ona gideceğim!' dedi.

Gece gelip kavuşuncaya kadar, oturduğu yerden ayrılmadı.
Sonra, kalkıp atların nallanmasını emretti.
Bana da: 'Sahibine, gördüğünü haber ver!' dedi.
Kayser'e bir mektup yazıp elçiliğimin haberini bildirdi ve Resûlullah Aleyhisselamın üzerine yürüm­eye hazırlandı.

O sırada, Kayser Herakliyus Kudüste, Dıhyetü'l-Kelbî de Kayser'in yanında bulunuyordu.
Kayser Herakliyus, Hâris'in mektubuna yazdığı karşılıkta: 'Sakın, onun üzerine varayım deme!
İlya'da benimle buluş!' dedi.
Kayser'den mektubunun cevabı gelince, Haris beni huzuruna çağırdı ve bana: 'Sahibinin yanına ne zaman gitmek istiyorsun? diye sordu. 'Yarın!' dedim.

Bana yüz miskal altın bahşiş verilmesini emretti.
Hâris'in kapıcısı Mira da, bana yol için azık ve elbise yetiştirip: 'Resûlullah Aleyhisselama benden selam söyle! Dinine tâbi ve Müslüman olduğumu haber ver!' dedi.
Medine'ye dönüp Haris b. Ebi Şimr'in dediklerini ve davranışını Peygamber Aleyhisselama haber verdim.
Peygamber Aleyhisselam: 'Onun saltanatı yok olsun!' buyurdu.
Mira'nın selam söylediğini ve dediklerini de haber verdim.
Resûlullah Aleyhisselam: 'Doğrudur!' buyurdu."
Haris b. Ebi Şimr, Mekke'nin fethi (Hicretin 8.) yılında öldü.
Onun ölümü ile Gassanî saltanatı Cebele b. Eyhem'e geçti ve onda da sona erdi.
 


Salît b. Amr'ın Yemame Hükümdarı Hevze b. Ali'ye Gönderilişi

Hicretin 7. yılında Muharrem ayında İslâmiyete davet etmek üzere hükümdarlara gönderilen altı elçiden birisi de Salît b. Amr olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Yemâme hükümdarı Hevze b. Ali'ye göndermişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hevze b. Ali'ye gönderdiği, "Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurmuştu:
"Bismilllâhirrahmânirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'den Hevze b. Ali'ye! Doğru yola tâbi olan, uyanlara selam olsun!
İyi bil ki; benim dinim develerin ve atların ayak basacakları en uzak yerlere kadar uzanacak, bütün dinlere galip ve üstün gelecektir!
Sen de Müslüman ol, selameti bul!
Müslüman olursan, idaren altındaki yerlerin idaresini yine sana bırakırım !"

Salît b. Amr Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mühürlü mektubu ile vardığı zaman, Hevze b. Ali Salît'i konukladı ve ağırladı.
Mektup kendisine okununca, Peygamberimiz Aleyhisselamın davetini, redden başka türlü bir redle, yani kibarca reddetti.

Salît b. Amr'ın Hevze b. Ali'yi Öğütleyişi

Salît b. Amr, Hevze b. Ali'ye: "Ey Hevze! Şüphe yok ki, sen de kavminin ulu kişisisin!
Senin ulu sandığın, kendilerine yöneldiğin kimselerin cesetleri çürümüş, canları da Cehenneme gir­miş bulunmaktadır!
Seyyid, ulu kişi, ancak, imanla korunmuş, sonra da, Allah'ın emirlerini yerine getirmeyi, yasakların­dan sakınmayı kendisine ahiret azığı edinmiş olan kişidir.
Eğer bir kavim iman mutluluğuna ermişse, sakın onları kendi görüşünle doğru yoldan saptırayım deme!
Ben yapılması emrolunan hayrı sana emr, yapılması yasaklanan şenden de seni men ederim!
Yani, ben Bir olan Allah'a ibadeti sana emr, şeytana tapmaktan da seni men ederim!
Çünkü, Allah'a ibadet insanı Cennete, şeytana tapmak da Cehenneme götürür!
Eğer bu öğütlerimi kabul edersen, umduğuna erer, korktuğundan da kurtulursun!
Öğütlerimi kabul etmekten kaçınır, yüz çevirirsen, bizim aramızla senin anandaki perde kalkar, aramız açılır!" dedi.
Hevze b. Ali: "Ey Salît! Sen beni seyyidlikle, ulu kişilikle şereflendirip yücelttin!
Benim görüşüm; işleri önce ince­leyip düşünmem, sonra da onu dilememdir.
Şimdi, sen bana biraz mühlet ve genişlik ver.
Ben düşünür, danışırım; inşaallah, davetini kabul ederim!" dedi.

Hevze b. Ali'nin Durumu Eregün'le Konuşması

Hevze b. Ali'nin yanına, Hıristiyan ulularından Dımaşk ulusu Enegün gelmişti.
Enegün, Hevze'den, Peygamberimiz Aleyhisselamı sordu.
Hevze: "Onun bana mektubu gelmişti.
Beni İslâmiyete davet ediyordu.
Ben onun davetini kabul etmedim" dedi.
Enegün: "Niçin kabul etmedin?" diye sordu.
Hevze: "Dinimi esirgedim.
Bununla beraber, ben kavmimin hükümdarı bulunuyorum.
Ona tâbi olsaydım, hükümdarlık yapamayacaktım!" dedi.
Eregün: "Hayır! Vallahi, sen ona tâbi olsaydın, o sana yine hükümdarlık yaptırırdı.
Senin için hayırlı ve yararlı olan, ona tâbi olmaktı.
Muhakkak ki, o, İsa b. Meryem'in geleceğini müjdelemiş olduğu Arap peygamberdir!
O, yanımızdaki İncil'de 'Muhammed Resûlullah' diye yazılı bulunmaktadır" dedi.
Hevze: "Anlattığın şeyi ben de İncil'de okumuştum" dedikten sonra, Eregün'e: "Peki, sen ona niçin tâbi olmuyorsun?" diye sordu.
Eregün: "Ona kıskançlıktan ve içki içmekten vazgeçememekten!" dedi.
Hevze: "Herakliyus bu hususta ne yaptı?" diye sordu.
Eregün: "Kendi dininde kaldı, saltanattan ayrılmaya kıyamadı, cimrilik etti!" dedi.

Hevze b. Ali'nin Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı

Hevze b. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna yazdığı karşılıkta: "Davet ettiğin şey ne kadar güzel, ne kadar iyidir!
Ben kavmimin şairi ve hatibiyim!
Araplar, benim kavmimden korkar ve titrerler!
Sen bana işinden bazı yetkiler ver de, sana tâbi olayım" dedi.
Hevze b. Ali, elçi Salit b. Amr'a bahşişler ve iyi dokunmuş kumaştan elbiseler verdi.

Salıt b. Amr, Hevze'nin verdiği hediyeleri Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.
Hevze'nin sözleri­ni haber verdi ve mektubunu da okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Yerdeki bir hurma koruğunu bile dilese, ona vermem!
Onun ellerindeki herşeyi yok olsun, yok!" diy­erek dua etti.
Mekke'nin fethi yılında (Hicretin 8. yılında), Mekke'den dönerken, Cebrail Aleyhisselam Hevze b. Ali'nin öldüğünü Peygamberimiz Aleyhisselama haberverdi.



HAZRETİ PEYGAMBERİN (SAV) ELÇİLERİ  (özet)

Hudeybiyeden dönüldükten sonra bütün insanlara ve cinlere Peygamber olarak gönderilen son peygamber Hazreti peygamber tarafindan , Islam dinine davet icin etraftaki hükümdarlara gönderilmek üzere , Hicretin Yedinci senesi Muharrem ayında altı tane mektup yazıldı.
Hükümdarlar Mühre Itimat ettiklerinden, gümüşten bir mühür yaptırıldı.
Üzerine ”Muhammed Rasulullah” diye Kazıtıldı.
Yazılan mektuplara bastırıldı. 
Her Mektubu götürmek icin birer elçi seçildi ve gönderildi.

Necaşi, Yani Habeş Sultanı Bahr oglu Ashama ya Amr bin Umeyye gönderildi Necaşi Amr bin Umeyye ye layik olduğu ikrami yapmiş ve gereken hürmeti göstermiştir.
Ve kendiside Gizlice Müslüman olmustur.
Rum Kayseri de Hazreti Muhammedin Mektubunu saygili bir sekilde eline alip yüzüne sürmüs ve Dihye `ye pek cok hürmet edip bir cok hediyeler vermistir
Yemame Hükümdari Hevze`ye Selit Amiri gönderilmisti.
Hevze Mektubu alip okudugunda eger Peygamber beni kendisine veliaht tayin ederse iman ederim demis Peygamberimiz ise “Ya Rabbi sen onun hakkindan gel “diyerek dua etti ve kisa bir zaman sonra Hevze Kafir olarak ölmüstür.
Gassan Hükümdarina Şuca Esedı (r.a)gönderılmiş Gassan Hükümdarı Ebu Şimr Gassani gelen Mektubu yırtıp atmış ve ‘’İşte ben onun üzerıne ordu gönderiyorum ‘diyerek kötü muamelede bulunmuştu.
Peygamberimiz bu haberi duyunca ‘ Memleketi yok olsun’ diyerek beddua etmiş, çok geçmeden Haris , küfür üzere ölerek cehennemi boylamıştı.
İran Kisrası Husrev Perhiz’e Abdullah bin Huzafe gönderilmişti.
Hüsrev Perhiz Rasulullahın Mektubunu Hiddetlenerek yırtıp attı ve emrındekılere ‘’Şu hicaz tarafında peygamberlik davası güden adamı bana gönderın’’ diye emretmiş fakat çok kısa bir süre sonra oda oğlunun baskınına uğrayıp öbür dünyayı boylamıştır.

Hicretin 7. Yili Efendimizin Hukumdarlari Islam'a Daveti

Kim, Nereye ve Kime Gönderildi?

Dıhyetû'l Kelbî'yi Rum Kayseri  Heraklius'a,
Amr b. Ümeyye ed Demrî'yi, Habeş Necâşîsi Ashame'ye,
Abdullah b. Huzafe'yi, İran Kisrâsı Hüsrev Perviz'e,
Hatıb b. Ebî Beltaa'yı, Mısır Firavunu Mukavkıs'a,
Salit b. Amr'ı, Yemame Valisi Havza b. Ali'ye,
Suca b. Vehb'i, Gassan Meliki Münzir b. Haris b. Ebî Şemir'e gönderdi.

O zamanlar Rum (Bizans) devlet başkanına Kayser,
İran şahına Kisrâ,
Mısır devlet başkanına Firavun,
Yemen hükümdarına Tubba,
Habeş hükümdarına ise Necaşî denilmekteydi.

Bismillahirrahmanirrahim
 
HİCRİ 1.YIL 
Peygamberimiz'in (sav) Mescidinin Yapılışı
Ezan
 Hz. Hamza'nın (ra) Sîfü'l-Bahr'e Gönderilişi
Ubeyde b. Hâris'in (ra) Râbığ'a Gönderilişi
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Harrar'a Gönderilişi

 HİCRİ 2.YIL
 Cihat Emri / İzni 
 Ebvâ (Veddan) Gazâsı
 Buvat Gazâsı 
 Sefvan Gazâsı 
  Zü'l-Uşeyre Gazâsı 
 Nahle Seferi 
 Kıblenin Kâbe'ye Çevrilişi
  Ramazan Orucunun Farz Kılınışı 
  Teravih Namazı
   Bedir Savaşı 
  Sevık Gazası
  Fıtır Sadakası ve Bayram Namazları Zekat Farizası
 

HİCRİ 3.YIL
Karkaratü'l Küdr Gazası
Ka'b b. Eşref'in Öldürülmesi,
Gatafan Gazası
Ebu Râfi'in öldürülüşü
İbn Süneyne (Sübeyne)'nin Öldürülüşü
Buhran Gazası
Karde Seferi
Hz Hasan'ın (ra) doğumu
Uhud Savaşı

HİCRİ 4.YIL
Katan Seferi
Abdullah b. Üneys (ra) Seriyyesi
Reci Seferi
Bi'r-i Mauna olayı
Amr b. Ümeyye Seriyyesi
Beni Nadir yahudileri Medine'den Sürüldü
İçki Haram Kılındı
Hz Ali 'nin (ra) annesi Fatıma hatun vefat etti
Hz. Zeyneb'in Vefatı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Torunu ve Hz. Osman'ın Oğlu Abdullah'ın Vefatı
Ebu Seleme Abdullah b Abdulesed (ra) vefat eti
Hz Hüseyin Doğdu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ümmü Seleme ile Evlenişi
Bedru'l Mev'id Gazvesi
 
HİCRİ 5.YIL
Zatürrika Gazvesi
Dümetü'l Cendel Gazvesi
Müzeyneler Müslüman oluyor
Beni Mustalık Gazası (Müreysi’ Savaşı)
Rasulullah (sav)'ın Cüveyriye binti Haris ile evlenmesi
Hz. Aişe ve İfk (İftira) olayı
Peygamberimiz'in (sav) ,Hz Zeyneb b.Cahş ile evliliği
HENDEK SAVAŞI
Beni Kurayza Gazası

HİCRİ 6.YIL
Kurata seferi
Beni Lihyan seferi
Gabe gazası
Gamre seferi
Zülkasse  seferi
Cemum seferi
Iys seferi
Tarf seferi
Dümetül Cendel seferi
Fedek seferi
Beni Fezare seferi
Ükl ve Üraniler
 Hudeybiye Antlaşması

HİCRİ 7.YIL
Peygamber (sav) elçileri
Hayberin fethi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile Evlenişi
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması
Vâdi'l-kurâ Gazası
Hısma Seferi
Teymâ seferi
Benî Fezâre Seferi
Türebe Seferi
Hz. Ebu Bekr'in Necd seferi
Benî Mürre Seferi
Meyfaa seferi
Cinab Seferi
UMRETÜ'L-KAZA
 
HİCRİ 8.YIL
Peygamberimiz Aleyhisselam'ın Kızı Hz. Zeyneb'in Vefatı
Mute Gazası
Mekke'nin Fethi
Huneyn Savaşı
Taif Kuşatması
Halid b. Velid ile Osman b. Talha'nın Müslüman Oluşu

 HİCRİ 9.YIL
Müslüman Kabilelere Valiler ve Zekat Tahsil Memurları Gönderilişi
Medine'ye Gelen Benî Temim Heyeti
Hâris b. Dırâr el-Huzâî'nin Medine'ye Gelişi, Müslüman Oluşu ve Benî Mustalıkların da Müslüman Olmalarını Sağlayışı
Benî Esed b. Huzeymelerin Müslüman Oluşu
Urve b. Mes'ud'un Müslüman Olup Taiflileri Müslümanlığa Davet Edişi ve Şehit Edilişi
Benî Uzre Heyetinin Medine'ye Gelmeleri ve Müslüman Olmaları
Kutbe b. Âmir'in Has'amlara Gönderilişi
Abdullah b. Avsece'nin Hârise b. Amr b. Kurayt Oğullarına Gönderilişi ;
Dahhâk b. Süfyan'ın Kurataları Te'dibe Gönderilişi
Beliyy Heyetinin Medine'ye Gelişi ve Müslüman Oluşu
Habeş Necaşî'si Ashama'nın Vefat Edişi ve Kendisi İçin Gıyâbî Olarak Medine'de Cenaze Namazı Kılınışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevcelerinden 1 ay inzivaya çekilişi
Tebük Seferi
Hz. Ümmü Külsûm'un Vefatı
Himyer Krallarının Müslüman Oluşu
Sakîflerin Müslüman Oluşu
İslamiyet Arabistanda yayılıyor
Baş Münafık Abdullah b Übeyy b Selül'ün Ölüşü
9.Yıl Haccı

HİCRİ 10.YIL
Hz. İbrahim'in Vefatı
Veda Haccı

HİCRİ 11. Yıl
Usame b. Zeyd (ra)'in Suriye Seferi
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatı

 

Peygamberimiz Aleyhisselamın İlk Cuma Hutbeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam, bu Cuma günü, ayakta durarak ardarda irad ettiği hutbelerinde, Allah'a lâyık olduğu veçhile hamd ve sena­da bulunduktan sonra, şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Kendiniz için, önden ahiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Elbette, bilirsiniz ki; her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır! Sonra Rabbi ona tercümansız, perdedarsız olarak: 'Sana Resûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için [âhiret azığı olarak] ne gönderdin? buyuracak. O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek! Sonra önüne bakacak. Önünde de cehennemden başka birşey göremeyecek! Öyle ise yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayır işlesin! Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın. Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir! Selam ve Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!" "Allah'a hamd olsun! Allah'a hamd eder ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden, Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz! Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez! Şehadet ederim ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! O, birdir; O'nun şerîki yoktur! Sözlerin en güzeli, Yüce Allah'ın Kitabıdır. Allah kimin kalbini Kur'ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyete girdirir, o da Kur'ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuş, kurtulmuştur. Doğrusu, Kitabullah sözlerin en güzeli, en belâgatlısıdır. Allah'ın sevdiğini seviniz! Allah'ı candan gönülden seviniz! Allah'ın kelamından, zikrinden usanmayınız! Allah'ın kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin! Çünkü, Allah'ın kelamı, herşeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, kıssaların iyisini zikreder. Helal ve haram olan herşeyi beyan eyler. Artık Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız. O'ndan gereği gibi sakınınız. Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz. Allah'ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz. Muhakkak biliniz ki: Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder. Selam olsun sizlere!"[3] Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Salim mescidinde Cuma günü irad buyurduğu hutbe olmak üzere, Saîd b. Abdurrahman el-Cumahî'den nakledilen hutbede de şöyle buyurulmustur: "Hamd, Allah'a mahsustur. Ben, O'na hamd eder, O'ndan yardım, yarlıganmak ve hidayet dilerim. O'na iman ederim, inanmazlık etmem. İnanmazlık edenlere de düşmanlık ederim. Ben Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, şerîki ve nazîri olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim. Allah, onu peygamberlerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapkınlığa düştüğü, zamanın kesintiye uğradığı, Kıyametin kopma ve âlemin sona erme zamanının yaklaştığı bir sırada, tam bir hidayet, tam bir nur, tam bir öğüt olan Kur'ân'la göndermiştir. Allah'a ve Resûlüne boyun eğen, muhakkak doğru yolu bulmuştur. Allah'a ve Resûlüne karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlıktan sapkınlığa düşmüştür. Size Allah'tan korunmayı tavsiye ederim. Zaten bir Müslümanın bir Müslümana en hayırlı tavsiyesi de, onu ahirete isteklendirmesi, ona Allah'tan korunmayı emretmesidir. Allah'ın sizi sakındırdığı şeylerden sakınınız! Bundan daha üstün ve hayırlı bir öğüt, bundan daha üstün ve hayırlı bir hatırlatma yoktur. Rabbinden korkarak, ürpererek ibadet eden kimse için, Allah'tan korunmak, istediğiniz ahiret mut­luluğu için en güvenilir bir yardımdır. Kim gizli ve açık her işinde Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek Allah'la arasını düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır. Öldükten sonra da, bu, kendisinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir zamanda kendisine azık olur. Bunun dışındaki işlerden uzak uzak kaçmayı, onlarla kendi arasında uzun mesafeler olmasını ister. Allah, azabından sizi korkutur. Allah, kulları hakkında çok esirgeyici ve merhametlidir. Sözünü doğrulayan, va'dini yerine getiren Allah'a andolsun ki; bundan cayma yoktur! Çünkü, Yüce Allah 'Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, kullara zulümkâr da değilim' [Kâf: 29] buyuruyor. Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah'tan korununuz! Kim Allah'tan korunursa, Allah onun günahlarını örter, ecrini de büyütür. Allah'tan korunan büyük bir kurtuluşa ermiştir. Allah'tan korunmak, insanı Allah'ın azab ve gazabından korur. Allah'tan korunmak, yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir. Nasibinizi alınız! Allah katında ifrartlı olan hareketlerde bulunmayınız. Allah doğruları da, yalancıları da bilsinler diye size Kitabını ve yolunu açıkça öğretmiştir. Allah'ın size ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulununuz. Allah'ın düşmanlarına düşman olunuz. O'nun yolunda, gereği gibi cihad ediniz! Sizi O seçip Müslümanlar diye adlandırdı ki, helak olan açık delillerle helak olsun, sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın. Allah'tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur. Allah'ı anmayı çoğaltınız. Bu günden sonrası için çalışınız. Kim Allah'la arasını düzeltirse, Allah da onun insanlarla arasını düzeltir. Çünkü Allah insanlar üzerinde hükmünü yürütür. İnsanlar ise Allah üzerinde hükümlerini yürütemezler. Allah insanlar üzerinde tasarruf eder. İnsanlar ise Allah üzerinde tasarruf edemezler. Allah en büyüktür. Büyük olan Allahtan başkasında kuvvet ve kudret yoktur.


 
 HİCRİ AYLAR
Muharrem 
Safer
Rebiülevvel
Rebiülahir
Cemaziyelevvel
Cemaziyelahir 
Recep
Şaban
Ramazan
Şevval
Zilkade 
Zilhicce
 
Facebook beğen
 
 
7 ziyaretçi (8 klik)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol